Yazı Detayı
12 Mart 2021 - Cuma 10:08
 
Dünyada halledilmesi en zor konu: İdam -6-
Dr. Adnan Küçük / Kırıkkale Üniv.Huk.Fak.Anayasa Huk. Ana Bilim Dalı Dr. Öğr.Üy.
 
 

DÜNYADA HALLEDİLMESİ EN ZOR KONU: İDAM (6)

 

İDAM TEKRARDAN GETİRİLMELİ Mİ?

 

 

İdama karşı çıkmak, katledilen kişilerin hayat haklarının yok edilişini ve yakınlarının çektikleri yürekleri yakan acılarını tamamen görmezden gelerek bunların üzerini örtüp, sadece katillerin, canilerin hayat haklarının korunmasına odaklanmaktır.

Adnan KÜÇÜK

 

İdamın kaldırılmasını lüzumlu kılan izahatlara devam edelim.

 

8- İdama karşı olanlara göre, hala idamı savunmak, suçluların hiçbir kayıt ve şart altında değişmez olduklarına inanmak ve onları kötülükle özdeşleştirmektir. Cezanın asıl amacı, suçluları ıslah etmek ve tekrar topluma kazandırmaktır. Gelişmiş rehabilitasyon yöntemleri vasıtasıyla, katil de olsalar, suçluların topluma geri kazandırılarak daha üretken ve zararsız hale getirilebilmeleri mümkündür. Topluma hiçbir surette kazandırılması mümkün olmayan bazı suçluların da olduğu söylenebilir. Ancak, hukuk sistemlerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis cezaları var ve bu cezalar tam da bu tip suçlular için düzenlenmiştir.

 

Bu değerlendirmeler haklı değildir. Her şeyden önce cezaevlerinin hiçbirisinde suçlular ıslah falan edilmiyor. Hırsız içeri girdiğinde, orada tanıştığı diğer hırsızlardan öğrendikleri ile çok daha profesyonel hırsız haline geliyor. Nitekim geçmiş yıllarda afla çıkan hırsızların üç-beş ay içinde tekrardan hırsızlık suçundan cezaevine girdikleri görüldü. Hele ki katiller, cezaevinde külhanbeyi gibi yaşıyorlar, diğer mahkûmları tabiri caizse kendilerine hizmetçi gibi kullanıyorlar. Ayrıca cezaevlerinde ıslah edici mahiyette faaliyetler de yoktur.

 

Kaldı ki suçluların ıslah edilerek topluma geri kazandırarak daha üretken ve zararsız hale getirilebilmeleri bir yaptırımın yerine ikame edilemez. Olsa olsa haklarında hapis cezasına hükmedilenlere yönelik bu yönde faaliyetler yürütülebilir. Bu faaliyetler, bir yaptırım değil, bazı yaptırımlar için tamamlayıcı mahiyette işlevler görebilir. Şayet adaletin gerçekleşmesi bir kişinin idamını lüzumlu kılıyorsa, bu yaptırım yerine suçluları ıslah ederek topluma geri kazandırmak yönündeki uygulamalar ikame edilemez. Olsa olsa, ileride kısaca değinecek olduğum usul kapsamında, suç mağdurlarının muvafakati ile idam yaptırımı hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülmesi halinde, suçluların topluma geri kazandırılarak üretken ve zararsız hale getirilebilmeleri yönündeki uygulamalar tamamlayıcı bir uygulama olarak düşünülebilir.

 

Diğer yandan, “katiller için ağırlaştırılmış müebbet hapis ve müebbet hapis gibi cezalarının öngörüldüğü ve bu yaptırımlar sebebiyle katillerin ömür boyu cezaevinde kalacakları” belirtiliyor. Hatta bazı sanıklar hakkında, 100 kere ya da 1000 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesi talebini içeren davaların açıldığı görülüyor ve bu haberler kamuoyuna yansıyor. Oysa infaz kanuna göre, bir kişi hakkında 1000 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası da verilse, bu cezayı alan bir suçlu 40 yıldan fazla cezaevinde kalmıyor.

 

Bu konuda özetle şu açıklamalar yapılabilir:

 

5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesine göre,

(a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet halinde 30 yıl cezaevinde (kapalı+açık) kalanlar şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilir.

(b) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde 36 yılını cezaevinde geçirenler şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilirler.

(c) Bir kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına (ağırlaştırılmış müebbet hapis+15 Yıl hapis cezası gibi) mahkûmiyet hâlinde, 36 yıl cezaevinde kalanlar şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilirler.

(d) Bir kere müebbet hapis cezasına mahkûmiyet halinde 24 yıl; birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde 30 yıl, bir kere müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde 30 yıl cezaevinde kalanlar şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilirler.

(e) TCK’nın 220. maddesi kapsamına giren “Suç Örgütü Suçları”nda; bir kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet halinde 36 yıl, bir kere müebbet hapis cezasına mahkûmiyet halinde 30 yıl cezaevinde kalanlar, şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilirler.

(f) “Suç Örgütü Suçları”ndan dolayı birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, 40 yıl cezaevinde kalanlar şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilirler.

 

Mesela 30 yaşında cezaevine giren bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası suçlusu, şayet ölmezse, 60 yaşına geldiğinde şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilir. Bir kişi 1000 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılsa da, 36 yıl sonra şartlı salıverilmeden faydalanarak tahliye edilir.

 

İdamın kaldırılmasını savunanlara sormak lazım; 1000 kişiyi katleden bir kişi, 36 yıl sonra tahliye olsa, katil âdil bir şekilde cezasını çekmiş olacak mıdır? Bu mantık çok gülünçtür.

 

Bir katili idam etmek, katilin hiçbir şekilde değişmez olduklarına inanmak ve onları kötülükle özdeşleştirmek değildir. İdamı gerekli kılan bir suç için, idama hükmetmek, ona hak ettiği cezayı vermektir. Bu şartlar altında, cezaevinde külhanbeyi gibi yaşamayı, onların ıslah edilmesi ve topluma kazandırılması şeklinde değerlendirenlere söylenecek bir söz yoktur.

9- İdamın kaldırılmasını savunanlara göre, insanın tabiatı ve vicdanı, idamdan nefret etmekte, idamı reddetmektedir”.

Burada insan vicdanının ve tabiatının kabul ettiği söylenen uygulamalar, salt suçlu merkezli ortaya konulmakta, katledilenlerin yok edilen hak ve hukuku ve yakınlarının acıları tamamen görmezden gelinmektedir. Bir anne ve babanın, 10 yaşındaki bir kız evladının önce cinsel saldırıya maruz kalıp, sonra da boynu, kolları, bacakları kesilerek asit çukuruna atılmak suretiyle katledildiğini düşünün. Bu anne ve babanın acılarını hangi vicdan ve insan tabiatı hafif görebilir. Bu kabilden 100 tane suç işleyen bir caniyi düşünelim. Yüz tane bu acıyı yaşayan ailelerin yaşadıkları acıları göz ardı eden bir vicdan, insan vicdanı olamaz. İnsan tabiatı bu kadar vahim acıları göz ardı edemez. Burada, masa başında yazanlar, önce insan vicdanını ve tabiatını kendi zihinlerinde şekillendiriyorlar, bu şekillendirmede, katliama maruz kalanların yakınlarının acıları bir kalemde siliniyor ya da hafifseniyor, sadece suçluları koruyan bir vicdan ve insan tabiatı şekillendiriliyor. “Bir hayatı haksız yere yok etmek bütün insanlığı yok etmek gibidir” şeklinde ölenin hakkını en üst düzeyde koruyan anlayış, masa başında şekillendirilen vicdan ve insan tabiatı gerekçelerine sığınılarak bir kalemde siliniyor.

 

Bu vicdan ve insan tabiatı üreticileri, başlarına bir katliam gelse, mesela anneleri, ablaları, abileri, çocukları katledilse, acaba yine insan vicdanından ve tabiatından burada sözünü ettikleri şekilde söz ederler mi? Hiç sanmam. Belki de ihkak-ı hak yoluna giderler.

 

10- İdamın kaldırılmasını savunanlara göre, “bir insanın cinayet yoluyla hayatına son verenler hasta ruhlu kişilerdir. Akıl hastası olmayan bir insan bir başka insanı öldüremez. Nasıl ki akıl hastalığı sabit olan kişiler ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tedavi ediliyorlarsa, benzer şekilde katillerin de hastanelerde tedavi edilerek ıslah edilmeleri gerekir”.

 

Bu değerlendirme de, masa başında uydurulan, fiili gerçekliklerle uyumlu olmayan, genellemeci, katilleri peşinen mutlak olarak korumayı amaçlayan iddialardır. Bir kere şu söylenebilir: Hakikaten katliam yapanlar arasında akıl hastaları da vardır. Zaten bunların durumu TCK’nın 32. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre:

 

“Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur”.

 

Dünyada hiçbir ülkede, bütün katiller, akıl hastası olarak görülmez. Bütün katilleri akıl hastası olarak görmek, olsa olsa katilleri mutlak olarak korumak maksadına yönelik masa başı fikir üretimidir. Fiili gerçekliklerle uyumluluğu sıfır düzeyinde olan bu yöndeki saçma sapan değerlendirmeler, idam karşıtlarının iddialarının temelini de zayıflatmaktadır.

 

Bütün katilleri akıl hastası görüp onları hapishane yerine akıl hastanelerine göndermek iki yönden sakattır.

 

Birincisi, aslında akıl hastası olmayanları da hastaneye göndererek, onları tedavi etmiş gibi yapmak, bu şekilde onları bir nevi ödüllendirmek.

 

İkincisi, bu yolla, akıl hastası diye cezaevi yerine akıl hastanesine göndererek, katilleri korumak, katillerin tedavi edilmesi uygulamasını bir cezai yaptırımın yerine ikame etmek ve bu yolla bu canileri bir nevi ödüllendirmektir.

 

Hastaneye gönderilen katiller hakkında, uzman doktorlar “bunlar sağlıklı, hiçbir akli sorunu yoktur” dediklerinde, bu fikirleri savunanlar ne diyecek acaba? Yoksa, sen ruh ve sinir hastalıkları uzmanı olarak geçiniyorsun ama, bunların akıl hastalığını tespit etmekten acizsin mi? diyecekler. Bu sözü söyleyenler, kusura bakmasınlar, beyinlerindeki önyargılarla, alanında uzman olan doktorları cehaletle suçlamış olacaklardır.

 

11- İdama karşı çıkanlara göre, idamın bizzat kendisi bir “cinayettir”. İdamın, normal cinayetlerden farkı, idam cinayetinin “devlet eliyle işlenmiş” olmasıdır. Netice itibariyle, “bir insanın, devlet eliyle öldürülmesiyle, bireyler tarafından öldürmesi arasında hiçbir fark yoktur. 

 

Bu düşünce de sorunludur. Devletin bazı uygulamaları ile benzer uygulamaların bireyler tarafından yapılması aynı şey değildir.

 

Mesela Kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak” başlıklı TCK’nun 109/1. maddesine göre, bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakmak” suçtur.

 

Aslında bu maddede yasaklanan suç fiili, hakkında mahkeme kararı ile hapis cezası verilen bir kişinin cezaevine girdirilmesi ile aynıdır. Bireyin bir insanı haksız yere öldürmesi ile devletin mahkeme kararına istinaden bir kişiyi idam etmesini eş düzeyde cinayet olarak değerlendirenler, bireyler için suç olan bir kişiyi hürriyetinden alıkoyma fiilini, devlet tarafından yapılınca neden suç olarak değerlendirmiyorlar? diye sormak lazım.

 

Benzer şekilde, Anayasanın 17. maddesine göre, “bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya OHAL’lerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri” suç teşkil etmez. Bu yöndeki hükümler bütün ileri demokrasilerde de mevcuttur.

 

Burada sözü edilen fiiller, kamu görevlileri tarafından yapılıyor. Bu fillerin bireyler tarafından yapılması suçtur. Şimdi, bu mantık sahipleri, bireyler için cinayet kabul edilen 17. madde kapsamında yer alan öldürme fiillerinin kamu görevlilerince gerçekleştirilmesine neden cinayet demiyorlar acaba?

 

Bu vesileyle, idam kararı, mahkeme kararı ile sabit olan bir suçun cezasıdır ve devletin bu cezai yaptırımı uygulaması bir cinayet değil, adaletin gerçekleşmesinin bir tezahür şeklidir.

 

12- İdamın kaldırılmasını savunanlara göre, “bugün idamın çoğunlukla çocuk istismarcıları için uygulanması gerektiği savunuluyor. Oysa, şimdilik sadece çocuk istismarcıları için istenen idam, yarın daha başka suçları işleyenler için de istenebilir”.

 

Bu düşünce, evham temellidir. Korkarak, korkutarak adaleti gerçekleştireceği düşünülen yaptırımlardan kaçınılamaz. Mevcut ceza sistemimize göre, en ağır ceza, “ağırlaştırılmış müebbet hapistir”. Bunu lüzumlu kılan suçlar, cezai normlarda belirtilmiştir. Birisi kalkıp, “bugün ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlar kanunlarda belirlenmişse de, bu yaptırım, yarın daha başka suçları işleyenler için de istenebilir” şeklinde bir itiraz vaki olursa ne olacaktır? Bu durumda bu yaptırımdan vaz mı geçilecektir?

 

Burada vehim temelli düşüncelerle idama karşı çıkmak, olmayan bir canavar üreterek ona karşı savaşmaya benzer. Şayet, burada geniş kapsamlı idamlık suçlar getirilirse, o zaman itirazlar yapılır. Bugünden, daha mevcut olmayan çok geniş idamlık suç düzenlemesi korkusu ile idam cezasına karşı çıkmak, kopya çekilebilir ihtimalini gündeme getirerek imtihanları yapmaktan vazgeçmeye benzer. Bu mantığın tutarlı ve makul bir yönü yoktur.

 

13- İdamın kaldırılmasını savunanlara göre, “bireyleri suç işlemeye sevk eden, kişilerin suça bulaşmasında büyük paya sahip olan toplumun kendisidir. Bu sebepledir ki, toplumun idam yoluyla bireyi öldürmek gibi bir hakkı mevcut değildir”.

 

Burada suçu topluma yüklemek, topu taca atmaktır. Toplumda sadece adam öldürenler yer almıyor. Hiç adamı öldürmeyenler de aynı toplumda yaşıyorlar. Herkes katil olsa belki toplum suçlanabilir ama, çoğunluk adam öldürmediği halde, bazı kişilerin adam öldürmesini topluma yüklemek, asıl suçluyu gizlemektir. Toplumu suçlayınca, suçlunun iradi fiili ne olacaktır? Sırf idamı gayrı meşru göstermek için başvurulan bu anlayışta, toplumun suçlu kabul edilmesi, suç işleyene uygun ceza vermemektir.

 

14- İdama karşı çıkanlara göre, idam, infaz edilen kişinin yakınları için ciddi bir travmaya sebep olur. İdam neticesinde, asıl cezalandırılan ve acı çekenler idam edilenin yakınlarıdır. Bu uygulama, cezanın kişiselliği ilkesi ile uyumlu değildi. İdam, idam edilen kişinin aile çevrelerinde meydana getirdiği psikolojik etki düşünüldüğünde, söz konusu aile çevresinde geri dönüşü olmayacak şekilde travmalar meydana getirebilecektir”.

 

Şimdiye kadarki gerekçeler içerisinde en sağlıksız olanı budur. Bu değerlendirme, katledilen kişilerin aile yakınlarının acılarının, üzüntülerinin, duygularının yok sayılmasıdır. Evladı hunharca öldürülenlerin anne babalarının acılarından hiç söz edilmiyor.

 

Muğla’da eski sevgilisi tarafından katledilen üniversiteli Pınar Gültekin’in acılı anne ve babasının yürekleri yakan acı dolu açıklamalarına kısaca burada yer vermek istiyorum.

 

“Ben kızımın gülüşünü çok özlüyorum, acısını hâlâ yaşıyorum. Bu acı geçmiyor. Her annenin benim gibi yüreği acıyordur. Bu katiller hak ettiği cezayı alsalar, bu kadar kadın öldürülmez. Ne de olsa birini öldürdükten sonra hapisten çıkacaklarını biliyorlar. Bildikleri için de öldürmeye devam ediyorlar”. 

 

Babanın açıklamaları şu şekildedir: “Kızımdan sonra keşke hiç kadın ölmeseydi, Pınar Türkiye’deki son kadın cinayeti olsaydı. Tek isteğimiz bu cinayetler dursun. Ateş düştüğü yeri yakar diye bir söz var. Pınarla birlikte hepimiz öldük. Acıyı yaşayan bilir, yüreğimiz yanıyor”.

 

Bu sadece katledilen bir genç kızın anne ve babasının yürekleri dağlayan açıklamaları. Bunlar gibi binlerce acılı anne ve babalar, kardeşler var.

 

İdama karşı çıkanlar, bu acıları görmezden geliyorlar. Bu kesimin duyguları, sadece katillerin yakınlarının acılarına odaklanmış durumdadır. Bunlara göre, katledilenler, vahşice cinayetlerle öldürülenler ölmüştür zaten, katledilenlerin masumiyetinin, katledilenlerin annesinin, babasının, kardeşlerinin ve diğer yakınlarının acılarının, katillerin yakınlarına kıyasla hiçbir bir önemi yoktur. O zaman her halükârda, canilerin, katillerin, cinsel sapkınların yakınlarının acı yaşamalarının ne yapıp edip önlenmesi gerekir.

 

Nihai Değerlendirme

 

Buraya kadarki izahatlar, belli bir ülke özelinde değil, genel hukuk mantığı çerçevesinde yapılmıştır. Aksi yönde yapılacak değerlendirmeler eksik olacaktır.

 

Elbette ki idamın uygulandığı bazı ülkelerde hatalı idam kararları verilmiş olabilir. Ülkemizde de geçmiş yıllarda hatalı idam kararları verilmiş olabilir, hatta verilmiştir de. Bu yöndeki hatalı uygulamalar benim buradaki değerlendirmelerim için tek başına ölçüt olamaz. Ben idamın getirilmesinin hukukî ve adalet temelli gerekçelerini söylüyorum.

 

İdamın olması için, her şeyden önce yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, sağlam hukukî ve kurumsal güvencelerle sağlanmış olmalıdır. Hâkimin tarafsızlığı, yargının bağımsızlığı ön şartına bağlı olarak tamamen vicdani bir meseledir. Tarafsızlığın, salt Anayasal ve kanuni düzenlemelerle sağlanması söz konusu olamaz. Tarafsızlık büyük ölçüde, hukuk ve adalet kültürü ve ahlakı, hassasiyeti ile alakalı bir meseledir. Bu da, hukuk ve adalet kültürü ile bütünlük içerisinde kişisel erdemlilikle alakalıdır.

 

İdamın getirilmesinin bir diğer ön şartı, yargıda görev yapan hâkim ve savcıların yeterlilik düzeyinin üst düzeyde olması, yargılamada liyakatin sahici manada mevcut olması, yargılama hatalarının mümkün mertebe minimize edilmesi gerekir. Yargılama işlemlerindeki hata ve sapma oranında, haksız yere idam kararının verilme ihtimali artabilecektir.

 

İdamın toplumda ve vicdanlarda kabul görmesi her şeyden önce yargıya güvenmeyi lüzumlu kılar. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” sözü her şeyden önce bu şartın varlığına bağlıdır. Yargıya güven azaldığı ölçüde, idam kararının âdil ve hakkaniyetli olarak verildiği konusunda şüpheler artar. Bu durumda, idamı hak edenlerle etmeyenler birbirine karışır. “Haklısınız efendim; siz de biliniz ki Berlin’de hâkimler var!” sözüne benzer şekilde “Ankara’da hakimler var” denebildiği ölçüde yargıya güven sağlanmış olacaktır.  

 

İdama ilişkin kararlar, tek hâkim tarafından değil, heyet halinde verilmelidir. İdam kararı, tarafların iradesine bağlı olmaksızın Yargıtay tarafından incelenmeli, onama kararı da mutlaka Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından tekrardan incelenerek nihai karar verilmelidir. Bireysel başvuru kapsamında mecburi olarak AYM incelemesi de öngörülebilir.

 

Devlet, kendisine karşı işlenmeyen suçlar sebebiyle verilecek idam kararlarının infazında, af, cezaların azaltılması, onaylamama vb. yollarla tasarruf sahibi olmamalı, bu konuda inisiyatif suçun mağdurlarına verilmelidir. Tarafların anlaşmaları halinde, idamdan vazgeçilerek hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmolunabilir. Bu durum, taraflar arasındaki kin ve husumetin azalmasına da katkı sağlayabilecektir.

 

İdama ilişkin hükümlerde, suç teşkil edecek fiiller çok net yazılmalı. İdamın kapsamı, kişilerin kasten öldürülmesi gibi fiillere münhasır olmalıdır. İdamı lüzumlu kılan suçların kapsamı genişledikçe, idamla ilgili uygulamalarda ciddi sorunlar yaşanabilir, bu durumda idama ilişkin yapılan birçok eleştiri haklı hale gelir. Siyasî suçlar, idam sebebi kabul edilmemelidir. Terör suçlarında, öldürme fiili söz konusu ise idama hükmedilmelidir. Sırf bir örgüt üyeliği, idam sebebi kabul edilmemelidir.

 
Etiketler: Dünyada, halledilmesi, en, zor, konu:, İdam, -6-,
Yorumlar
Yazarın Diğer Yazıları
26 Aralık 2022
İmamoğlu, Menderes ve Erdoğan'ın Mahkûmiyetleri: Hangisi Mağdur?
06 Mart 2021
1000 Yıl Sürecek Denilen 28 Şubat’ın Tahribatları Ve Tamiratlar
25 Şubat 2021
Dünyada halledilmesi en zor konu: İdam -5-
17 Şubat 2021
YENİ ANAYASA: Başkanlık Sistemi mi? Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mi? -1-
13 Şubat 2021
Dünyada Halledilmesi En Zor Konu: İDAM -4-
05 Şubat 2021
Dünyada Halledilmesi En Zor Konu: İDAM -3-
28 Ocak 2021
Dünyada Halledilmesi En Zor Konu: İdam -2
24 Ocak 2021
Dünyada halledilmesi en zor konu: İdam -1-
23 Ocak 2021
Vesayetçi Zihniyete Göre Özde Cumhurbaşkanı (!?) Nasıl Seçilir?
23 Ocak 2021
Başörtülü Hakimler mi Başı Açık Hakimler mi Tarafsız Karar Verir?!..
21 Ocak 2021
1876 Kânûn-ı Esâsî'de Çeviri Hataları: TBMM Başkanına Çağrımdır
23 Aralık 2020
Harf Devriminin Türk Dilinde Meydana Getirdiği Sonuçlar
22 Aralık 2020
Türkiye’de Başkanlık Sisteminin Fikir Babası Prof. Dr. Burhan Kuzu
09 Aralık 2020
Fransa’da çoğulculuk ve Hoşgörü Yerini Faşizme mi Bırakıyor?
29 Kasım 2020
CHP, HDP, SP VE İYİ PARTİ ANAYASASI İNKÂR EDİLDİ, İYİ PARTİ’DE NELER OLUYOR?
20 Kasım 2020
Hangi Cumhuriyet Yaşasın?
11 Kasım 2020
ABD'deki Seçimler mi, Yoksa!.. Venezuela'daki Seçimler mi Daha Az Hileli?
31 Ekim 2020
İzmir Depremi ve Hükümete Bir Öneri
25 Ekim 2020
Tarikatlar Atatürk’ün 1924 Anayasası’nda teminat altında idi
15 Ekim 2020
Enis Berberoğlu Milletvekilliğine Geri Dönebilir mi?
05 Ekim 2020
CHP’nin Sözünü Ettiği "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" Mümkün müdür?
25 Eylül 2020
Recep Tayyip Erdoğan 2023 Seçimlerinde Cumhurbaşkanlığına Aday Olabilir mi?
14 Eylül 2020
İstanbul Sözleşmesine Göre, Devlet Kadına Yönelik 'Alkol Temelli Şiddetle' Mücadele Etmeli mi?
27 Ağustos 2020
Türk Toplumunun Temeli Olan Ailede "Alarm Zilleri" Çalıyor!?
17 Ağustos 2020
15 Yaş Altı Kızlarla İmam Nikâhı ile Evlilik Suç mu? Değil mi?
Haber Yazılımı