Bir önceki yazımda, Harf Devriminin Türk Dili üzerinde meydana getirdiği sonuçları konu almıştım. Bu yazıda, Osmanlıcayı terk etmenin akabinde, özellikle bazı harfler üzerindeki şapkaların, bazı kelimelerde yer alan tire ve kesme işaretlerinin kaldırılmasının meydana getirdiği ağır hasarları belirtmiştim.
Bu yeni yazımda, TBMM sitesinde yer alan ve bazı kamu kurumları tarafından da aynen kendi sitelerine aktarılan Kânûn-ı Esâsî’nin Osmanlıca orijinal metninden yeni Türk harflerine (Latince harflere) çevrilen metnindeki bazı ciddi çeviri hatalarına temas edeceğim.
Önce şunu belirtmek isterim. 1876 tarihli Kânûn-ı Esâsî siyasi tarihimizin ilk modern Anayasasıdır. Bu, resmi bir metindir ve ABD için 1787 Anayasası ne ise bizde de Kânûn-ı Esâsî odur. Bu metnin doğru bir şekilde muhafaza edilmesi hayati derecede önemlidir. Belki, mahalli bir yörede geçerli olan ya da ülke genelinde geçerli olmakla birlikte pek bilinmeyen Osmanlıca harflerle yazılı bir hukuki düzenlemenin yeni harflere çevirisinde bazı çeviri hataları olabilir, bu hatalar sehven yapılmış olabilir. Bu metinlerin fazla bilinebilir olmaması sebebiyle, bu hatalar göz ardı edilebilir. Belki bu hatalar hiç kimsenin dikkatini çekmeyebilir.
Ama siyasî tarihimizin ilk modern Anayasasında bazı hatalı çevirilerin olması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu sebeple Kânûn-ı Esâsî alelade metinlerle mukayese edilemez. Aksi halde, Kânûn-ı Esâsî’nin pek fazla önemsenmediği yönünde bir algı ortaya çıkabilir.
Burada bahsini edeceğim hususları, kendisi çok değerli ve birikimli bir hukukçu olan ve Osmanlıcaya ileri düzeyde vâkıf olan TBMM Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa Şentop’un da takdir edeceği kanaatindeyim. Muhtemelen bu husustan Şentop Hoca’nın malumatı yoktur. Malumatı olsa bu hataların derhal giderilmesi yönünde bir çalışma başlatacağı kanaatindeyim.
Burada amacım suçluyu arayarak, birilerini rahatsız etmek ya da taşlamak değildir. Bu çeviri, TBMM sitesine, A. Şeref Gözübüyük ve Suna Kili’nin “Türk Anayasa Metinleri (1839-1980)” başlıklı kitabından aynen konulmuştur. Fakat bu metnin ne zaman konulduğunu bilmiyorum. Bu metin belki de 30 ya da 35 yıl önce TBMM sitesine konmuştur.
Burada maksadım, Türk demokrasisinin gözbebeği mesabesinde olan TBMM’nin sitesinde siyasi tarihimiz açısından bu kadar ehemmiyetli ve kıymetli bir yere sahip olan Kânûn-ı Esâsî’nin çevirisinde bulunan hataların varlığına dikkat çekmektir.
Bu hataların geri planında, çeviriyi yapanların özensizliği ve TBMM’nin bunlara olan güveni ve yukarıda sözünü ettiğim bazı harfler üzerindeki şapkaların, bazı kelimelerdeki tire ve kesme işaretlerinin atılmış olması yer almaktadır. Belki de bu çevirinin TBMM sitesinde yer almasını sağlayan TBMM Başkanı Osmanlıcayı hiç bilmiyordur. Uzman olduğuna inandığı kişilerin hatalarından Meclis Başkanlarını sorumlu tutmak hakkaniyetli olmaz. Burada asıl sorumlular, Kânûn-ı Esâsî’yi bu kadar özensiz şekilde çeviren kişilerdir.
Elbette ki Kânûn-ı Esâsî’nin Latin harflerine çevirisinde, şapkaların, tire ve kesme işaretlerinin tamamen terk edildiği söylenemez. Ama, bu kurallara tam olarak uyulduğu da söylenemez. Çeviride çok ciddi tutarsızlıklar, çok sayıda maddî kelime hataları var. Benzer hatalar Kânûn-ı Esâsî’de yapılan değişikliklerde de mevcuttur.
Burada bunların her birine ayrı ayrı değineceğim.
Maddî Kelime ve Yazılım Hataları
Bir kelime Kânûn-ı Esâsî’nin muhtelif maddelerinde, dört farklı şekilde yazılmış, bunlardan üçü maddî olarak hatalı, biri doğrudur. Bu hatalı kullanımlar şu şekildedir:
“Meclisi Umuminin yevmi ‘hüşad’ında …resmi ‘küşat’ icra olunup…” (md. 45).
“…nasbolunan zevat meclisin yevmi ‘küşad’ında sadrıazam huzurunda…” (md. 46). Diğer bazı maddelerde de (md. 99., 101. ve 1909 değişikliği 7) “küşad” kelimesi kullanılmış.
1914 değişikliğinin ikinci çevirisinin 43. maddesinde “küşâd” kelimesi yer almıştır.
Burada doğru olan kullanım şekli “küşâd”dır.
Bir başka kelime üç türlü kullanılmıştır ve bunlardan sadece biri doğrudur.
“…rey ve ‘mütalca’ beyanında …beyan ettiği ‘mütalea’lardan dolayı…” (md. 47).
“…görür ise ‘mütalâa’sını ilâvesiyle …ise ilâvei ‘mütalâa’ ile beraber…” (md. 64).
Burada doğru kullanım şekli “mütalâa”dır.
Bir örnek daha vereyim.
“Meclisi Umumi âzasından birinin, ‘hiyanet’ ve Kanunu Esasiyi ‘nakız’ ve ‘ilgaye’ tasaddi ve irtikâp töhmetlerinden ‘birile’ müttehem olduğuna mensup olduğu heyet azayı mevcudesinin sülüsanı ekseriyeti ‘mutlakasile’ karar verilür veyahut kanunen hapis ve nefyi mucip bir ceza ile mahkûm olur ise azalık sıfatı zail olur ve bu ‘af'alin’ ‘muhakemesile’ mücazatı ait olduğu mahkeme tarafından ‘rüyet’ ve hükmolunur” (md. 48).
Bu maddede: “hiyanet” değil “hıyanet”, “nakız” değil “nakz”, “ilgaye” değil “ilgaya”, “birile” değil “biriyle”, “mutlakasile” değil “mutlakasıyla”, “af’al” değil “ef’al”, “muhakemesile” değil “muhakemesiyle”dir, “rüyet” değil “rü’yet”tir.
Sadece bir maddede sekiz tane hatalı kullanım mevcuttur. Ayrıca burada hatalı olarak kullanılan birçok kelimenin hatalı kullanımı diğer bazı maddelerde de söz konusu olmuştur.
Mana farklarına ilişkin izahata girmeksizin birkaç örnek daha vereceğim.
“…bedel karar heyeti mecmuası” (md. 65). “meclis-i vükelâda bade’l müzakere” (1909 değişikliği md. 29). Doğru olan “bade’l müzâkere”dir.
“…Kendü taleplerile devketce sair memuriyete tâyin olunanlar” (md. 62). Buradaki “taleplerile” değil “talepleriyle”, “devketce” değil, “devletçe” yazılış şekli doğrudur.
“…âzalığı mücazdırvesair memurinden” (md. 67). Burada “mücazdırvesair” kelimesinin “mücazdır ve sair” şeklinde ayrılarak yazılması gerekir.
“…sene teşrisani iptidasında” (md. 43). “…içtimaı olan teşrini saniden” (md. 70). “…sene Teşrinisani iptidasında” (1909 değişikliği md. 43). Buradaki üç kullanım hali de doğru değil. Doğru olan: “Teşrîn-i sânî”dir.
“…makule mevaddan ‘müzekereye’ mühtaç olmıyanların…” (md. 29). Bu hükümde yer alan ‘müzekereye’ kelimesi yanlış yazılmış, doğru olan ‘müzakereye’dir.
“…‘yövmü’ müzakereden…” (md. 57). Burada yövm diye anlamlı bir kelime yoktur. Doğru olan “yevm”dir. Yevm: gün demektir. Yevm-i müzakere: müzakere günü.
Bazı Harflerin Üzerindeki Şapkaların Kaldırılmış Olması
Kânûn-ı Esâsî’nin metni yeni harflere çevrilirken, bazı harflerin üzerinde bulunması gereken şapkalar (^), bazı kelimelerde kullanılmış, bazılarında kullanılmamıştır. Harflerin üzerindeki şapkalar, aynı kelimenin, farklı maddelerdeki kullanımlarında, bazı maddelerde kullanılmış, bazı maddelerde kullanılmamıştır. Bu konuda ciddi bir karmaşa mevcuttur.
Harfler üzerinde bulunması gereken şapkaların bulunmaması bazı kereler ciddi mana değişikliklerine sebep olmuş, madde metninin mana bütünlüğü ile kesinlikle uyumlu olmayan durumlar ortaya çıkmıştır.
Bazı örnekler şu şekilde sıralanabilir.
“Heyeti Âyanın azalık maaşı ‘şehriye’ onbin kuruştur” (md. 63). “… yirmibin kuruş verilecek ve şehriye beşbin kuruş maaş… (md. 76). “…her birine … ‘şehrî’ beş bin kuruş maaş. …bulduğu suretde ‘şehrî’ beş bin kuruş itibariyle” (1909 değişikliği md. 76).
“Şehriye” “çorba ve pilav yapımında kullanılan, buğday unu hamurundan türlü biçimlerde kesilerek kurutulmuş besin maddesi”dir.
Burada “şehriye” kelimesi yanlış kullanılmıştır. 63. ve 76. maddelerde “şehriye’ kelimesinin kullanılması, bu maddelerin metnindeki manalarla tamamen uyumsuzdur.
Kânûn-ı Esâsî’nin metni ile uyumlu doğru kullanım şekli “şehrîye”dir. “Şehrîye”nin manası “aylık”tır. Bu durumda “Heyeti Âyanın azalık maaşı ‘şehrîye’ onbin kuruştur” hükmünün manası şu şekildedir: “Heyet-i Âyanın azalık maaşı aylık onbin kuruştur”.
Kânûn-ı Esâsî’de doğru kullanım şekli “Âyân” olan kelimenin dört şekilde yazıldığı görülmektedir. (1) “Heyeti Ayan” (md. 54., 55. ve 61). (2) “Heyeti Âyan” (md. 42., 53., 60., 62.-64., 92., 93., 95., 116., 117). (3) “Heyet-i Ayân” (1909 değişikliği md. 7). (4) “Âyân” (1909 değişikliği md. 53., 54., 71).
Ayan: belli, açık, aşikâr gibi manalara gelmektedir.
Âyân: Osmanlı İmparatorluğu’nda şehir ve kasabalarda, belli bir zümre veya bir devrin ileri gelen nüfuzlu kimselerine verilen ad, ileri gelenler, ekâbir, eşraf.
Meclis-i Âyân: Osmanlı İmparatorluğu zamanında üyelerinin tamamı padişah tarafından atanan Meclis-i Umuminin bir kanadıdır.
Burada doğru kullanım şekli “Meclis-i Âyân”dır.
Bunlara çok sayıda daha başka örnekler de verilebilir.
Kelimelerdeki tirelerin kaldırılması Bazı kelimelerde, ya kelimenin ortasında ya da kelimelerin son bir ya da iki harfini ana kelimeden ayırmak için tire (-) işareti kullanılır. Bu kelimelerde tire kullanılmadığı zaman, ciddi mana değişiklikleri meydana gelebildiği gibi, bazı kelimelerde de telaffuz noktasından karmaşalar ortaya çıkabilmektedir.
Bazı misaller şu şekildedir.
“…münhasırran ‘yedi iktidar’ı hazreti padişahidedir” (md. 35). “…intihap olunur ise kabul edip etmemek ‘yedi ihtiyar’ındadır” (md. 67), “…‘yedi iktidar’ındadır” (md. 113).
Burada, doğru olan “yed-i iktidar” ve “yed-i ihtiyar”dır. Burada “yed” el demektir. Oysa Kânûn-ı Esâsî’de kullanılan “yedi” kelimesi “7” rakamının yazılışına tekabül etmektedir. Ortaya çıkan mana “yedi (7) iktidar”, “yedi (7) ihtiyar”dır.
“Emri intihap reyi hafi kaidesi üzerine müessestir” (md 66).
Burada “emri intihap” “emri seçmek”, “reyi hafi” de “reyi gizli” manalarına gelir. Tire kullanılmaksızın yazılan 66. maddeye şu şekilde bir mana verilebilir: “emri seçmek reyi gizli kaidesi üzerine müessestir”. Bunun, 66. maddede amaçlanan manayla hiçbir alakası yoktur.
66. maddenin doğru yazılışı “Emr-i intihap rey-i hafî kaidesi üzerine müessestir” şeklindedir. Manası şu şekildedir: “seçim işleri gizli oy kaidesi üzerine tesis edilmiştir”.
Kanunu Esasi (md. 36., 46., 48., 64., 80., 115.-117), “meclisi umumi (md. 7., 14., 36., 42., 43., 45.-49., 51., 52., 98., 99., 101., 104., 109., 119), Meclisi Mebusan (md. 38., 102., 112), Meclisi Âyan (md. 112), heyeti mebusan (md. 7., 31., 35., 36., 42., 53.-55., 60., 64., 65., 67., 68., 71., 73., 74., 77.-80., 105., 106., 116), Heyeti Âyan (md. 42., 53.-55., 60.-64., 92., 93., 95., 116., 117), Devleti Osmaniye (md. 1., 2., 8., 11).
Buradaki kullanımların tamamı tire konulması kuralına aykırıdır.
Kânûn-ı Esâsî (Anayasanın Adı), Kanun-ı Esasi (1909 değişikliği md. 36., 118., 120, 1914 değişikliği md. 43), Meclis-i Umûmî (1909 değişikliği md. 3., 7., 36., 43., 44., 1914 değişikliği md. 43), Meclis-i Meb’usan (1909 değişikliği md. 7., 30., 35., 38., 54., 121, 1914 değişikliği md. 35., 43), Meclis-i Âyân (1909 değişikliği md. 53., 121, 1914 değişikliği md. 43), Heyet-i Umûmîye (md. 44), Heyet-i Ayân (1909 değişikliği md. 7., 121), Heyet-i meb’usan (1909 değişikliği md. 35., 36., 38., 77., 80., 121).
Burada Anayasanın başlığı (Kânûn-ı Esâsî) doğru, ama sair kullanımları (Kanunu Esasi, Kanun-ı Esasi) doğru değildir. Heyet-i Ayân kullanımı hatalıdır. Doğru olan “Hey’et-i Âyân”dır. “Heyet” kelimesi de yanlıştır. Doğru olan “Hey’et”dir. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, Kânûn-ı Esâsî’nin ve değişikliklerin bütününe bakıldığında, tire kullanılması konusunda aşırı derecede karmaşa ve özensizlik söz konusudur.
Kesme İşaretinin Kaldırılması
Kânûn-ı Esâsî’de bazı kelimelerde kesme (’) işareti kullanılarak, kelimeler farklı manalara büründürülmektedir. Bu işaretlerin kaldırılması, kelimelerin manalarında da değişikliklere sebep olabilmektedir. Bu konuda bazı misaller şu şekilde verilebilir.
“…ve tesavii ara vukuunda reisin reyi iki addedilür (md. 51).
Burada tesavi: hiçbir manası olmayan bir kelimedir.
“Tesâvî”: eşit, iki şeyin birbirine denk olmasıdır. Ara: iki şey arasındaki mesafe, mıntıka, bölge, alan, aramak için yapılan emir.
Ârâ’: oylar, reyler, fikirler.
Ârâ: Süsleyen, bezeyen.
Tesavii ara: Bu terkipte “Tesavii ara” şeklinde bir emir kipi ortaya çıkıyor.
Olması gereken: “tesâvî-i ârâ’”: oyların eşit olması.
Yukarıda nakledilen 51. maddedeki kısmın şu şekilde olması gerekir:
“…ve tesâvî-i ârâ’ vukuunda reisin reyi iki addedilür (md. 51).
Şer: kötülük, kötü fiil, dinen kötü olan, yapılmaması gereken iş.
Şer’: dinî kurallar, kanunlar, şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklar.
Kânûn-ı Esâsî’de her ikisi de kullanılmıştır.
“…kimse şer’ ve…” (1909 değişikliği md. 10). “…ictimaında şer’i şerif…” (1909 değişikliği md. 3). “Deavii şer’iye mehakimi…” (md. 87). “…ahkâmı şeriye ve…” (md. 7).
Burada Kânûn-ı Esâsî’nin 87. maddesinde (şer’iye) ve 1909 değişikliğinin 3. (şer’i) ve 10. (şer’) maddelerinde doğru kullanım söz konusudur. Kânûn-ı Esâsî’nin 7. maddesinde (şeriye) ve 1909 değişikliğinin 7. maddesinde (şeriye) yanlış kullanım söz konusudur.
Ta’dil: değişiklik, tebdil etmek, aslına zarar vermeden değiştirmek.
Kânûn-ı Esâsî’de, hem “tadil”, hem “tâdil”, hem de “ta’dil” kelimeleri kullanılmıştır.
“…birinin tadili teklifi… …mevcudeden birinin tadilini istidaya…” (md. 53). “…red veyahut tadil ve…” (md. 64). Benzer kullanımlar 116. ve 118. maddelerde de mevcuttur.
“…red veya kabul veyahut tâdil eder…” (md. 80).
“…birinin ta’dilini teklife … her biri müceddeden veya ta’dilen kaleme aldığı…” (1909 değişikliği md. 53). “…nizamat ile ta’dil veya ilga…” (1909 değişikliği md. 118).
Bu üç kullanım türü de hatalıdır. Doğru olan kullanım şekli “ta’dîl”dir.
Kesme işaretinin kullanılmaması sebebiyle de, hem kelimelerin hatalı yazılımları hem de mana sapmaları ortaya çıkmaktadır. Bu da karmaşalara sebebiyet verebilmektedir.
Nihaî Değerlendirme
Yukarıdaki emsal olarak yer verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, Kânûn-ı Esâsî’nin ve değişikliklerinin Osmanlıcadan Latin harflerine çevirisinde çok ciddi hatalar mevcuttur. Birbirleri ile çelişen çok sayıda kelimeler kullanılmaktadır. Bazı kelimelerin kullanımı maddî hataları içermektedir. Bunlar az sayıda da değildir. Ben burada sadece bazılarına emsal kabilinden yer verdim.
Yukarıdaki misallerden de anlaşılacağı üzere, bazı harflerin üzerinde bulunması icap eden şapkaların kullanılmamasının, tire ve kesme işaretlerine yer verilmemesinin çoğu kereler mana değişikliklerine, anlaşılması imkânsız ucubelere yol açmakta olduğu görülmektedir.
Bu vesileyle, gerek 1876 Kânûn-ı Esâsî ve değişikliklerinin, gerekse Sened-i İttifak ve diğer anayasal belgelerin aslına uygun bir şekilde, harfler üzerindeki şapkalar yerli yerine kullanılarak, kesme (’) ve tire (-) işaretlerine de yer verilerek yeniden yeni harflere çevirisinin yapılması gerekiyor. Bu görevin öncelikle TBMM’ye ait olduğunu düşünüyorum. Çünkü, birçok kurum, bu metinlerin yeni harflere çevirisini TBMM’nin sitesinden aynen almışlardır.
Umarım TBMM bu hatırlatmamıza itibar ederek bu metinlerin orijinal aslına uygun bir şekilde hatasız bir çevirisini yaparak bu belgelerin hakiki değeri korunmuş olur. Yoksa, bu çevirilerin bu halde oluşu, devletimizin büyük bir ayıbıdır. Bu ayıba bir an önce son verilmesi zaruri derecede gereklidir. TBMM Başkanlığının bu işi bir an önce yerine getirmesi için buradan çağrıda bulunuyorum. Bizimkisi sadece hatırlatmaktan ibaret, gerisi TBMM’ye aittir.
1876 KÂNÛN-I ESÂSÎ’DE ÇEVİRİ HATALARI: TBMM BAŞKANINA ÇAĞRIMDIR
|