İstanbul sözleşmesinin 12. maddesinde yer alan “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla” ifadesi şüphesiz ayrım gözetmeksizin bütün değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi hedef alıyor. Bu haliyle kabul edilmesi mümkün olmayan, şeytani bir amacı ortaya koyuyor. Ancak, ince ve hassas bir yaklaşımla bakıldığında, gerçekten de İslam’ın özüne de ters düşen, bizleri utandıran, kadınların geçmişte ve günümüzde mağdur edilmelerine yol açan bazı geleneklerimizin olduğunu, bunların da köklerinin kazınması gerektiğini görmemiz lazım.
Bir kısmı geçmişten gelen, bir kısmı da sonradan ithal ettiğimiz davranış kalıpları ve adetlerin temel değerlerimize ters düştüğünü, savunulamayacak sonuçlar doğurduğunu, olayları büyütmek ve suistimal etmek isteyenlere kötü malzeme verdiğini kabul etmeliyiz.
Namus; uğrunda ölüme gidilecek, ölesiye savunulacak, hem kişisel hem de toplumsal bir değer ifadesidir. Vatanımız namustur, ailemiz, dinimiz ve kültürümüz namusla birlikte anılır. Namus düşkünlüğümüz, yurdumuzu işgal edenlere baş kaldırmamıza, bağımsızlığımızı yeniden kazanmamıza, teröristlerle mücadele etmemize güç kaynağı olmuştur.
Tecavüze uğrayan bir kız veya kadın, öldürülmesi gereken bir namussuz değildir! Onu öldürme kararı alan yakınlarının yaptığı da namus temizliği değil, dünya ve ahiret rezilliğidir. Namus kavramı, aile ve akraba içindeki kadın ve kızlara musallat olan alçakların yaptığı pislikleri kapatmak için kullanılamaz. Sayısı az da olsa bu tür olaylar yüzünden gavur Avrupa’nın “sözde namus” karalamasına maruz kalıyoruz. Namus kavramını katillerden ve hakiki namussuzlardan kurtarmamız lazım. Namusun değerini suistimal ettiği anlaşılan kişilere, hiç acımadan en ağır cezaları vermek gerekir. Fakat, namusu için nefsi müdafaada bulunan kişilere de zulüm yapılmamalıdır. Namus kavramının değil, namusu kötüye kullananların kökü kazınmalıdır. Bu temizliğe, namus iftirasında bulunarak masumların hayatını karartan hakiki namussuzlar da eklenmelidir.
Kadınlara yönelik toptancı ve aşağılayıcı deyim ve kötü atasözlerini terk etmeliyiz! Aksi takdirde kadınların insan olup olmadığını tartışan Ortaçağ Avrupasından bir farkımız kalmaz!
-Kadının belinden sopayı, karnından sopayı eksik etmeyeceksin!
-Kızı gönlüne bırakırsan, ya davulcuya gider, ya zurnacıya.
-Kadın dediğin, taktın mı koluna; vurdun mu duvara yapışmalı.
-Kadın, erkeğin el kiridir!
-Ya benimsin, ya toprağın!
Bu ve benzeri sözlerin sonuçları toplumu yozlaştıran, huzuru bozan ve faillerini her iki dünyada sorumlu kılan olaylardır. Sırf kadın olduğu için yapılan bu aşağılama ifadelerini hayatımızdan ve edebiyatımızdan çıkarmamız gerekir.
– Kızların kaçırılarak evlenmeye zorlanması > İnsani ve İslami değerler içinde sayılamaz.
– Miras ve ticaret amaçlı evlilikler için baskı yapılması > Dünya ve ahiret birliği sayılan evlilik için sorunlu ve mutsuz bir başlangıç olur.
– Berdel (bir aileden kız alıp karşılığında kız vermek) türü evlilikler > Berdel evliliğinde masraftan kaçma veya canlı başlık parası amaçlanıyor. Berdele kurban edilip de mutlu olanı hiç duymadık!
– Başlık parası veya benzeri menfaat için yaşlı erkeklerle evliliğe itilmesi > Kızların geçim kaynağı olarak görülmesi, yaşlı erkeklere peşkeş çekilmesinin insani veya İslami izahı yapılamaz.
– Kumar veya ticari borçlar karşılığında kızların evlendirilmesi > Bu tür olayların meşru görülebilmesi mümkün değildir.
– Tecavüz olaylarında cezadan kurtulmak ve ailenin rezil olmasını önlemek için tecavüzcü saldırganla evliliğe zorlanması > Tecavüze uğrayan kişilerde etkisinin ömür boyu sürdüğü bilinirken, sırf saldırganı korumak ve mağdurun ailesinin mahcubiyetini gizlemek için yapılan evlilikler de uygun görülemez. Tecavüz varsa suç ve suçlu vardır. Cezası kesinlikle verilmeli ve eksiksiz çekilmelidir.
Toplumun şuurundan hakiki dindarlık ve Peygamber aleyhisselamın Sünnetine ittiba (uyma, uygulama) titizliği kayboldukça, yerlerini nefsani uygulamalar ve hurafeler doldurmaya başlıyor. Kadın-erkek ilişkileri açısından asr-ı saadette yakalanan seviyenin çok gerisinde kalındığını, İslam ailesi yapısında kadın-erkek ilişkisi ve iletişiminin zayıflatıldığını söyleyebiliriz. Feminist akımların saldırılarına karşı en güzel cevabı verecek olan, İslam’daki yerini ve değerini gayet iyi bilen hanım kardeşlerimizdir. Benzer şekilde, haksız erkek uygulamalarına ve taleplerine karşı da Peygamber a.s. ve ailesi en güzel ölçü ve eğitim unsuru olarak görülmelidir.
Yerli ve Milli olmayan ama neredeyse gelenek halinde uygulamaya başladığımız yanlış işler de az değil!
Evlilik kararı almadan önce flört etmek ve hatta ancak evlilikte yaşanabilecek kadar yakınlaşmak sıradan ve normal bir durum haline geldi. “Sevgili” adıyla meşrulaştırılmaya çalışılan bu gayri meşru birlikteliklerde en çok yıpranan taraf kadınlardır. Uzun süreli nikahsız partner ilişkilerinde de bıkma, terk etme veya aldatma gibi olaylar yaşanabiliyor. Kadınların evlilik dışında yaşama rahatlığı, erkeklerin evlilikten kaçınmasını kolaylaştırıyor. Evlilik kararı alındığında, uzun süren söz ve nişan dönemleri de evliliğin heyecanını ve gücünü köreltiyor. Gayri meşru flört ve sevgili halleri ile büyük masraflar eşliğinde tabulaştırılan söz, nişan ve düğün merasimleri de kötü gelenekler arasındadır. Zorlaşan evlilikler zinaya kapı aralıyor. Ağır borç yükü, genç çiftlerin mutsuzluğuna neden olarak kısa zamanda yıpratıyor. Boşanmalar artıyor, evlilik süreleri kısalıyor, evlenme yaşları da giderek yükseliyor.
Bir Müslüman, ancak Rabbine boyun eğer ve önünde diz çöker. Batıl olan batıdan, bize bulaşan kötü bir gelenek de erkeklerin artık diz çökerek kızlara evlenme teklif etmeye başlamalarıdır. Gençlerimiz arasında hızla yayılan bu kötü adetin de kökü kazınmalıdır!
Yapılan Düğün törenlerimizin büyük bir çoğunluğu Hristiyan ve Yahudi gelenek ve adetlerinin işgali altındadır! Davetlilerin huzurunda ilk dansın yapılması, davetlilerin de onlara katılması, kadın erkek karışık oyun ve halayların kurulması, aşırı makyaj ve dekolte kıyafetlerle boy gösterilmesi zararlı geleneklerdir. Evlilik denilen kutsal yolculuğa; günah, israf ve kıskançlık gibi olumsuzluklar içinde başlamaları talihsiz bir durumdur.
Özetleyecek olur isek; aile hayatımızı yozlaştıran, kadın ve erkek arasındaki muhabbeti ve düzeni bozan, hak ve adalete uymayan, işimize geldiği için dini kılıflar içinde sakladığımız kötü alışkanlıklarımız, yanlış törelerimiz ve geleneklerimiz de maalesef vardır. Bunların dışında içimize sokulan yabancı gelenek ve adetler de bol miktarda bulunmaktadır. Dinimizin ve Milletimizin temel değerleriyle, kadim kültürümüzle örtüşmeyen yerli veya yabancı kaynaklı töreleri veya gelenekleri tespit ederek hayatımızdan çıkarmak boynumuzun borcudur!
Yüce Allah bizlere yardım etsin. Hak ve adalet çizgisinden ayırmasın. Amin…
|