|
||
ELİNİ OMUZUMDAN İNDİRME BABAM | ||
Osman HAZIR / Araştırmacı / Yazar | ||
ELİNİ OMUZUMDAN İNDİRME BABAM Kıymetine değer yetmez babam yanımda oldukça huzur ve bereketin evimizde dolup taştığına hep şahit olmaktayım. O huzurun ve bereketin nefesini içime çektiğim bu günlerde babama olan minnet ve sevgimin bir tezahürü olarak sosyal medya hesaplarımdan: “Elini omuzumdan çekme babam.” Başlığı ile babamın eli omuzumda bir fotoğrafımı paylaştım. Altına da üstad
Bestami Yazgan’ın: Doğruluk libasımız, En büyük mirasımız. Kısılmayan sesimiz Yiğit babam, mert babam, Görmeyesin dert babam! Mısralarını eklemiştim.
Bir minnet ve bir sevgi tezahürü olarak gördüğüm bu kısacık paylaşımın bana kederlerle yüklü bir hikayeye şahitlik etme imkanı vereceğini elbette bilemezdim. Öncesi bir yakın akrabamın vefat etmiş baba özlemini depreştirmesi nedeniyle dökülen sabah göz yaşlarına dualarımızı eşlik ettirmeye çalışmıştık. Paylaşımın sızılı kısmı bu kadar diye düşünmeye başlamışken ne çok kederli hikayeler varmış dedirten bir sürprizin beni beklediğinden habersiz iş yerimdeki odamda çalışıyordum.
Kederin İmam hali
Resmi işleri için daireye gelen Erol hoca selam verip içeriye girdi. Aleykümselam hoş geldin hocam” der demez bana döndü:
“Osman hocam sabah ki “Elini omuzumdan çekme babam.” Şeklindeki resimli paylaşımınızı gördüm. Çok etkilendim. Eğer müsaadeniz olursa bir kıssa anlatabilir miyim?” dedi.
Açıkçası hafta içi en az üç okulda vereceğim seminerler, derse gireceğim 4 ayrı sınıf ve üniversite öğrencileri ile yapacağım “gençlik Psikolojisi” konulu atölye çalışmaları için zamana ve yoğunlaşmaya ihtiyacım vardı.
Ancak Erol hocanın kıssa anlatma konusundaki isteğine karşı koyma imkanımın olmadığını anlamıştım. Ayrıca Erol hocanın anlatacaklarına odaklanmış halde nefes almadan odanın ortasına kadar gelmiş olması merakımı da uyandırmıştı.
“Otur hocam” diyerek kendisine yer göstermeme kalmadan anlatmaya başlamıştı bile:
“Hocam, babam bundan 40 yıl önce ben 5-6 yaşlarındayken bizi terk edip gitti. Çekip gittiğinde geride en küçüğümüz 6 aylık olan 5 çocuk bıraktı.”
Açıkçası Erol hoca bu şekilde bir giriş yapınca şok olmuştum. Beklemediğim bir hikaye başlamıştı. Kendisini önceden tanıyordum. Uzun uzun oturup konuştuğumuz olmuştu. Ancak hikâyesinin bu yönünden haberim yoktu. Ben şok ile boğuşurken o anlatmaya devam ediyordu.
“Babam köyde birilerine borç yapmış. Borcunu ödeyemeyeceğini düşünüp kaçmak istemiş. Beni, kardeşlerimi ve annemi öylece bırakıp Kıbrıs’a kaçmış. Orada kendisine bir düzen kurmaya çalışmış. Aslına bakarsan onu da çok becerememiş. Gün bulup/çalışıp gün yemiş. Aradan geçen bu kadar yıl sonra benim küçüğüm olan erkek kardeşim babamı aramaya koyuldu. Onun izini Kıbrıs’ta bulmuş. Buraya getirmiş. Şimdi de ağır hasta olmuş hastaneye kaldırmışlar.”
Erol hoca bunları anlatırken ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Öylesine ağzımdan dökülüverdi:
“Peki hocam sen babanı gidip gördün mü?”
“Hocam ben babam hayattayken babasız büyüdüm. Bizi köylü büyüttü. Zekat ve fitre paraları ile geçindik. İmam hatip müdürü okul pansiyonunda parasız konaklattı. 7 yıl imam hatibi ücretsiz okudum. Babasızlığın yokluğunu iliklerime kadar yaşayarak büyüdüm.”
Açıkçası kopmuştum. Dilim tutulmuş. Göğsümden yukarıya doğru içten içe bir hıçkırık yüklenmesi olmaya başladığını hissediyordum. Ancak Erol hoca durmaksızın anlatıyordu.
“Hocam babasızlık öyle zordu ki; arkadaşlarımın babaları köyden gelir onları okulun pansiyonundan alır elbise alışverişine götürürdü. Ben de köylüm diye onlara eşlik edip yanlarında giderdim. O babalar bazen kendi çocuklarına alışveriş yaparlar bana bir şey almazlardı. Ben boynu bükük dönerdim. Hocam ben 35 yaşında memur olabildim. Mersinin sokaklarında fayans döşemediğim sokak kalmadı desem yeridir.”
Arada bir şeyler sorma veya söyleme ihtiyacı hissediyordum sanki. Babasızlık çok zordu değil mi? diye cevabı belli bir soru ağzımdan dökülüverdi.
“Zor olmaz mı hocam hep baba aradım. Yanımda olsun istedim. Okurken ve özellikle evlenirken babamı o kadar istedim ki anlatamam.”
Bu esnada yaşlar gözlerime çoktan hücum etmişti. Hıçkırıklarımı kontrol edebilme çabasıyla birlikte sordum: “Hastanede babanı gördün mü? Yanına gittin mi?” “Gitmedim hocam. Onu affedemedim. Diğer kardeşlerim gitti. Ben gidemedim. Dediğim gibi; terk edip gittiği ve 40 yıllık bir ömrü babasız geçirttiği için öfkem dinmedi gitmedim. Biliyorum baba önemli. Dinim yaptığım vazifem bunu söyler bana. Ancak gitmedim/gidemedim.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Yine de bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüğümden: “Erol hocam onu görmeye gitmediğin için, ona kızgın olduğun için hiç kimse seni kınayamaz. Bu konuda seni kimse eleştiremez. Ancak sanki gidip sana yaşattıkları nedeni ile onu görsen, bak hastaymış vefat ederse bir pişmanlık yaşamaman için görüp bir kısmını yüzüne söylemen belki daha iyi olur.” Dediğimi hatırlıyorum.
“Ne bileyim hocam gitmedim. Ne yaparım bilmiyorum.” Dedi.
“Erol hocam git. Hatta yarın Allah’ın huzurunda; Allah’ım bu adam bana ve kardeşlerime babalık yapmadı. Bizi terk etti gitti. Ancak ben onu görmeye gittim diyebilmek için git. Hatta belki çok zor ama mümkünse onu affet. Affetmek insanı yüceltir. Affetmezsen de kınanmazsın ama sen bilirsin. Ancak affetmesen bile git. İçindekileri yüzüne söyle. Yarın göğsünde bir pişmanlık yumrusu taşıma.” Dedim. Tabi bütün bunları söylerken bu kederli hikayenin bıraktığı etki, ile ağlamama mani olamadığımı da söylemeliyim.
Kız kardeşi de Diyanet personeli olan bu değerli hocam ve kardeşleri soy ismini taşıdıkları acılı annelerini 2018 yılında kaybetmişler. O anne tek başına 5 çocuğunu babasız büyütmüş. Erol hocaya söylemeye çalıştığım gibi, babaları küçükken vefat etmiş olsaydı ölmüş baba nedeniyle yetimliğin ve babasızlığın yokluğu ile büyürlerdi. Elbette bu da zor olurdu. Ancak hayatta bir baba ama yok. İşte bu sebeple babasızlığın yokluğu ve eksikliği çok zor ve kederli bir hikâyenin örgüsünü gergef gibi işlemiş yüreklerine.
Erol hoca odamızdan çıkarken kafası çok karışıktı. 40 yıl önce kendilerini terk edip giden şimdi ise bir hastane köşesinde çocuklarının merhametine muhtaç hale gelmiş babasını görmeye gidip gitmemeye karar verememişti. En azından ben öyle hissettim.
Sıkıntıyı birlikte göğüslemek
Düşündükçe hafsalamın almasını iimkansızlığına şahitlik ettiğim bu hikaye bana, anne baba olmanın ne kadar önemli sorumluluklar yüklediğini hissettiriyordu. Borcu harcı ve dünyevi sıkıntıları bahane edip çoluğunu çocuğunu ananeden babadan yoksunluğa mahkum etmek, onları yetim gibi boynu bükük bırakmak nasıl bir şeydir. Bunu anlama imkanım yok.
Ancak şunu kesinlikle anlıyor ve biliyorum ki; o yavruları babasızlığa mahkûm etmektense onlarla beraber olup maddi sıkıntıyı birlikte omuzlamak aile olmak demektir.
O nedenledir ki “Elini çoluk çocuğunun omuzumdan çekmeyen adam olmak, baba olmak lazımdır.”.
Bu hikâyenin sonu
Bilmiyorum nasıl biter. Ancak bir yerlerde beni okur ve duyarsa Erol hocaya tekrar seslenmek isterim: “git be hocam gör babanı. Yüreğin nasıl bilmem ama yapabilirsen affet…”
Sorumluluklarını bilenlerden olabilelim duasıyla…
Vesselam!
ÖNEMLİ NOT: Hikâye gerçektir. Ancak hikâyedeki hocamızın ismi tarafımdan değiştirilmiştir.
|
||
Etiketler: ELİNİ, OMUZUMDAN, İNDİRME, BABAM, |
|