|
||
Hedef İran Olabilir Mi? | ||
Prof. Dr. Esat Arslan | ||
Hedef İran Olabilir Mi? Şimdi gelin hep birlikte anımsayalım, kurgulanan İran-Irak savaşı buna hizmet etmiş midir? Evet etmiştir. Saddam Hüseyin’in Sünni dünyadan almış olduğu destekle birlikte İran tarafının savaşı sekiz yıl uzatması ve İran’ın Saddam’ı devirme azmi hem siyasî hem de mezhepsel olarak bölgesel bazda bir kutuplaşmayı hem tetiklemiş hem de derinleştirmiştir. Daha sonra yapılan Afganistan ve Irak işgalleri bu kutuplaşmayı pekiştirmiş ve perçinlemiştir. Humeyni kuramsal olarak istemese bile konum olarak İslam Dünyasına karşı açılan Soğuk Savaşın bir kutbu ve ucu olmuştur. (1) Kissinger Sünni dünyayı, SSCB’nin yerine koymuş ve Sünni dünyadaki entegrasyonu, bütünleşmeyi alabildiğine zayıflatmıştır. ABD’nin özellikle Irak’a karşı örtülü bir biçimde İran nüfuzunu zımnen etkileştirerek taşıması açıkça eleştirilmiştir. Bu cümleden olmak üzere Suud Dışişleri Bakanı Faysal hem de ABD ziyareti esnasında Amerikalıların altın bir tepsi içinde bunu İran’a sunduğunu ileri sürmüştür. Benzeri eleştiriler Ürdün Kralı II. Abdullah’tan da gelmiştir. İran, ABD’nin ebedi düşmanı gibi gösterilme algısı bir yana İran’la ilişkiler bağlamında Tahran hep akıllı bir biçimde kapıyı açık tutmuştur. Şu bir gerçektir ki, aslında Ayetullah Humeyni ABD için “Büyük Şeytan” (Şeytan-ı Bozorg Amrika), İsrail için “Küçük Şeytan” (Şeytan-ı Küçük İsrail) ve Birleşik Arap Emirlikleri için “Minik Şeytan” (Şeytan-ı Minik İmarat) terimlerini kullansa da hiçbir zaman ilişki kurmayacağını söylememiştir. Kapı hep açık tutulmuştur. Anımsayalım, ABD bir dönem, İran, Irak ve Kuzey Kore gibi ülkeleri şer ekseni olarak tanımlamıştır. Bu görüşün doğal bir sonucu olarak fosil yakıtı batıya karşı bir silah olarak kullanmak amacıyla kurulan Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği (OPEC)’nin iki lider ülkesi Irak ve İran “çifte kuşatma” (dual containment) siyasetine maruz bırakılmıştır. Bu politika bağlamında ve İran’ın da yardımıyla kuşatılan ülkelerden Irak işgal edilmiş ve Saddam devrilmiştir. Saddam’ın devrilmesinden sonra kuşkusuz en kazançlı ülke İran olmuş ve Irak’taki güç boşluğu İran tarafından doldurulmuştur. Ne zamana kadar? ABD’nin Irak’taki başarısızlıklarına kadar bu süreç devam etmiştir. Irak’taki başarısızlık İran’a fatura edilmiş, şimdi de İsrail’in Gazze’deki başarısızlığının hedef ülkesi İran olmuştur. İsrail’in Şam'ın kalbinde iki İslam ülkesini, Suriye yanında İran’ın Şam’daki konsolosluk binasını F-35’lerin fırlattığı altı füzeyle vurması Cenevre Konvansiyonu başta olmak üzere uluslararası hukuku bir kez daha çiğnemiş ve aynı zamanda ‘haydut devlet’ vasfını da dünya kamuoyu önünde birleştirmiş ve perçinlemiştir. İsrail’in İran ve Suriye’yi hedef alması hiçbir yoruma gerek kalmaksızın doğrudan bir savaş nedenidir. Aslında İsrail ile İran birbirlerine düşmanlıklarını ilan etmiş iki Ortadoğu devletidir. Diğer bir ifadeyle İran’ın ilişki kurma konusunda tek tabusu İsrail’dir. ABD nedense, kendileriyle diplomatik ilişki kurulmasından ziyade İsrail’le diplomatik ilişkiden sarf-ı nazar edenlere öfkelenmektedir. ABD için İsrail en fazla kayrılan ülke statüsünden öte bir durumu dikte ettirmektedir. Kuşkusuz bu durum 15 Şubat 1979 İslam devriminden sonra gerçekleştirilmiştir. Öte yandan İsrail ortaya koymuş olduğu fütursuzca “ben yaptım oldu” saldırıları ile haydut devlet statüsünü Ortadoğu’nun tüm otantik ülkelerine göstermiştir. Bu durum herkes tarafından kabul görmektedir. Yapılan bu son saldırı İran’ı çetin bir denklemin içine çekmiş ve çekmeye de devam etmektedir. Öte yandan Tahran yönetimi bunun Netenyahu’nun bir oyunu olduğunu, İsrail’e misliyle yanıt vermek amacıyla İran’ı kurgulanan bu oyuna çekebileceğini de görmüştür ve görmektedir. Aslında Netanyahu kendisini Gazze başarısızlığı ortamından kurtaracak yeni cehennemler aramaktadır. Açıkça görülmektedir ki, İsrail’in yapmış olduğu bu saldırı Biden yönetiminin İsrail’e bağlılık taahhüdünü sürdürürken çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmesini önleme siyasetini de çıkmaza sürüklemektedir. (2)
Yapılması ve görülmesi gerekenleri şu şekilde özetlemek olası görünmektedir. Birincisi, Netanyahu’nun ABD yönetimini İran’a karşı el yükselterek kendi oyununa çekmeye çalıştığı açık seçik görülmektedir. Diğer bir deyişle İsrail’in şahinleri öteden beri İran’a karşı ABD ’yi ön safta savaştıracak bir çatışma senaryosunu ortaya koyarak bir taşla çok kuş avlama peşine düşmüşlerdir. Evet bunda başarılı da olmuşlardır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da İsrail, ABD ’nin koruma taahhüdü yerli yerindeyken savaş çıkarma pahasına kendi caydırıcılığını yeniden inşa etmek adına kendi sınırları zorlamaktadır. Diğer yandan Tahran’ın bu saldırıları yanıtsız bırakması ise İran’ı “kırmızı çizgileri aşılmış”, “caydırıcılığını yitirmiş” bir aktöre dönüştürebileceği de açıkça görülmektedir. Geçmişte olduğu gibi Direniş Ekseni’ndeki devlet dışı aktörlerle yanıt verilebilir ama bu da itibar aşınması, bu ‘de facto’ durumu önlemeye açıkça yetmemektedir. (2)
Bu saldırıyla Netanyahu, ABD üzerinde de baskı kurmak suretiyle Biden yönetiminin İsrail’e bağlılık taahhüdünü sürdürürken çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmesini önleme siyasetini de bir girdaba sürüklemektedir. Gazze’deki soykırım savaşına paralel olarak işlerin kontrolden çıkma noktasında kendilerini doğrudan çatışmaya sürükleyecek bir tırmanıştan ya da bölgesel savaştan kaçınma konusunda kapalı kapılar arkasında kotarılan ABD-İran arasında anlayış birliği doğrudan hedef alınmıştır. ABD’nin örtülü bir biçimde İran’la yürüttüğü temasların çatışmayı sınırlandırma konusunda elde ettiği belirgin sonuçların üzerine odaklandığı açıkça görülmektedir. Diğer yandan ABD-İngiltere ikilisi, Yemen’deki Husilerin Gazze’de ateşkes sağlanıp insani yardımın önü açılıncaya kadar İsrail bağlantılı gemileri hedef alma konusundaki kararlılığını kıramamıştır. Ancak Lübnan’da Hizbullah, kontrollü çatışma stratejisi kapsamında angajman kurallarına bağlı kaldığı da görülmektedir. Söylemem odur ki, İsrail’in tuzağına düşmemek için şimdiye kadar yapılan suikastlar ve doğrudan İran’ı hedef alan Şam’daki F-35 saldırısı Tahran yönetimini alana çekmek adına ‘stratejik sabır’’nı hedeflemiştir ve hedeflemektedir. Netenyahu yönetimi kendini saldırgan bir devlet konumundan mağdur devlet konumuna sokacak tüm parametreleri kullanmaya çalışmaktadır. Şam’daki saldırının çok hedefli bir kışkırtma olduğunu özümsemiş olan Tahran yönetiminin basiret göstermek suretiyle yanıtını asimetrik yollarla yapabileceği düşünülmektedir. Temennim ve en büyük arzum Ramazan Bayramınızın savaşsız bir ortamda huzur içinde geçmesidir, sevgili okurlar.
Dipnotlar: (1) Mustafa Özcan, “Büyük Pazarlık ya da Üçüncü Savaş”, “Hedef Neden İran”, İstanbul, 2008, ss. 132-33 (2) Fehim Taştekin “İran’a Saldırı Savaş Nedeni Ve Fakat…”, Gazete Duvar, 03.04.2024; https://www.gazeteduvar.com.tr/irana-saldiri-savas-nedeni-ve-fakat-makale-1681326 /Erişim Tarihi 06.04.2024/ |
||
Etiketler: Hedef, İran, Olabilir, Mi?, |
|