Haber Detayı
15 Kasım 2020 - Pazar 11:41
 
ABD Seçimleri ve Küresel Jeopolitik
Amiral Cem Gürdeniz Yazdı; "ABD Seçimleri ve Küresel Jeopolitik"
GÜNDEM Haberi
ABD Seçimleri ve Küresel Jeopolitik

ABD’de 3 Kasım Başkanlık seçimleri önemli iki gelişmeye tanıklık etti. İlki 1900 seçimlerinden 120 yıl sonra 67 katılım oranı ile tarihinin en büyük ikinci katılım oranına erişti. İkincisi, ABD tarihinde bugüne kadar görülmemiş kutuplaşma ve bölünme rekorunu sağladı. İlk kez duyduğumuz kavramlar siyasi gündemi meşgul etti. Etmeye devam ediyor. Kırmızı eyaletleler, mavi eyaletler, deplorables (acınacak halde olanlar) gibi yeni terimler seçim terimleri arasında yerini aldı. Kısacası ABD, 1861-1865 arasında yaşanan İç Savaş sonrası ilk defa gerek içerde gerekse dışarıda iç savaş söylemlerine sahne oldu. Olmaya devam ediyor. Düşünebiliyor musunuz? Obama dönemi CIA Direktörü John Brennan 10 Kasım 2020’de ABD Başkan Yardımcısı Pence’e çağrı yaparak Başkan Trump’ın gizli devlet bilgilerini yok etmesini önlemesi için darbe yapmasını ve görevi devralmasını teklif edebiliyor. (Kaynak)

 

 

GERİLEYEN HEGEMON

 

ABD seçimlerinin sadece Türkiye için değil, tüm dünya için jeopolitik sonuçları olacak. Ancak görünen o ki, bu sonuçlar yer küreye yeni kriz ve istikrarsızlıklar getirmeye aday. Dünya, gerileyen bir hegemonun kışkırtıcı ve yıkıcı hamleleri ile karşı karşıya kalabilir. Biraz geriye gidelim. İki Dünya Savaşı, Kore, Vietnam Savaşları, Küba Füze Krizi, Anti Komünist Mc Carthy ve zenci hakları mücadele dönemi gibi önemli aşamalardan sonra, soğuk savaşı kazanan ABD, 1990 sonrası geçen 30 yılda iç savaş eşiğine geldi. Sovyetleri yenen ABD, arkasına NATO, Japonya, Güney Kore, Singapur ve Yeni Zelanda gibi sarsılmaz müttefiklerini aldığı halde bu büyük zafer ve mirası 30 yılda nasıl tüketti? İç savaşın ve bölünmenin eşiğine nasıl geldi? Dünya tarihinde örneği olmayan bir durum ile karşı karşıyayız. Soğuk savaşın sona erdiği ve Rusya Federasyonu'nun Gorbaçov ve Yeltsin sayesinde neredeyse dağılma aşamasına geldiği; Çin’in içine kapanarak üretime odaklandığı 90'lardan sonra Amerikan üstünlüğü tartışmasızdı. NATO doğuya genişlemiş, Yugoslavya parçalanmış yeni devletler NATO’ya üye yapılmıştı. Avrupa’da jeopolitik düzenleme çok hızlı başarılmıştı. Ancak önemli olan Asya ve Afrika idi.  11 Eylül sonrası GWOT (Terörle Küresel Savaş) mantrası altında Afganistan’dan Irak’a; Libya’dan Suriye’ye pek çok alanda jeopolitik deprem dayatıldı. Amerikan Dışişleri Bakanı Rice 2004 yılında gururla ‘’22 devletin sınırlarını değiştireceğiz’’ diyebiliyordu. Maalesef bu süreçte doğrudan ve dolaylı nedenlerle milyonlarca masum insan öldü, yaralandı, sakat kaldı, mülteci oldu, cesetleri kıyılara vurdu ve vurmaya devam ediyor. Duraksama 2008 de geldi. Mali kriz ile birlikte, aynı yıl yaşanan Rusya-Gürcistan çatışmasında Amerika'nın geri çekilmesi dünya için yeni bir uyanış sağladı. Hegemonya düşüşteydi. 2012 mali krizi, Libya, Suriye, Yemen, Venezuela ve Batı kaynaklı diğer kriz bölgelerinde devam eden kışkırtmalar, Washington Mutabakatının güç kaybının koşullarını yarattı.

 

 

TRUMP İLE HIZLANAN GERİLEME

 

Donald Trump, devam eden başarısızlıklara ve hızlı düşüşe bir yanıttı. Trump yönetimi, son 4 yılda dünya hegemonik sisteminde ve ABD iç politikasında önceden benzeri görülmemiş değişimler yarattı. Trump, küreselleşme karşıtı içe dönük teori ve pratik ile paradigma değişimi yarattı. Cumhuriyetçi olmasına rağmen, Washington Mutabakatının birçok özelliğine meydan okudu. Bu meydan okuma, Askeri Sanayi Kompleksi ve finans güç merkezlerini rahatsız etti. Zira savaşa başvurmadı. Ancak düşüş durdurulamadı. Çin’in askeri, siyasi ve ekonomik yükselişi ve Rusya ile birçok alanda stratejik iş birliğine girmesi çok kutuplu dünya koşullarını güçlendirdi.  Diğer yandan Covid 19 yönetiminin yanı sıra iç cephede George Floyd ayaklanmalarının kriz yönetimi başarısızlıkları ABD prestijinin kaybına katkıda bulundu. Dış politika alanında, ABD'nin Golan Tepeleri ve Kudüs gibi hassas konularda BM Güvenlik Konseyi Kararlarını tanımama yönündeki tek taraflı uygulamaları ile dünya barışı ve çevre için önemli uluslararası anlaşmalardan çekilmesi, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana kural koyucu ve dürüst arabulucu aracı olarak öne çıkan liderliğini ortadan kaldırdı.

 

 

BIDEN VE BEKLENEN FIRTINA

 

Medyaya yansıdığı kadarıyla Biden kabinesinde adı geçen isimler tartışmasız bir savaş kabinesi formatında. İsmi geçenlerin pek çoğu ABD’nin son 20 yılda yarattığı karmaşık tabloya katkı sağlamış neocon isimler. Sadece bu isimler bile yaklaşan dönemin yakıcı ip uçlarını veriyor. Ancak ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası yakalamış olduğu ekonomik, siyasi ve askeri koşulları tekrar yaratamaz. Zira ABD halkı ikiye bölünmüş durumda. Onları tekrar bir araya getirecek değerler, tehdit ve risk algılamaları ortadan kalktı. ABD’de toplumsal mutabakata hiçbir katma değer sağlamayan ve hatta bizdeki FETÖ gibi devleti yok etmeye odaklı dini tarikatlar ile ırkçı ve ayrımcı oluşumlar henüz 250 yaşındaki bu suni devleti ve 20 yüzyıl medeniyet temsilcisini başarısızlık çukuruna çekiyor. Zira toplum sözleşmesi artık yok.  Başkan George W. Bush gibi bir neocon Cumhuriyetçinin desteklediği Demokrat lider Joe Biden yeni maceralara atılsa bile artık Amerikan sert gücü hiçbir yerde kalıcı sonuç alamaz. Diğer bir deyişle Başkan Biden’ın Washington Mutabakatını yeniden kurması çok kutuplu dünya düzeni altında neredeyse imkansız. Müesses nizam (The Estabishment) Ulusal Güvenlik Devleti (Askeri Endüstri, Pentagon, Medya, Düşünce Kuruluşları, Akademi, İstihbarat Dünyası) ve Wall Street (Finans Dünyası), Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve) bu hedefe kitlenmiş olsa da koşullar ve yetenekler yetersizdir. Üretim ve ekonomik büyümedeki ciddi yapısal sorunlar; genel borç, işsizlik ama en önemlisi kutuplaşma süreci ABD’de yeni bir yükselişi zorlaştırmaktadır. Küreselciler ve ulusalcılar; kıyı eyaletleri (Mavi Amerika) ve kara eyaletleri (Kırmızı Amerika); Cumhuriyetçiler ve Demokratlar; Beyaz Yakalılar, Mavi Yakalılar; Şehirliler ve Taşralılar; Muhafazakârlar ve liberaller; Elitistler ve fakir kitleler (Deplorables); Eğitimliler, eğitimsizler.  (ABD nüfusunun yüksek okul mezunu sayısı her gün azalmaktadır. Bugün için bu oran 28 dir.) Bu saydığım gruplar, yeni dönemde kutuplaştırmayı derinleştirecek sosyal katmanlar ve faktörlerdir. Bu kutuplaşmanın en önemli dışa vurumlarından birisi de aşırı seviyelere ulaşan bireysel silahlanmadır.

 

 

DÜZEN KURAMAYAN ABD

 

Bugün ABD'nin tarafsızlığından, arabuluculuğundan ve son tahlilde oyun kuruculuğundan bahsedemeyiz. Kaldı ki soğuk savaş sonrası, finansal krizler, çatışma ve savaştan başka katma değer yaratamamış süper bir güç ne içerde ne dışarda düzen kuramıyor, değişim yaratamıyor, ancak hala hegemonya iddiasında bulunmaya çalışıyor. Yeni seçilen Başkan Biden, Trump’a nazaran çok daha iddialı bir şekilde ‘’Hür Dünyanın, Demokrasi ve İnsan Haklarının’’ Temsilciliği rolüne sarılacaktır. ABD kendi ülkesinde ayrımcılık, aşırı güç kullanımı, insan hakları ihlallerini günlük düzenin alışılagelmiş bir uygulaması olarak içselleştirirken, Çin, İran, Venezuela, Rusya ve Türkiye’ye demokrasi ve insan hakları dersi vermeye devam edecek. ABD’de birilerinin artık bu ülkenin normal ülke konumuna geçmesini ve içerde toparlanmasını tavsiye etmeli. Yoksa içerdeki huzursuzluk ve bölünmüşlük ABD’yi daha da dibe çekecek.  1946’dan bu yana nükleer silahlara harcanan 1 Trilyon dolarlık yatırım, 11 nükleer uçak gemisi grubu ve binlerce savaş uçağı ve muharebe tankı Pax Americana’yı yeniden kurmaya yeterli olamıyor. Zira içerde kurum ve kuruluşların ne uyumundan ne ülkü birliğinden bahsedilebilir. Doların rezerv para birimi olma özelliğinin aşınmaya başlamasını da bu tabloya eklememiz gerekir. Bugün 1945’e oranla ABD’ye kayıtsız şartsız sevgi ve saygı duyan ülke sayısı çok büyük oranda azalmıştır.  Yale tarih profesörlerinden Paul Kennedy ABD’nin düştüğü bu durumu 1987 yılında yayınladığı kitabı Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşü isimli kitabında emperyal aşırı gerilim (over stretch) terimi ile izah ediyordu. Bunu da ulusal refaha katkısı olmayan küresel taahhütleri karşılamak için güç intikal ettiren devletin iflası olarak tanımlıyor. ABD, 200’e yakın denizaşırı askeri üsleri, Türkiye’nin milli gelirine yakın savunma bütçesi, 80 milyar dolarlık istihbarat bütçesi ile yeryüzünde istediği yere güç intikal ettiriyor ancak kendi içine refah ve mutluluk intikal ettiremiyor. Bu kadar savaş ve askeri yatırım, ülkeye istikrar, refah ve prestij getiremiyor. ABD 27 trilyon dolar borcu olan bir ülke. Altyapısı yıpranmış, okul sistemi geri kalmış, sağlık sistemi iflas etmiş durumda. ABD eskiden fırsatlar ülkesi olarak bilinirdi. Çok güçlü orta sınıfı vardı. Bu orta sınıf tükendi. ABD’de artık fakir doğan, fakir ölüyor. Amerikan Rüyasının Amerikan Kabusuna dönüştüğü bir dönem yaşanıyor. Covid’e yakalanan bir fakir yaşlının hayatta kalma olasılığı 50 ‘nin altında. Son 10 ayda Covid’ den ölenlerin toplamı Kore ve Vietnam savaşında ölenlerin toplamından fazla.

 

 

BIDEN DÖNEMİNDE DÜNYAYI BEKLEYEN GELİŞMELER

 

 ABD’nin yeni dönemde en önemli hedefleri, NATO’yu güçlendirmek; Rusya ile Çin’i çevreleyerek küresel güç mücadelesinde üstün gel­mek ve böylece müdahaleci küresel liderliği yeniden tesis etmek; enerji arz güvenliği ile deniz ticaret rotaları ve kritik düğüm noktalarının kontrol tekelini idame etmek; baş­ta İran’ı etkisiz kılarak İsrail’in güvenliğine katkı sağlamak ve Arap Dünyası’nın bölünmüşlüğünü devam ettirmek, olacaktır. Bu süreçte Türkiye de hizaya sokulması veya gerekirse dönüştürülme­si gereken ülkeler listesindedir. Unutulmamalıdır ki, Biden’ın Türkiye’yi tehdit eden görüşleri sosyal medyada son aylarda en çok izlenen videolar arasındadır. Diğer yandan Biden dönemini bekleyen en önemli gelişme Neocon müdahaleci politikalara karşı hem içerde hem dışarda oluşacak yüksek direniş olacaktır.  Şartlar 11 Eylül saldırıları sonrası oluşturulan suni iklimden farklıdır. Bu direnişin en yakın örneği Karabağ’da yaşandı. Turuncu devrim kışkırtıcısı Soros kuklası Ermenistan Başbakanı Paşinyan, giriştiği emrivakiler sonrası Rusya, Azerbaycan ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayı hayal ederken, feci dayak yedi. Rusya, gerçekte koruması altında olan bir ülkeye atılan dayağa 44 gün boyunca ses çıkarmadı. Böylece, ABD seçimlerini arkasına alan Ermenistan’ın giriştiği macera büyük bir hezimet ile kapandı. Bu durum daha zorlu bir dönemi başlatacaktır. Biden ve ekibinin Rusya düşmanlığının üst seviye boyutu göz önüne alındığında NATO üzerinden Ukrayna, Gürcistan NATO üyelik hedefleri de kullanılarak özellikle Karadeniz’deki kışkırtmalar büyük ölçüde aratacaktır. Bu kapsamda Suriye’de rejimin ve Rusya’nın doğrudan Biden rejimi tarafından hedef alınacağını da söyleyebiliriz. Bu durum Ankara’yı tehlikeli bir şekilde ABD’nin yanına çekmede kullanılabilecektir. Ankara’daki Atlantik mandacıları bu durumu sonuna kadar kullanacaktır. Biden rejiminin Doğu Akdeniz ve ege sorununda Türkiye’ye destek vermesini beklemediğimizi belirtelim. Zira Türk Yunan krizi ABD’ye tarihinde olmadığı ölçekte Yunanistan’a askeri yığınak yapma olanağı veriyor. Bu olanak Güney Kıbrıs için de kullanılacaktır.

Diğer taraftan Karabağ zaferi Asya güçlerine ciddi bir kazanım ve moral üstünlük sağladı. Bu gelişme şüphesiz ABD’nin hedefinde olan iki ülke için de önemli sonuçlar doğurdu. Çin ve İran yeni dönemde en az Rusya kadar Biden Hükümetinin hedefinde olacak. İran’a uygulanan yaptırım, ambargo ve tehditler 2016 Ocak ayında Çin ile İran’ın 400 milyar dolarlık yatırım ve ticaret anlaşmasını getirmişti. Bir Kuşak -Bir Yol girişimini ilgilendiren bu yatırımlar aslında ekonomik boyutun çok önünde jeopolitik sonuçlar doğuruyor. Pakistan, İran ve Çin yakınlaşmasını doğururken, Hindistan’ı dışarıda bırakıyor. Hindistan aynen Türkiye gibi ABD ve hegemonya için oyun değiştirici bir ülke. Bayan Kamala Harris’in anne tarafının Hintli olması onun Başkan Yardımcılığına seçilmesinde en önemli rolü oynadı. Aksi takdirde Hindistan Sindirellası ancak Hollywood/Bolywood dramalarında söz konusu olurdu. ABD, 21. Yüzyılda küresel üstünlük ile Çin’i kuşatmak ve dengelemek için Hindistan’a muhtaç. Hindistan ABD ilişkilerinin gelişmesi İran Hindistan ilişkilerini menfi etkileyecektir. İran gerek doğal kaynakları gerekse coğrafyası ile halen Çin’e jeopolitik çapta büyük katkı sağlıyor. Örneğin, Bir Kuşak Bir Yol’un parçası olan İran’ın Körfez dışındaki limanı Şahbahar ile Pakistan sınırındaki Zahidan arasındaki demiryolu projesi en az (Çin Pakistan Ekonomik Koridoru) CPEC kadar etki yaratacak. Çin ile Arap Denizindeki Gwadar Limanı merkezli CPEC Koridoruna paralel geliştirilecek bu yol Çin’in Malakka Boğazına olan bağımlılığını bir kat daha azaltacak. Bu koridorlara Türkiye’nin gerek Şahbahar gerek Gwadar üzerinden deniz yolu ile gerekse Kars, Tiflis, Bakü ve Zahidan üzerinden (gelecekte) demiryolu; Karabağ zaferi sonrası Nahcivan, Azerbaycan karayolu üzerinden bağlanması söz konusu olacaktır. Diğer yandan Bandar e Jask petrol terminalinin de Hürmüz Boğazı dışında olması Çin ve İran’a gerekirse farklı alternatifler sunabilecektir. ABD bu projeleri önlemek veya geciktirmek için başta Keşmir sorunu olmak üzere hem Çin hem Pakistan’ı Hindistan üzerinden rahatsız etmeye devam edecektir.

 

 

YAZININ DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYIN
http://bncmedyahaber.com/yazar-abd-secimleri-ve-kuresel-jeopolitik-343.html

Kaynak: Editör:
Etiketler: ABD, Seçimleri, ve, Küresel, Jeopolitik,
Yorumlar
Haber Yazılımı