Yazı Detayı
27 Eylül 2020 - Pazar 10:40
 
Cem Gürdeniz Preveze döneminden, Mavi Vatan dönemine: Büyük Uyanış
Cem GÜRDENİZ / Yazar - E. Amiral
 
 

482 yıl önce bugün, 27 Eylül 1538 günü Adriyatik Denizi’nde yaşanan Preveze Deniz Savaşı ile Osmanlı ve Garp Ocaklarının oluşturduğu Türk Donanması, Papalık, Venedik, İspanya-Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Ceneviz gemilerinin oluşturduğu Haçlı Koalisyon Donanması’nı yendi ve Venedik Doçluğu ile İnebahtı yenilgisinin yaşandığı 1571 yılına kadar 33 yıl devam edecek Doğu Akdeniz’de bir barış dönemini başlattı. Diğer taraftan İspanya ve Malta şövalyeleri ile batıda rekabet ve savaş dönemi devam etti. Zaferden üç yıl sonra, 1541 yılında İspanya Kralı Charles Quint (Şarlken), Cezayir’e saldırıp onu yok etmeyi planlarken, yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. 1542 yılında Fransa’yı savunmaya yönelik anlaşma çerçevesinde Osmanlı Donanması 136 parça gemi ile Batı Akdeniz’de varlık gösterdi ve Marsilya’da uzunca bir zaman kaldı. Nice şehrine, Fransız Donanması ile ortak kuşatma yapıldı. Fransız Kralının davetiyle 1542 yılının kışı Toulon Limanında geçirildi. Yaklaşık 30 bin Türk şehre yerleşti. 1551 yılında Turgutreis, şimdiki Libya’nın Trablusgarp Limanını fethetti. Böylece Cezayir ve Tunus’tan sonra, yeni bir Garp Ocağının temeli atılmış oldu.

GÖRKEMLİ YÜZYIL  

1533 yılından Turgutreis’in öldüğü 1565 yılına kadar Garp Ocakları ve Osmanlı filoları, 40 bine yakın İtalyan ve İspanyol’u kıyı limanlarından esir alarak, Kuzey Afrika limanlarına taşıdılar. Bir Fransız Piskoposu 1561 yılında şöyle yazıyordu: “Turgutreis, Napoli Krallığını öyle bir idam ilmeğinin içinde tutuyor ki, Malta’dan, Sicilya’dan ve başka komşu limanlardan çıkan gemiler, onun kontrolü ve tacizinden geçmeden hiçbir yere gidemiyor.” Aynı günlerde Sicilya Valisi İspanya Kralına “denizlerin hâkimi olmasını sağlayacaksa majesteleri başta ben olmak üzere hepimizi köle olarak satsın. Kendileri ancak bu denizlerin Lordu olursa huzur ve sükûna erecek ve tabası da ancak o zaman korunabilecektir. Bu gerçekleşmezse hepimizin sonu kötü olacaktır” diyerek yalvarıyordu. 1543 ile 1560 arasında Akdeniz, Türk egemenliğinin her an hissedildiği bir deniz oldu. Kapdan-ı Derya Hızır Hayreddin (Barbaros)’un 1546 yılındaki ölümünden 14 yıl sonra, Cerbe ve Tunus’u 1560 baharında geri alan İspanya’ya, Piyale Paşa kumandasındaki Osmanlı Donanması 20 gün içinde karşılık vermiş, her iki şehir, İspanya’dan geri alınabilmişti. 20 günde İstanbul’dan Tunus/Cerbe’ye kürekli kadırgalarla erişebilmişlerdi.

TEKNOLOJİK DENGE

Söz konusu dönemde bu görkemli başarıların temel nedeni, Türk deniz gücü ile rakip güçler arasında teknolojik ve taktik uçurumun olmayışı idi. Kadırgalar, yani kürek gücüne dayalı filolar üzerlerindeki savaşçıları kullanarak denizde bir nevi kara muharebesi icra ediyorlar; Alçak bordalı, sadece başta ve kıçta az sayıda topa sahip kadırgalar düşman gemisine aborda olarak göğüs göğse savaş ile muharebeyi sonuçlandırıyorlardı. Rakipler ne zaman yüksek bordalı, yelkenli ve borda toplu kalyonlara geçti, işte o zaman denizlerde gerileme başladı.

SONUN BAŞLANGICI: İNEBAHTI 

En büyük yenilgi İnebahtı yenilgisi ile geldi. 7 Ekim 1571 günü, İyon Denizi’nde yaşanan İnebahtı Savaşı, Türk deniz gücünün Akdeniz’de büyümesinin engellendiği büyük bir yenilgi olarak tarihe geçti. Donanmanın karacı bir general olan Müezzinzade Ali Paşa emrinde olması büyük taktik hatalar zincirini tetikledi. Savaş, dört saat sürdü. 30.000 ölü ile tarihin en kanlı deniz çatışmalarından biri oldu. Bazı tarihçiler bu savaşı daha sonradan “Doğu’nun Trafalgarı” diye tanımladı. Bu yenilgi ile Türk deniz gücünün yenilmezlik efsanesi son buldu. İnebahtı’da asıl kaybedilen nitelikli denizci insan gücüydü. Bu savaş sonrası denizci bir ulus olan Venedikliler, denizlerdeki üstünlüğün gemilerden çok insanlara bağlı olduğunu bir kez daha ispat ettiler. Venedik Doçu, denizdeki Komutan Amiral Venier’e, ‘’acilen erişimi dahilindeki tüm yetenekli Türk denizcileri gizlice ve en uygun şekilde öldürün’’ emrini verdi. Bu tür önlemlerle Türk’ün denizlerdeki üstünlüğünün etkili ve kalıcı şekilde kırılacağını umuyorlardı. Onlara göre Osmanlıların denize dair meselelerdeki üstünlüğü artık mantıken sönmüştü.

BİLİM YOKSA DONANMA DA YOK

Haklıydılar. Atalarımız, bilimden, akıldan uzaklaştıkça denizden de uzaklaştı. İnebahtı sonrası Türk deniz gücü Akdeniz’den kademeli bir şekilde geri çekildi. 1583 yılında İstanbul Rasathanesi vebaya ve depreme neden oluyor diye Şeyhülislam’ın fetvası ile yıktırıldı. Yıkan donanma gemilerinin topçu ateşiydi. Kürekten yelkene 100 yıl geç geçtiler. 1770 Çeşme, 1827 Navarin ve 1853 Sinop Baskınları büyük jeopolitik kayıpları beraberinde getirdi. Gerileme ve çöküş dönemlerinin dönüm noktaları oldular.

DONANMASIZ 20. YÜZYIL BAŞLANGICI

 1876-1909 arasında hüküm süren II. Abdülhamit Döneminde Donanma Haliç’e hapsedildi ve kurumsal kültürü ile birlikte zayıflatıldı. Böylece 20’nci yüzyıla donanmasız girdik. Sonuçta, 1878 yılında Kıbrıs, Teselya, Tuna Havzası, Romanya, Karadağ ve Doğu Rumeli, 1881 yılında Tunus, 1882 yılında Nil Havzası, Mısır, 1897 yılında Girit, 1908 yılında Bulgaristan ve Bosna Hersek tamamen kaybedildi. Ardından yaşanan 1911 Libya ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda da Libya ve Yunanistan’ın tamamı ile Ege adaları donanmasızlık nedeniyle kaybedildi. Balkan Savaşı sırasında Çeşme’den bir Osmanlı vatandaşının donanmanın adalara ve sahillere yardıma gelmeyişi üzerine çektiği şu telgrafı dilerim tarihimizde bir daha okumayız:

“Yunan gibi bir devlet, posta vapurlarını ve hatta kruvazör istimbotlarını torpidobot yaparak adalarımızı işgal ediyor, askerlerimizi dağların tepesinde avlıyor. Daha da öte Anadolu sahillerimizde filikalar dahil ne kadar tekne varsa topluyor... Günler geçti. Gözlerimiz gece gündüz uzayıp giden denizde, Yunan gemilerinden başka bir şey görmüyor. Millet donanmayı bugün için beslemiyor mu? Yoksa bunları Bizans surları önünde geçit merasimi için mi saklayacağız?”

Balkan Savaşı sırasında denizdeki çöküşün temel nedeni sadece donanmasızlık ve deniz körlüğü değildi. Adalara jeostratejik perspektifte önem vermeyen Osmanlı İmparatorluğu, bu yerleşim yerlerindeki Türk nüfusunun korunması veya artırılması için de yüzyıllardır hiçbir tedbir almamıştı. 1900’lerin başında, Semadirek ve Gökçeada’da Türk nüfus yoktu. Taşoz’da 15 bin Rum’a karşılık 100 Türk, Limni’de 25 bin Rum’a karşılık 1000 Türk vardı. En çok Türk’ün olduğu ada 125 bin Rum’a karşılık 15 bin Türk ile Midilli adasıydı. Balkan Harbinde Donanma Karargahında görev alan Binbaşı Ali Rıza Bey 100 yıl sonra yayımlanan hatıratında şunları söylüyordu: “Artık bu adaları kaybettiğimizi biliyorduk. Çaresizdik. Sırtüstü yenik düşmüştük. Yunanlıların işgal ettiği adaların hemen çoğundan mülki ve askeri personeli zaten memlekete geri çağırmıştık. Başıboş kalan Osmanlı Adalarına Yunanlılar çıktıklarında, sessizliğe onlar bile şaşırdılar...Adalarda haberleşme imkanları doğru dürüst kurulmamıştı. Aynen İtalyan işgalinde olduğu gibi bazı adaların işgal edildiğini de neden sonra öğrendik...Beş asırlık hükümranlığı nasıl terk ettiğimizi tesadüfen öğrenmiştik.”

DENİZDEN UZAK İMPARATORLUK 

Evet, Osmanlının denize ve adalara bakışı buydu. En büyük darbe Birinci Dünya Savaşında geldi. İtilaf devletlerinin ortak donanması ve kara gücü Gelibolu yarımadasına Ege’de hiçbir engelle karşılaşmadan geldi ve asker çıkardı. Mustafa Kemal’in 57. Alay askerlerine “ben size ölmeyi emrediyorum” demek zorunda kaldığı Çanakkale Savaşlarında onbinlerce kayıp verdik. Sonrasında Yunan kuvvetleri hiçbir dirençle karşılaşmadan 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkabildi.

DENİZLERDEN KOPARAN SEVR 

Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğunun parçalanarak sadece Karadeniz’de kısa kıyısı olan küçük Orta Anadolu devletine dönüşmesini sağlayacak Sevr Antlaşması dayatıldı. Padişah derhal kabul etti. Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milleti ise yırtıp attı. 1 Eylül 1922 sabahı tam aksine Başkomutan Akdeniz’i hedef gösterdi. Denizlere kavuşan Türkler 29 Ekim 1923 de yeni bir cumhuriyet kurdu.

MAVİ VATAN ZAFERLERİ: TÜRK BOĞAZLARI VE KKTC

Türk Boğazlarının geri alınması yani anavatanımızdaki ilk mavi vatan zaferi Atatürk sayesinde 1936’da kazanıldı. Onun kurduğu Cumhuriyet Donanması son 100 yılda emin adımlarla stratejik kazanımlarla bugünlere geldi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile milletine ikinci büyük jeopolitik zaferi armağan etti. Doğu Akdeniz’de güneyden kuşatılmışlığımıza son verdi.

YENİ DİRENİŞ CEPHESİ: MAVİ VATAN

Bugün cumhuriyetimizin ikinci yüzyıla girişinde Toprak Gemi Anadolu’nun kıta sahanlığındaki devamı olan Mavi Vatan üzerinden yeni bir dönemi başlatan Türkiye’nin 100 yıl önce olduğu gibi denizlere çıkması, deniz gücü olması, denizcilik gücünü geliştirmesi istenmiyor. ABD, AB ve içimizdeki mandacı lobi Seville haritası ile karaya sıkıştırılmayı kabul eden; Kıbrıs’taki askeri varlığını geri çeken, güneyinde denize çıkışı olan kukla Kürt devletinin kurulmasına izin veren bir Türkiye istiyor. Türkiye’nin 21. Yüzyılda Akdeniz dışına çıkmasını, Kızıldeniz, Kuzey Afrika, Basra Körfezi, Arap Denizi gibi periferiye çıkmasına tahammül bile edemiyorlar. Onlara içerdeki emperyalizm dostları ile vizyonları ancak ufuk hattı kadar olan sözde aydınlarımızdan bir kısım da alkış tutabiliyor. Unutmayalım ki 100 yıl önce de Mareşal Fevzi Çakmak, Cumhuriyet Donanmasının Marmara dışına çıkmasına izin vermezdi. Türkiye bu tutucu karacı devlet anlayışını kırmıştır. Artık geri dönüş yoktur. Türk bayrağını denizler üstünde diğer okyanus alanlarında hayal edemeyenler geleceği ne okuyabilir ne de şekillendirebilir. Preveze Saferinin 482. Yıldönümünde büyük uyanış sağlanmıştır. Donanma gücümüzün yarım bin yıl sonra da olsa o döneme en yakın konuma gelmiş olmasının bilinci ve gururu içinde gerçek vatanseverlere haykıralım: ‘’21. Yüzyılda Türkiye ve Türk milleti denizcileşecektir. Bu süreç Mavi Vatan ve temsil ettiği tüm değerler üzerinden olacaktır. Denizde güçlü olmayan bir Türkiye, Anadolu’da tutunamaz. Denizcileşeceğiz. Yakaladığımız Mavi Vatan ivmesini kaybetmeden enerjimizi emperyalizme inat denizcileşmeye vereceğiz. Denizcileştikçe de Atatürk’e daha da yaklaşacağız. Türk halkını Atatürk ve denizle bir daha hiç ayrılmamak üzere buluşturacağız.’’

Bu kutsal günde deniz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyor; Donanmamızın su üstünde suyun altına, havada ve karada görev yapan tüm denizcilerine onlarla gurur duyduğumuzu, onlar sayesinde rahat uyuduğumuzu haykırıyor; torunlarımızın mavi vatan ve ötesindeki hak ve çıkarlarını korudukları için sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Çok yaşa Türkiye, Çok yaşa Deniz Kuvvetleri. Yaş gününüz kutlu olsun.

Bu yazıyı 17. Yüzyıl İngiliz Diplomatlarından Ricaut de la Marliniere’in şu sözleri ile bitirelim: 

“Türkler ihmallerini örtmek ve bu konuda karşılaştıkları başarısızlıkları üzerlerinden atmak için, Tanrı’nın denizleri Hıristiyanlara, karaları da Müslümanlara verdiğini söylerler. Hristiyanların ortak çıkarları için onların bu derin uykudan hiç bir zaman uyanmamalarını dileriz, çünkü Türkler, günün birinde denizde güçlü olmayı akıllarına koyarlarsa ve gerektiği gibi çalışırlarsa, bütün cihanın önlerinde eğileceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.”

(Kitap Tavsiyesi: Genç Deniz Tarihçisi Uğur Esmer’in KDY yayınlarından çıkan TCG Dumlupınar -Bir denizaltının on yıllık yaşam öyküsü isimli kitap halen Çanakkale Boğazı Nara Burnu derinliklerinde 81 şehidimizle mavi vatan nöbetine devam eden Dumlupınar denizaltımızın hazin kaderini anlatıyor.) 

GÖRKEMLİ YÜZYIL  

1533 yılından Turgutreis’in öldüğü 1565 yılına kadar Garp Ocakları ve Osmanlı filoları, 40 bine yakın İtalyan ve İspanyol’u kıyı limanlarından esir alarak, Kuzey Afrika limanlarına taşıdılar. Bir Fransız Piskoposu 1561 yılında şöyle yazıyordu: “Turgutreis, Napoli Krallığını öyle bir idam ilmeğinin içinde tutuyor ki, Malta’dan, Sicilya’dan ve başka komşu limanlardan çıkan gemiler, onun kontrolü ve tacizinden geçmeden hiçbir yere gidemiyor.” Aynı günlerde Sicilya Valisi İspanya Kralına “denizlerin hâkimi olmasını sağlayacaksa majesteleri başta ben olmak üzere hepimizi köle olarak satsın. Kendileri ancak bu denizlerin Lordu olursa huzur ve sükûna erecek ve tabası da ancak o zaman korunabilecektir. Bu gerçekleşmezse hepimizin sonu kötü olacaktır” diyerek yalvarıyordu. 1543 ile 1560 arasında Akdeniz, Türk egemenliğinin her an hissedildiği bir deniz oldu. Kapdan-ı Derya Hızır Hayreddin (Barbaros)’un 1546 yılındaki ölümünden 14 yıl sonra, Cerbe ve Tunus’u 1560 baharında geri alan İspanya’ya, Piyale Paşa kumandasındaki Osmanlı Donanması 20 gün içinde karşılık vermiş, her iki şehir, İspanya’dan geri alınabilmişti. 20 günde İstanbul’dan Tunus/Cerbe’ye kürekli kadırgalarla erişebilmişlerdi.

TEKNOLOJİK DENGE

Söz konusu dönemde bu görkemli başarıların temel nedeni, Türk deniz gücü ile rakip güçler arasında teknolojik ve taktik uçurumun olmayışı idi. Kadırgalar, yani kürek gücüne dayalı filolar üzerlerindeki savaşçıları kullanarak denizde bir nevi kara muharebesi icra ediyorlar; Alçak bordalı, sadece başta ve kıçta az sayıda topa sahip kadırgalar düşman gemisine aborda olarak göğüs göğse savaş ile muharebeyi sonuçlandırıyorlardı. Rakipler ne zaman yüksek bordalı, yelkenli ve borda toplu kalyonlara geçti, işte o zaman denizlerde gerileme başladı.

SONUN BAŞLANGICI: İNEBAHTI 

En büyük yenilgi İnebahtı yenilgisi ile geldi. 7 Ekim 1571 günü, İyon Denizi’nde yaşanan İnebahtı Savaşı, Türk deniz gücünün Akdeniz’de büyümesinin engellendiği büyük bir yenilgi olarak tarihe geçti. Donanmanın karacı bir general olan Müezzinzade Ali Paşa emrinde olması büyük taktik hatalar zincirini tetikledi. Savaş, dört saat sürdü. 30.000 ölü ile tarihin en kanlı deniz çatışmalarından biri oldu. Bazı tarihçiler bu savaşı daha sonradan “Doğu’nun Trafalgarı” diye tanımladı. Bu yenilgi ile Türk deniz gücünün yenilmezlik efsanesi son buldu. İnebahtı’da asıl kaybedilen nitelikli denizci insan gücüydü. Bu savaş sonrası denizci bir ulus olan Venedikliler, denizlerdeki üstünlüğün gemilerden çok insanlara bağlı olduğunu bir kez daha ispat ettiler. Venedik Doçu, denizdeki Komutan Amiral Venier’e, ‘’acilen erişimi dahilindeki tüm yetenekli Türk denizcileri gizlice ve en uygun şekilde öldürün’’ emrini verdi. Bu tür önlemlerle Türk’ün denizlerdeki üstünlüğünün etkili ve kalıcı şekilde kırılacağını umuyorlardı. Onlara göre Osmanlıların denize dair meselelerdeki üstünlüğü artık mantıken sönmüştü.

BİLİM YOKSA DONANMA DA YOK

Haklıydılar. Atalarımız, bilimden, akıldan uzaklaştıkça denizden de uzaklaştı. İnebahtı sonrası Türk deniz gücü Akdeniz’den kademeli bir şekilde geri çekildi. 1583 yılında İstanbul Rasathanesi vebaya ve depreme neden oluyor diye Şeyhülislam’ın fetvası ile yıktırıldı. Yıkan donanma gemilerinin topçu ateşiydi. Kürekten yelkene 100 yıl geç geçtiler. 1770 Çeşme, 1827 Navarin ve 1853 Sinop Baskınları büyük jeopolitik kayıpları beraberinde getirdi. Gerileme ve çöküş dönemlerinin dönüm noktaları oldular.

DONANMASIZ 20. YÜZYIL BAŞLANGICI

 1876-1909 arasında hüküm süren II. Abdülhamit Döneminde Donanma Haliç’e hapsedildi ve kurumsal kültürü ile birlikte zayıflatıldı. Böylece 20’nci yüzyıla donanmasız girdik. Sonuçta, 1878 yılında Kıbrıs, Teselya, Tuna Havzası, Romanya, Karadağ ve Doğu Rumeli, 1881 yılında Tunus, 1882 yılında Nil Havzası, Mısır, 1897 yılında Girit, 1908 yılında Bulgaristan ve Bosna Hersek tamamen kaybedildi. Ardından yaşanan 1911 Libya ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda da Libya ve Yunanistan’ın tamamı ile Ege adaları donanmasızlık nedeniyle kaybedildi. Balkan Savaşı sırasında Çeşme’den bir Osmanlı vatandaşının donanmanın adalara ve sahillere yardıma gelmeyişi üzerine çektiği şu telgrafı dilerim tarihimizde bir daha okumayız:

“Yunan gibi bir devlet, posta vapurlarını ve hatta kruvazör istimbotlarını torpidobot yaparak adalarımızı işgal ediyor, askerlerimizi dağların tepesinde avlıyor. Daha da öte Anadolu sahillerimizde filikalar dahil ne kadar tekne varsa topluyor... Günler geçti. Gözlerimiz gece gündüz uzayıp giden denizde, Yunan gemilerinden başka bir şey görmüyor. Millet donanmayı bugün için beslemiyor mu? Yoksa bunları Bizans surları önünde geçit merasimi için mi saklayacağız?”

Balkan Savaşı sırasında denizdeki çöküşün temel nedeni sadece donanmasızlık ve deniz körlüğü değildi. Adalara jeostratejik perspektifte önem vermeyen Osmanlı İmparatorluğu, bu yerleşim yerlerindeki Türk nüfusunun korunması veya artırılması için de yüzyıllardır hiçbir tedbir almamıştı. 1900’lerin başında, Semadirek ve Gökçeada’da Türk nüfus yoktu. Taşoz’da 15 bin Rum’a karşılık 100 Türk, Limni’de 25 bin Rum’a karşılık 1000 Türk vardı. En çok Türk’ün olduğu ada 125 bin Rum’a karşılık 15 bin Türk ile Midilli adasıydı. Balkan Harbinde Donanma Karargahında görev alan Binbaşı Ali Rıza Bey 100 yıl sonra yayımlanan hatıratında şunları söylüyordu: “Artık bu adaları kaybettiğimizi biliyorduk. Çaresizdik. Sırtüstü yenik düşmüştük. Yunanlıların işgal ettiği adaların hemen çoğundan mülki ve askeri personeli zaten memlekete geri çağırmıştık. Başıboş kalan Osmanlı Adalarına Yunanlılar çıktıklarında, sessizliğe onlar bile şaşırdılar...Adalarda haberleşme imkanları doğru dürüst kurulmamıştı. Aynen İtalyan işgalinde olduğu gibi bazı adaların işgal edildiğini de neden sonra öğrendik...Beş asırlık hükümranlığı nasıl terk ettiğimizi tesadüfen öğrenmiştik.”

DENİZDEN UZAK İMPARATORLUK 

Evet, Osmanlının denize ve adalara bakışı buydu. En büyük darbe Birinci Dünya Savaşında geldi. İtilaf devletlerinin ortak donanması ve kara gücü Gelibolu yarımadasına Ege’de hiçbir engelle karşılaşmadan geldi ve asker çıkardı. Mustafa Kemal’in 57. Alay askerlerine “ben size ölmeyi emrediyorum” demek zorunda kaldığı Çanakkale Savaşlarında onbinlerce kayıp verdik. Sonrasında Yunan kuvvetleri hiçbir dirençle karşılaşmadan 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkabildi.

DENİZLERDEN KOPARAN SEVR 

Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğunun parçalanarak sadece Karadeniz’de kısa kıyısı olan küçük Orta Anadolu devletine dönüşmesini sağlayacak Sevr Antlaşması dayatıldı. Padişah derhal kabul etti. Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milleti ise yırtıp attı. 1 Eylül 1922 sabahı tam aksine Başkomutan Akdeniz’i hedef gösterdi. Denizlere kavuşan Türkler 29 Ekim 1923 de yeni bir cumhuriyet kurdu.

MAVİ VATAN ZAFERLERİ: TÜRK BOĞAZLARI VE KKTC

Türk Boğazlarının geri alınması yani anavatanımızdaki ilk mavi vatan zaferi Atatürk sayesinde 1936’da kazanıldı. Onun kurduğu Cumhuriyet Donanması son 100 yılda emin adımlarla stratejik kazanımlarla bugünlere geldi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile milletine ikinci büyük jeopolitik zaferi armağan etti. Doğu Akdeniz’de güneyden kuşatılmışlığımıza son verdi.

YENİ DİRENİŞ CEPHESİ: MAVİ VATAN

Bugün cumhuriyetimizin ikinci yüzyıla girişinde Toprak Gemi Anadolu’nun kıta sahanlığındaki devamı olan Mavi Vatan üzerinden yeni bir dönemi başlatan Türkiye’nin 100 yıl önce olduğu gibi denizlere çıkması, deniz gücü olması, denizcilik gücünü geliştirmesi istenmiyor. ABD, AB ve içimizdeki mandacı lobi Seville haritası ile karaya sıkıştırılmayı kabul eden; Kıbrıs’taki askeri varlığını geri çeken, güneyinde denize çıkışı olan kukla Kürt devletinin kurulmasına izin veren bir Türkiye istiyor. Türkiye’nin 21. Yüzyılda Akdeniz dışına çıkmasını, Kızıldeniz, Kuzey Afrika, Basra Körfezi, Arap Denizi gibi periferiye çıkmasına tahammül bile edemiyorlar. Onlara içerdeki emperyalizm dostları ile vizyonları ancak ufuk hattı kadar olan sözde aydınlarımızdan bir kısım da alkış tutabiliyor. Unutmayalım ki 100 yıl önce de Mareşal Fevzi Çakmak, Cumhuriyet Donanmasının Marmara dışına çıkmasına izin vermezdi. Türkiye bu tutucu karacı devlet anlayışını kırmıştır. Artık geri dönüş yoktur. Türk bayrağını denizler üstünde diğer okyanus alanlarında hayal edemeyenler geleceği ne okuyabilir ne de şekillendirebilir. Preveze Saferinin 482. Yıldönümünde büyük uyanış sağlanmıştır. Donanma gücümüzün yarım bin yıl sonra da olsa o döneme en yakın konuma gelmiş olmasının bilinci ve gururu içinde gerçek vatanseverlere haykıralım: ‘’21. Yüzyılda Türkiye ve Türk milleti denizcileşecektir. Bu süreç Mavi Vatan ve temsil ettiği tüm değerler üzerinden olacaktır. Denizde güçlü olmayan bir Türkiye, Anadolu’da tutunamaz. Denizcileşeceğiz. Yakaladığımız Mavi Vatan ivmesini kaybetmeden enerjimizi emperyalizme inat denizcileşmeye vereceğiz. Denizcileştikçe de Atatürk’e daha da yaklaşacağız. Türk halkını Atatürk ve denizle bir daha hiç ayrılmamak üzere buluşturacağız.’’

Bu kutsal günde deniz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyor; Donanmamızın su üstünde suyun altına, havada ve karada görev yapan tüm denizcilerine onlarla gurur duyduğumuzu, onlar sayesinde rahat uyuduğumuzu haykırıyor; torunlarımızın mavi vatan ve ötesindeki hak ve çıkarlarını korudukları için sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Çok yaşa Türkiye, Çok yaşa Deniz Kuvvetleri. Yaş gününüz kutlu olsun.

Bu yazıyı 17. Yüzyıl İngiliz Diplomatlarından Ricaut de la Marliniere’in şu sözleri ile bitirelim: 

“Türkler ihmallerini örtmek ve bu konuda karşılaştıkları başarısızlıkları üzerlerinden atmak için, Tanrı’nın denizleri Hıristiyanlara, karaları da Müslümanlara verdiğini söylerler. Hristiyanların ortak çıkarları için onların bu derin uykudan hiç bir zaman uyanmamalarını dileriz, çünkü Türkler, günün birinde denizde güçlü olmayı akıllarına koyarlarsa ve gerektiği gibi çalışırlarsa, bütün cihanın önlerinde eğileceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.”

(Kitap Tavsiyesi: Genç Deniz Tarihçisi Uğur Esmer’in KDY yayınlarından çıkan TCG Dumlupınar -Bir denizaltının on yıllık yaşam öyküsü isimli kitap halen Çanakkale Boğazı Nara Burnu derinliklerinde 81 şehidimizle mavi vatan nöbetine devam eden Dumlupınar denizaltımızın hazin kaderini anlatıyor.) 

 
Etiketler: Cem, Gürdeniz, , Preveze, döneminden,, Mavi, Vatan, dönemine:, Büyük, Uyanış,
Yorumlar
Yazarın Diğer Yazıları
28 Mart 2021
Kıbrıslı Rum Akel’in Sözde Türk Akilleri
21 Mart 2021
Yunan Donanma Derneği Averof-II kuruldu
18 Mart 2021
18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi: Emperyalizme denizde atılan büyük tokat
14 Mart 2021
Yunan halkı bedel ödemeye devam ediyor
07 Mart 2021
İzmir/Yenikale Geçidinden, Çanakkale Boğazına… Mayın ve Namlunun Kan Kardeşliği
28 Şubat 2021
Kuzey kutbunda eriyen buzların jeopolitiğe etkisi
21 Şubat 2021
Gerileyen Hegemonyanın Dayanılmaz Sorumsuzluğu
07 Şubat 2021
Megali Idea’dan megalomaniye
01 Şubat 2021
Haliç ve Kasımpaşa’da her geçen gün yok olan deniz mirasımız
24 Ocak 2021
Cem Gürdeniz Denizde can kurtarmak
17 Ocak 2021
Bosna Hersek ve Akdeniz’e çıkış
10 Ocak 2021
Cem Gürdeniz İstikşafi görüşmeler ve Kıbrıs müzakereleri: 'Timeo Danaos et Dona Ferentes'
03 Ocak 2021
Cem Gürdeniz Neden denizcileşmeliyiz?
27 Aralık 2020
Amerikan Donanması Küresel ve Konvansiyonel Savaşa Hazır Değil
20 Aralık 2020
Cem Gürdeniz Kenar Kuşaktan Kalpgâh’a: Amerikan yaptırımlarının jeopolitik sonuçları
13 Aralık 2020
Cem Gürdeniz Taktik yaptırımlardan, jeopolitik savrulmaya
06 Aralık 2020
2020 sonunda Türkiye için jeopolitik vizyon
29 Kasım 2020
MV Roseline-A olayı ve denizcilik tarihimiz
22 Kasım 2020
Avrupa’da yükselen nükleer risk
21 Kasım 2020
Bahriye ve Cumhuriyet Donanmasına aidiyetin zirvesi "18 Kasım"
15 Kasım 2020
ABD Seçimleri ve Küresel Jeopolitik
01 Kasım 2020
Yunanistan’da unutturulan büyük Türk yardımı: Kurtuluş
25 Ekim 2020
Atatürk’ün büyük eseri, Cumhuriyet Donanması 97 yaşında
18 Ekim 2020
Halikarnas Balıkçısı, Mavi Anadolu ve Mavi Vatan
11 Ekim 2020
Atlantik çağı kapanırken...
04 Ekim 2020
Mavi Vatan: 21. Yüzyılda Bağımsız Türkiye İçin Çıkış Yolu
04 Ekim 2020
TCG Muavenet ve şehitlerini unutmadık
20 Eylül 2020
Mavi Vatana emperyalist saldırılar
13 Eylül 2020
Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’den dışlayan Seville Haritası nasıl doğdu?
06 Eylül 2020
Almanya’daki Atlantikçilerin Türkiye düşmanlığı
30 Ağustos 2020
"BÜYÜK ZAFER" Yunanistan ve İtalya Dünden Bugüne
23 Ağustos 2020
Karadeniz, Sakarya ve Mavi Vatan
16 Ağustos 2020
Mavi Vatan gençliği birleştiriyor
13 Ağustos 2020
Sevr'in 100'üncü Yılında Emperyalizme Türk Milletinin Yanıtı: "Mavi Vatan"
09 Ağustos 2020
ABD’nin kenar kuşak paniği ve Türkiye
02 Ağustos 2020
Mavi Vatan, Türk Gençliği ve İki Mektup
26 Temmuz 2020
21. yüzyılda Mavi Vatan nedir?
26 Temmuz 2020
Cem Gürdeniz KKTC’de jeopolitik intihara izin verilemez
15 Temmuz 2020
"FETÖ"nün Vatan ve Millet Düşmanlığı
12 Temmuz 2020
Yunanistan, Ege, Akdeniz, Kıbrıs, Libya
07 Temmuz 2020
Amiral Cem Çakmak ve Cesaret
01 Temmuz 2020
"Kabotaj"ın Tarihsel Derinliği ve "Mavi Vatan"
29 Haziran 2020
bncmedyahaber.com Yazarı Cem GÜRDENİZ Kimdir?
Haber Yazılımı