Haber Detayı
23 Mart 2025 - Pazar 10:27
 
Feminist ve LGBT (Eşcinsel) İdeolojilerin Aileyi Tehdit Edici Etkileri ve Milli Güvenlik Perspektifi
Feminist ve LGBT İdeolojilerinin Aileyi Tehdit Etmesi: Binici ve Sayan’dan Kritik Uyarılar Muhammet Binici’nin hazırlayıp sunduğu Binici ile Söz Meydanı programının ardından BNC Medya Haber’e konuşan Sosyolog ve Avukat İlhami Sayan, feminist ve LGBT ideolojilerinin toplumsal yapıyı tehdit ettiğini açıkça belirtti. Sayan, bu ideolojilerin aile değerlerini zayıflattığını ve kişisel özgürlük adı altında geleneksel yapıları yok sayarak toplumu parçaladığını vurguladı. Binici ise, bu gelişmelerin artık sadece toplumsal bir mesele değil, milli güvenlik sorunu haline geldiğine dikkat çekti. Aile yapısının korunmasının, toplumun geleceği için kritik olduğunun altını çizen Binici, "Aileyi güçlendirmek için hemen adım atmalıyız" dedi. Peki, Binici ve Sayan’ın önerdiği çözüm ne? Aileyi kurtarmak için neler yapılmalı? İşte, adım adım aileyi koruma eylem planı:
GÜNDEM Haberi
Feminist ve LGBT (Eşcinsel) İdeolojilerin Aileyi Tehdit Edici Etkileri ve Milli Güvenlik Perspektifi

Muhammet Binici’nin hazırlayıp sunduğu Binici ile Söz Meydanı Programından sonra Muhammet Binici ve Sosyolog, Avukat İlhami Sayan BNC Medya Haber mikrofonlarına konuştu.

Sosyolog - Avukat İlhami Sayan, feminizmin savunduğu kadın profiline ilişkin önemli eleştirilerde bulunarak şu ifadelere yer verdi.

"Özellikle vurgulamak isterim ki; feminizm, yani sözde kadın hakları savunuculuğu yapan ideoloji, aslında gerçek anlamda kimlik sahibi, toplumsal ve ailevi bağları olan, bir duruşu, ahlaki sabitesi ve şahsiyeti bulunan kadınları savunmamaktadır. Bunun yerine, bağlamdan koparılmış, kimliksiz ve aidiyetsiz bir özgürlük anlayışını benimseyen, toplumun temel yapı taşlarını oluşturan ailevi ve kültürel değerleri yıkmayı hedefleyen bir anlayışı ön plana çıkarmaktadır.

 

Örneğin, feminizm bir anneyi, ablayı, kız kardeşi, halayı, teyzeyi, nineleri, anneanne ve babaanneleri, gelini, kaynanayı, eltiyi veya görümceyi savunmaz. Çünkü bunların her biri, toplumsal yapıda belirli bir sorumluluğa ve aidiyete sahip olan kadın kimlikleridir. Ancak feminizm, bu sıfatlara sahip kadınları değil; hiçbir bağlayıcılığı, toplumsal aidiyeti, değerler sistemi veya geleneksel sorumluluğu olmayan, özgürlüğü sadece bireysel başkaldırı ve karşıtlık üzerinden tanımlayan, bir anlamda ‘sınırsız bireysellik’ adına kadın kimliğini yok sayan bir profili savunmaktadır.
 

Bu ideoloji, sadece bireysel özgürlüğü değil, aynı zamanda yıkımı ve ifsadı da beraberinde getirmektedir. Gerçek kadın kimliğini ve bu kimliği besleyen toplumsal rolleri ortadan kaldırmayı amaçlamakta; annelik, ablalık, kız kardeşlik gibi rollerin yerine, bağsız ve bağımsız bir kimliksizlik dayatmaktadır. Bunun neticesinde, kadınları inşa eden değil, aksine onları toplumdan koparan ve yalnızlaştıran bir süreç yaşanmaktadır.
 

Bütün bu kimlikleri, ailevi bağları, geleneksel rolleri ve toplumsal değerleri, ‘sınırsız bireysel özgürlük’ kisvesi altında yok etmek, aslında kadın haklarını savunmak değil, kadınları gerçek değerlerinden ve güçlerinden mahrum bırakmaktır. Çünkü kadın ancak kimliği, aidiyeti ve toplumsal bağlarıyla bir bütün oluşturur. Bu bağlamda, feminizmin gerçekte kadın haklarını savunmak yerine, kadınları toplumsal bağlamlarından koparıp yalnızlaştıran ve değersizleştiren bir ideoloji olduğu açıkça görülmektedir.
 

Bu ifadeleriyle Sayan, feminizmin toplumda kadın hakları adı altında nasıl bir dönüşüm yaratmaya çalıştığını ve bunun uzun vadede kadınları nasıl bir kimliksizliğe sürüklediğini gözler önüne serdi.

 

Feminizmin doğası gereği, feministler birer guguk kuşu gibidirler ve feministler guguk kuşu misali hareket etmektedir.  Hiçbir zaman kendi yuvalarını inşa etmezler; aksine, başkalarının yuvalarına kendi ideolojilerini ‘yumurta’ gibi bırakır ve o yuvanın gerçek sahiplerini oradan uzaklaştırarak, o yuvayı kendi fikirleri doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışırlar. Bu süreçte, aile kurumunun temel dinamikleri bozulur, anne-baba şefkati ve merhameti, çocuklara yöneltilmesi gerekirken feminist ideolojinin propagandasına hizmet eden bir araç haline getirilir.
 

Tarihsel açıdan bakıldığında, feminizm başlangıçta sanayileşen Batı toplumlarında, insan yerine konulmayan ve yalnızca bir sömürü aracı olarak görülen kadını savunmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Ancak zamanla bu hareket, kapitalizmin hizmetine girmiş ve hem tüketimin hem de sömürünün aracı haline getirilmiştir. Kapitalizm, feminizmi yalnızca ekonomik kazanç sağlamak için kullanmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal yapıları dönüştürme gücünü fark eden sosyalist ve komünist ideolojiler de bu akımı bir araç olarak benimsemiştir. Özellikle 20. yüzyıl boyunca sosyalist hareketler, kadın haklarını kendi ideolojik mücadelelerine entegre etmiş ve feminizmi bir propaganda aracı olarak kullanmıştır.
 

Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanmıştır. 2000’li yılların başlarında, ideolojik çıkmaza giren yasadışı sol örgütler, Batı’da yükselen bir akım olarak gördüğü feminizmi keşfetmiş ve bu doğrultuda birçok kadın merkezli dernek kurarak bu söylemi benimsemiştir. Bu dernekler Avrupa ülkelerinden aldıkları fonlarla çalışma alanını genişletmiştir. Fakat bu süreçten sonra ilginç bir durum olmuştur. Genellikle küçükler büyükleri taklit ve takip ederken, burada tam tersi bir durum yaşanmış ve 2010’lu yıllardan itibaren Türkiye’de devleti yöneten hükümet kurumları, bakanlıklar ve hükümet çevresi de kadın hakları söylemini benimsemeye başlamıştır. Bu doğrultuda, birçok kadın derneği ve yurt dışından desteklenen kadın odaklı merkezler kurulmuş, uluslararası sözleşmelere taraf olunmuş ve bu sözleşmelerin gereği olarak çeşitli kanunlar, genelgeler ve tüzükler çıkarılmıştır. Aynı zamanda, feminist düşünce doğrultusunda şekillenen sosyal politikalar yürürlüğe konulmuş ve yargı alanında da feminist bakış açısını esas alan uygulamalar yaygınlaşmaya başlamıştır. Hükümet çevresinde gittikçe alanı genişleyen, çeşitliliği ve etkinliği artan feminist kabuller, politika ve uygulamalardan sonra Batı ülkeleri tarafından içimizdeki "Truva Atı" görevi gören bazı çevreler ve askeri elit kesimler tarafından hükümet üzerindeki baskı ve dışlama azaltılmış ve adeta bir uzlaşmaya gidilmiştir. Bugün gelinen noktada yerel ve uluslararası meşruiyete sebep olan bu feminist kabul ve uygulamaların toplumu ve ülkeyi bir yok oluşa götürdüğü anlaşılmış ise de halen bazı alanlarda tahribat devam etmekle birlikte eski tahribatın tamiri için de henüz tam olarak bir şey yapılmamıştır. Ancak kabul etmek gerekir ki bugün Sayın cumhurbaşkanı ilk sırada olmak üzere hükümet ve çevresi bu tehlikenin tamamen farkına varmış ve bu konudaki iyi niyetlerini ve farkındalıklarını deklere etmişlerdir.

 

Feminizm söyleminin benimsenmesi, ilgili sosyal politikaların uygulanması ve bu mecraların etkin şekilde kullanılması sürecinde, Batılı ülkelerin istihbarat örgütleri ve devlet mekanizmalarının yönlendirme ve teşvikleri önemli bir rol oynamıştır. Bu doğrultuda, Batılı ülkelerdeki çeşitli vakıfların ilgili projeleri fonlaması, bu alanda çalışan bürokratların hızla yükseltilmesi, uluslararası platformlarda kabul görmeleri ve bu yönde açıklamalarda bulunan ya da çalışmalar yapan siyasilerin geniş çaplı uluslararası destek elde etmeleri dikkat çekicidir. Öyle ki, feminizmi savunmak ve bu akıma destek vermek, uluslararası meşruiyetin bir şartı gibi sunulmuş ve küresel düzeyde siyasi ve sosyal politikaların şekillendirilmesinde belirleyici bir unsur haline getirilmiştir.

 

Feminizm fikri, uzun bir süredir yalnızca yönetici elitler ve onların çevreleriyle sınırlı kalmayıp, halkın geniş kesimlerine de nüfuz etmiştir. Artık en sıradan bireyler bile, "Az ama öz çocuk yapmalı," "Bu dünyaya çocuk getirmek mantıksız," "Bu toplumda çocuk büyütmek zor," gibi düşünceleri benimsemekte, hatta "Çok çocuk yapmak cahillik göstergesidir," "Bilgili ve bilinçli insanlar en fazla bir veya iki çocuk sahibi olur," "Fazla çocuk fakirliğin ve eğitimsizliğin işaretidir," gibi yargılar toplumda yaygın hale gelmektedir. Bu anlayış, bireysel tercihlerden öte, bilinçli şekilde şekillendirilmiş ve yönlendirilmiş bir toplumsal dönüşümün sonucudur.
Toplumun normal insanlarında bile feminizmin etkilerinin görülmesi, birdenbire ve kendi kendine gerçekleşmiş bir durum değildir. Toplum adeta, bu noktaya ulaşmak için sistematik bir kuşatmaya alınmış ve pek çok kültürel mecra — reklamlar, diziler, filmler, sinema, tiyatro, moda ve edebiyat — aracılığıyla çok çocuklu aileler sürekli olarak aşağlanmış ve dışlanmıştır. Bunun yerine, tek çocuklu veya iki çocuklu aileler daha normal ve yüceltilmiş olarak gösterilmiştir. Özellikle son yıllarda, hakimlik, savcılık, avukatlık, polis memurluğu gibi mesleklerde film karakterlerinde genellikle bekar, sevgilisi olan, istediğiyle takılan veya evli ancak çocuksuz kadınlar öne çıkarılmakta; bu kadın karakterler, toplumsal açıdan sıfatsız ve bağımsız bireyler olarak yüceltilmektedir. Buna karşın, annelik sıfatı ise aşağılanmış, küçümsenmiş ve basit olarak film ve kitaplarda yansıtılmaktadır. Bu şekilde, toplumsal cinsiyet rollerinin değişmesi ve özellikle kadın kimliği üzerinden şekillendirilen bu yeni anlatılar, toplumun değer yargılarını etkileyerek daha geniş bir sosyal dönüşümün önünü açmaktadır.

 

Çeşitli cephelerden yapılan bu çalışmalar, eğitimle de pekiştirilmiş ve sonuçta, yalnızca keyif ve haz peşinden giden, kendisinden bir parça olan çocuğu için bile bir feragatta bulunmayacak kadar bencil, yani egoist nesiller yetiştirilmiştir. Bu bencil nesil, en küçük bir iyiliği dahi yaptığı kişiden, aşırı minnet duygusu, tam bir bağlılık ve itaat beklemiştir. Ancak, sağlıklı ve normal bir insanın özgürlüğünü ve duygusal ihtiyaçlarını dikkate alırsak, bu tür karşılıkların gerçekten sağlıklı bir insan tarafından verilemeyeceği açıktır. Bunun sonucunda, bu bencil nesil, beklediği sadakati ve bağlılığı insanlardan göremeyince, kedi ve köpek sahiplenmeye başlamış ve onlardan sürekli sadakat, muhtaçlık ve minnet duygusu beklemiştir. Kediler ve köpekler, bu kişilere sağladıkları sadakat ve bağlılık ile adeta bir duygusal yansıma sunmuş; böylece, insanlardan bekledikleri duygusal bağlılığı evcil hayvanlarında aramaya başlamışlardır. Bu nedenle, özellikle kedi ve köpek beslemek, yaygınlaşmış ve bu kişiler çevrelerinden bu tür bir sadakat ve bağlılık göremeyince, ilk başta kulağa hoş gelen bir argümanla, "İnsanları tanıdıkça, köpekleri ve hayvanları daha çok sevmeye başlıyorum" gibi düşüncelerle bu durumu açıklamaya çalışmış ve yaygınlaştırmaya başlamışlardır.

 

Belli bir noktadan sonra, bu fikirlerin aşırılaşması, hayvanlara duyulan aşırı sevgi ve bağlılık sonucunda, insana ve insanlığa karşı duyulan nefret ortaya çıkmıştır. O kadar ki, feminizm ve hayvan yüceltme ideolojisi adeta birbirinin Siyam ikizi haline gelmiş ve birbirini besleyen iki zehirli yılana dönüşmüştür. Sosyal medyada paylaşılan videolar veya resimlerde, sokak hayvanları tarafından vahşice saldırıya uğramış ya da ağır yaralanmış çocuklar görüldüğünde, altına "Acaba bu çocuk o hayvanlara ne yaptı da saldırdılar?", ya da "Bu çocukların o saatte sokakta ne işi var?" gibi insanı suçlayıcı, hayvanları ise kutsayıcı ve tamamen suçsuz sayıcı yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Bu durum, toplumsal değerler ve insan hakları açısından ciddi bir çarpıklığa ve değer kaybına yol açmıştır.
 

Bütün bunlar dikkate alındığında, toplumumuzun küresel güçler tarafından boyunduruğa alındığı ve uzun süreden beri ince ince işlenerek istenen kıvama getirildiği, dolayısıyla nüfus açısından yok oluşa doğru sürüklendiğimiz açıkça görülmektedir. Ayrıca, kendi kültür ve ananesinden nefret eden, kendi kültürünü ve şahsiyetini ham ve gelişmemiş gören, kendi kültürü dışındaki insanları ise işlenmiş, pişmiş ve olgun olarak gören bir nesil yetiştirilmiştir. Bu nesil, haklarını bildiği ancak haddini bilmediği bir nesil olarak, toplumda fark edilen bir durumdur. Ayrıca, sorumluluğunu ve yükümlülüğünü göz ardı eden, yalnızca haklarını bilen bir nesil yetiştirilmiş ve bu neslin çoğu, köşe dönme zihniyetiyle, aniden zenginleşme beklentisi içinde, çalışarak kazanma gibi bir niyet taşımadan, toplum tarafından belirgin şekilde tanınmaktadır.

 

Bütün bu sebeplerle, feminizm tehlikesinin bertaraf edilmesiyle yetinilemeyeceği, bu fikrin etkisiyle şekillenen sosyal politikaların oluşturduğu tahribatın geri alınmasına yönelik ciddi bir çaba gösterilmesi gerektiği açıktır. Ayrıca, bu fikrin etkisiyle kaybettiğimiz bir nesil ve tahribat yaptığımız diğer bir nesil için kurtarma ve düzeltme çalışmalarına da hız verilmesi gerekmektedir.


Bu bağlamda, yıllardır aile savunuculuğu yapan bizlerin ufkunu açan, beklentilerimizin çok ötesinde bir vizyon ve planlama içeren, Sayın Cumhurbaşkanının hazırladığı Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ile yine bu amaca yönelik hazırlanan Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Eylem Planı Belgesinin dikkatle okunup incelenmesi ve uygulanması büyük önem taşımaktadır. Bu belgeler, feministlere karşı ve feminist odaklara karşı en ufak bir mahcubiyet duymadan, güçlü ve kararlı kadrolar tarafından hayata geçirilmelidir.



Gerçekten de, bu vizyon belgesi ve eylem planı, ailenin korunması ve güçlendirilmesinde en temel iki belge olup, önümüzdeki 100 yıl boyunca ailenin korunması ve güçlendirilmesinde birebir uygulanması gereken çok değerli iki temel belgedir.



Bu iki mükemmel belgeyi hayata geçirebilmek için en büyük eksiklik, Aile Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı başta olmak üzere birçok bakanlıkta konumlanmış olan, feminist fikirlerin etkisi altında kalmış kadrolardır. Bu kadroların varlığı, söz konusu belgelerin etkin bir şekilde uygulanmasını engellemektedir.


Öncelikle, müzmin bekar ve boşanmış olan, kendi yuvalarını kuramayan ya da devam ettiremeyen ve feminist odaklarla bağlantısı bulunan bakanlık çalışanlarının ellerindeki yetki ve kuvvetin alınması gerekmektedir. Bu kadroların yerine, yerli ve milli fikirlerle donanmış, feminizm zehrine bulaşmamış, erkekçi veya kadıncı olmayıp aileci olan, erkek düşmanı olmayan ve aileye mesafeli yaklaşmayan yeni kadrolar oluşturulmalıdır. Ayrıca, bu kurumlarda çalışan, aile dostu olan ancak feministlerin güçlerinin farkında olup, onlardan çekinen ve bu yüzden ailenin yanında yer almayan bürokratlara cesaret verilmesi önemlidir. Bu bürokratlara, feminist odaklara kurban edilmeyecekleri ve korunacakları garantisi verilmelidir.



Hükümet çevresinde ve hükümet nezdinde feminist ve feminist odaklar lehine lobi faaliyetleri yapan, aynı zamanda muhafazakâr olan kadınlara ve gruplarına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu gruplara, öncelikle medya aracılığıyla hizmet ettiklerinin hatırlatılması ve ortaya konulması, gerektiğinde ise nasihat edilmesi büyük önem taşır. Feminist odaklara hizmet etmeye devam etmeleri durumunda, bu kişilerin de diğer feminist dernekler gibi tasfiye edilmeleri gerektiği aşikârdır. Esasında, feministlerin bir güç haline geldiği ve toplumsal bir akıntı oluşturduğu, bu derneklerin ise geldikleri noktada kendilerini akıntıya bıraktıkları ve feminist fikirlere hizmet ettikleri açık bir durumdur.”

Sosyolog İlhami Sayan, 6284 Sayılı Yasa Hakkında Sert Açıklamalar Yaptı: "Bu Yasa Revize Edilemez!"
 

Muhammet Binici’nin hazırlayıp sunduğu Binici ile Söz Meydanı programında Sosyolog ve Avukat İlhami Sayan, 6284 sayılı yasa hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu.

İstanbul Sözleşmesi'nin ruhunu taşıyan bu yasanın toplumsal yapıyı tehdit ettiğini belirten Sayan,"

"6284 sayılı yasa revize edilebilecek, düzeltilebilecek bir yasa asla ve kata değildir. İstanbul Sözleşmesi'nin ruhunu cesarete kavuşturan, cisimleştiren bir yasadır. Bu yasanın ne yapılmasında ne de içeriğinde zerre kadar iyi niyet yoktur. İyi sonuçta alınamaz. Bir tencereye idrar düştüğünde ne kadar yemek dökerseniz, o tenceredeki yemek temizlenir mi? Bir kova suya birkaç damla bile idrar düşse, ne kadar su dökseniz, o su temizlenir mi diye düşünebilir miyiz? Hiçbir şekilde temizlenmez. 6284 sayılı yasa tümüyle kaldırılmalıdır ailelerin selameti açısından. O yüzden, revize edilebilecek bir yasa değildir. Aynı yöntemi feministler ve feminist dostları İstanbul Sözleşmesi için de dile getirdiler. Sayın Cumhurbaşkanı, 'Kaldırmayı düşünüyoruz' dediğinde, aynı revize mantığını onlar da dile getirdiler fakat İstanbul Sözleşmesi tümüyle kaldırıldı. Aynı şekilde 6284 sayılı yasa da noktasıyla virgülüyle tamamen tarihin çöplüğüne atılmalıdır." ifadelerini kullandı.
 
Bundan sonraki süreçte, ailenin korunmasına yönelik yerli ve milli fikirlere sahip kadroların güçlendirilmesi, milli ve aile dostu basın ve yayın organlarının desteklenmesi, aile kurumunu kurtarmaya dönük faaliyet gösteren dernek ve vakıfların desteklenip gözetilmesi toplumu bu radikal değişimlere karşı koruyacak temel adımdır. Toplumun sağlıklı bir yapıya sahip olması için, sadece hukuki değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir dönüşümün gerçekleştirilmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Bu noktada, feminist fikirlere hizmet eden grupların tasfiye edilmesi ve aile dostu politikaların yaygınlaştırılması, geleceğe dönük sağlam bir toplum yapısının temelini atmak adına büyük bir sorumluluktur.
 
Sayan, toplumun geleceği için aile değerlerinin korunmasının kritik olduğuna dikkat çekerek bu şekilde sözlerini tamamladı.




Muhammet Binici, BNC Medya Haber mikrofonlarına yaptığı açıklamalarda şunları ifade etti:


"Görüyorsunuz, akademisyenler, alanında uzman kişiler ve akil insanlar, programda saatlerce söz hakkı almayı beklediler. Sabırla mağdurları ve aile derneklerinin başkanlarını dinleyerek, problemleri ilk ağızdan öğrenmeye çalıştılar. Kendilerine sıra gelene kadar, duydukları ve gözlemledikleri sorunlara yönelik çözüm önerilerini sundular. Ancak artık, feminizm gibi LGBT (Eşcinsel) gibi ideolojik akımların, Siyonist güçlerin değil, halkımızın gerçek sorunlarına kulak verme ve onlara çözüm üretme zamanı gelmiştir. Bu noktada, Sayın Cumhurbaşkanımız nihayet ilk adımı atmış bulunuyor. Bu, toplumumuzun geleceği ve ailenin korunması adına önemli bir dönüm noktasıdır. Artık ideolojik dayatmalardan ve dışarıdan gelen baskılardan ziyade, halkımızın ihtiyaçlarına odaklanmalı ve bu doğrultuda somut adımlar atmalıyız.


Gerçek mağdurları dinlemeli ve sorunları birbirinden ayırarak değil, ortak bir paydada birleştirerek çözmeliyiz. Aileyi, eğitimi ve nesli kurtarma zamanı gelmiş ve geçmiştir. Vakit bu vakittir ve artık bu süreçte geç kalmamalıyız. Çünkü Feminizmin toplumsal yapılar üzerindeki etkisi, küresel güçlerin desteğiyle hızla yayılmakta ve kişisel haklar adına başlatılan hareketler, zamanla toplumsal düzeni yeniden şekillendirecek bir boyuta ulaşmaktadır. Ancak, bu süreçte aile değerlerinin ve toplumun temel yapı taşlarının giderek zayıflaması, bir dizi olumsuz sonuca yol açmıştır. Ailenin korunması ve güçlendirilmesi için yapılan çalışmaların ve Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi gibi değerli belgelerin uygulanabilirliği, içsel yapılarla yakından ilişkilidir.


Bu bağlamda, feminist ideolojilerin devlet kurumlarına ve toplumsal yapıya olan etkisi, sadece kişisel haklar savunusu olmaktan çok daha öteye geçerek, toplumun geleneksel değerlerine zarar veren bir akıma dönüşmüştür. Bu değişimin etkilerini bertaraf edebilmek için, feminist odaklı sosyal politikaların yeniden gözden geçirilmesi, ayrıca LGBT (eşcinsel) gibi ideolojik yapılar haline gelen ve terör örgütleri gibi faaliyet gösteren yapılarla bağlantılı hareketlerin durdurulması, tasfiye edilmesi ve kapatılması, artık milli güvenlik meselesi halini almıştır. Ailenin korunması adına atılacak her adım, toplumsal düzenin ve geleceğimizin teminatı açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu süreç, sadece toplumsal yapıyı değil, aynı zamanda milli varlığımızı da koruma adına yaşamsal bir gerekliliktir.


Bundan sonraki süreçte, ailenin korunmasına yönelik yerli ve milli fikirlere sahip kadroların güçlendirilmesi, toplumu bu radikal değişimlere karşı koruyacak temel adımdır. Toplumun sağlıklı bir yapıya sahip olması için, sadece hukuki değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümün gerçekleştirilmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Bu noktada, feminist fikirlere hizmet eden grupların tasfiye edilmesi ve aile dostu politikaların yaygınlaştırılması, geleceğe dönük sağlam bir toplum yapısının temelini atmak adına büyük bir sorumluluktur.

Sonuç olarak, toplumu ve aileyi tehdit eden bu ideolojilerin etkilerini kırmak, toplumun değerlerine sahip çıkmak ve aileyi güçlendirmek, hem sağcısıyla, solcusuyla.. kısaca ülkemizin çatısında barınanların ortak sorumluluğudur. Bu zorlu yolculukta, sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı vizyon belgesinin ve eylem planının tam anlamıyla uygulanabilmesi için tüm kesimlerin el birliğiyle hareket etmesi gerekmektedir.

Kaynak: Editör:
Etiketler: Feminist, ve, LGBT, (Eşcinsel), İdeolojilerin, Aileyi, Tehdit, Edici, Etkileri, ve, Milli, Güvenlik, Perspektifi,
Yorumlar
Haber Yazılımı