|
||
Feminist ve LGBT (Eşcinsel) İdeolojilerin Aileyi Tehdit Edici Etkileri ve Milli Güvenlik Perspektifi | ||
Feminist ve LGBT İdeolojilerinin Aileyi Tehdit Etmesi: Binici ve Sayan’dan Kritik Uyarılar Muhammet Binici’nin hazırlayıp sunduğu Binici ile Söz Meydanı programının ardından BNC Medya Haber’e konuşan Sosyolog ve Avukat İlhami Sayan, feminist ve LGBT ideolojilerinin toplumsal yapıyı tehdit ettiğini açıkça belirtti. Sayan, bu ideolojilerin aile değerlerini zayıflattığını ve kişisel özgürlük adı altında geleneksel yapıları yok sayarak toplumu parçaladığını vurguladı. Binici ise, bu gelişmelerin artık sadece toplumsal bir mesele değil, milli güvenlik sorunu haline geldiğine dikkat çekti. Aile yapısının korunmasının, toplumun geleceği için kritik olduğunun altını çizen Binici, "Aileyi güçlendirmek için hemen adım atmalıyız" dedi. Peki, Binici ve Sayan’ın önerdiği çözüm ne? Aileyi kurtarmak için neler yapılmalı? İşte, adım adım aileyi koruma eylem planı: | ||
GÜNDEM Haberi | ||
![]() |
||
|
||
Muhammet Binici’nin hazırlayıp sunduğu Binici ile Söz Meydanı Programından sonra Muhammet Binici ve Sosyolog, Avukat İlhami Sayan BNC Medya Haber mikrofonlarına konuştu. Örneğin, feminizm bir anneyi, ablayı, kız kardeşi, halayı, teyzeyi, nineleri, anneanne ve babaanneleri, gelini, kaynanayı, eltiyi veya görümceyi savunmaz. Çünkü bunların her biri, toplumsal yapıda belirli bir sorumluluğa ve aidiyete sahip olan kadın kimlikleridir. Ancak feminizm, bu sıfatlara sahip kadınları değil; hiçbir bağlayıcılığı, toplumsal aidiyeti, değerler sistemi veya geleneksel sorumluluğu olmayan, özgürlüğü sadece bireysel başkaldırı ve karşıtlık üzerinden tanımlayan, bir anlamda ‘sınırsız bireysellik’ adına kadın kimliğini yok sayan bir profili savunmaktadır. Bu ideoloji, sadece bireysel özgürlüğü değil, aynı zamanda yıkımı ve ifsadı da beraberinde getirmektedir. Gerçek kadın kimliğini ve bu kimliği besleyen toplumsal rolleri ortadan kaldırmayı amaçlamakta; annelik, ablalık, kız kardeşlik gibi rollerin yerine, bağsız ve bağımsız bir kimliksizlik dayatmaktadır. Bunun neticesinde, kadınları inşa eden değil, aksine onları toplumdan koparan ve yalnızlaştıran bir süreç yaşanmaktadır. Bütün bu kimlikleri, ailevi bağları, geleneksel rolleri ve toplumsal değerleri, ‘sınırsız bireysel özgürlük’ kisvesi altında yok etmek, aslında kadın haklarını savunmak değil, kadınları gerçek değerlerinden ve güçlerinden mahrum bırakmaktır. Çünkü kadın ancak kimliği, aidiyeti ve toplumsal bağlarıyla bir bütün oluşturur. Bu bağlamda, feminizmin gerçekte kadın haklarını savunmak yerine, kadınları toplumsal bağlamlarından koparıp yalnızlaştıran ve değersizleştiren bir ideoloji olduğu açıkça görülmektedir. Bu ifadeleriyle Sayan, feminizmin toplumda kadın hakları adı altında nasıl bir dönüşüm yaratmaya çalıştığını ve bunun uzun vadede kadınları nasıl bir kimliksizliğe sürüklediğini gözler önüne serdi.
Feminizmin doğası gereği, feministler birer guguk kuşu gibidirler ve feministler guguk kuşu misali hareket etmektedir. Hiçbir zaman kendi yuvalarını inşa etmezler; aksine, başkalarının yuvalarına kendi ideolojilerini ‘yumurta’ gibi bırakır ve o yuvanın gerçek sahiplerini oradan uzaklaştırarak, o yuvayı kendi fikirleri doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışırlar. Bu süreçte, aile kurumunun temel dinamikleri bozulur, anne-baba şefkati ve merhameti, çocuklara yöneltilmesi gerekirken feminist ideolojinin propagandasına hizmet eden bir araç haline getirilir. Tarihsel açıdan bakıldığında, feminizm başlangıçta sanayileşen Batı toplumlarında, insan yerine konulmayan ve yalnızca bir sömürü aracı olarak görülen kadını savunmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Ancak zamanla bu hareket, kapitalizmin hizmetine girmiş ve hem tüketimin hem de sömürünün aracı haline getirilmiştir. Kapitalizm, feminizmi yalnızca ekonomik kazanç sağlamak için kullanmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal yapıları dönüştürme gücünü fark eden sosyalist ve komünist ideolojiler de bu akımı bir araç olarak benimsemiştir. Özellikle 20. yüzyıl boyunca sosyalist hareketler, kadın haklarını kendi ideolojik mücadelelerine entegre etmiş ve feminizmi bir propaganda aracı olarak kullanmıştır. Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanmıştır. 2000’li yılların başlarında, ideolojik çıkmaza giren yasadışı sol örgütler, Batı’da yükselen bir akım olarak gördüğü feminizmi keşfetmiş ve bu doğrultuda birçok kadın merkezli dernek kurarak bu söylemi benimsemiştir. Bu dernekler Avrupa ülkelerinden aldıkları fonlarla çalışma alanını genişletmiştir. Fakat bu süreçten sonra ilginç bir durum olmuştur. Genellikle küçükler büyükleri taklit ve takip ederken, burada tam tersi bir durum yaşanmış ve 2010’lu yıllardan itibaren Türkiye’de devleti yöneten hükümet kurumları, bakanlıklar ve hükümet çevresi de kadın hakları söylemini benimsemeye başlamıştır. Bu doğrultuda, birçok kadın derneği ve yurt dışından desteklenen kadın odaklı merkezler kurulmuş, uluslararası sözleşmelere taraf olunmuş ve bu sözleşmelerin gereği olarak çeşitli kanunlar, genelgeler ve tüzükler çıkarılmıştır. Aynı zamanda, feminist düşünce doğrultusunda şekillenen sosyal politikalar yürürlüğe konulmuş ve yargı alanında da feminist bakış açısını esas alan uygulamalar yaygınlaşmaya başlamıştır. Hükümet çevresinde gittikçe alanı genişleyen, çeşitliliği ve etkinliği artan feminist kabuller, politika ve uygulamalardan sonra Batı ülkeleri tarafından içimizdeki "Truva Atı" görevi gören bazı çevreler ve askeri elit kesimler tarafından hükümet üzerindeki baskı ve dışlama azaltılmış ve adeta bir uzlaşmaya gidilmiştir. Bugün gelinen noktada yerel ve uluslararası meşruiyete sebep olan bu feminist kabul ve uygulamaların toplumu ve ülkeyi bir yok oluşa götürdüğü anlaşılmış ise de halen bazı alanlarda tahribat devam etmekle birlikte eski tahribatın tamiri için de henüz tam olarak bir şey yapılmamıştır. Ancak kabul etmek gerekir ki bugün Sayın cumhurbaşkanı ilk sırada olmak üzere hükümet ve çevresi bu tehlikenin tamamen farkına varmış ve bu konudaki iyi niyetlerini ve farkındalıklarını deklere etmişlerdir.
Feminizm söyleminin benimsenmesi, ilgili sosyal politikaların uygulanması ve bu mecraların etkin şekilde kullanılması sürecinde, Batılı ülkelerin istihbarat örgütleri ve devlet mekanizmalarının yönlendirme ve teşvikleri önemli bir rol oynamıştır. Bu doğrultuda, Batılı ülkelerdeki çeşitli vakıfların ilgili projeleri fonlaması, bu alanda çalışan bürokratların hızla yükseltilmesi, uluslararası platformlarda kabul görmeleri ve bu yönde açıklamalarda bulunan ya da çalışmalar yapan siyasilerin geniş çaplı uluslararası destek elde etmeleri dikkat çekicidir. Öyle ki, feminizmi savunmak ve bu akıma destek vermek, uluslararası meşruiyetin bir şartı gibi sunulmuş ve küresel düzeyde siyasi ve sosyal politikaların şekillendirilmesinde belirleyici bir unsur haline getirilmiştir.
Feminizm fikri, uzun bir süredir yalnızca yönetici elitler ve onların çevreleriyle sınırlı kalmayıp, halkın geniş kesimlerine de nüfuz etmiştir. Artık en sıradan bireyler bile, "Az ama öz çocuk yapmalı," "Bu dünyaya çocuk getirmek mantıksız," "Bu toplumda çocuk büyütmek zor," gibi düşünceleri benimsemekte, hatta "Çok çocuk yapmak cahillik göstergesidir," "Bilgili ve bilinçli insanlar en fazla bir veya iki çocuk sahibi olur," "Fazla çocuk fakirliğin ve eğitimsizliğin işaretidir," gibi yargılar toplumda yaygın hale gelmektedir. Bu anlayış, bireysel tercihlerden öte, bilinçli şekilde şekillendirilmiş ve yönlendirilmiş bir toplumsal dönüşümün sonucudur. Çeşitli cephelerden yapılan bu çalışmalar, eğitimle de pekiştirilmiş ve sonuçta, yalnızca keyif ve haz peşinden giden, kendisinden bir parça olan çocuğu için bile bir feragatta bulunmayacak kadar bencil, yani egoist nesiller yetiştirilmiştir. Bu bencil nesil, en küçük bir iyiliği dahi yaptığı kişiden, aşırı minnet duygusu, tam bir bağlılık ve itaat beklemiştir. Ancak, sağlıklı ve normal bir insanın özgürlüğünü ve duygusal ihtiyaçlarını dikkate alırsak, bu tür karşılıkların gerçekten sağlıklı bir insan tarafından verilemeyeceği açıktır. Bunun sonucunda, bu bencil nesil, beklediği sadakati ve bağlılığı insanlardan göremeyince, kedi ve köpek sahiplenmeye başlamış ve onlardan sürekli sadakat, muhtaçlık ve minnet duygusu beklemiştir. Kediler ve köpekler, bu kişilere sağladıkları sadakat ve bağlılık ile adeta bir duygusal yansıma sunmuş; böylece, insanlardan bekledikleri duygusal bağlılığı evcil hayvanlarında aramaya başlamışlardır. Bu nedenle, özellikle kedi ve köpek beslemek, yaygınlaşmış ve bu kişiler çevrelerinden bu tür bir sadakat ve bağlılık göremeyince, ilk başta kulağa hoş gelen bir argümanla, "İnsanları tanıdıkça, köpekleri ve hayvanları daha çok sevmeye başlıyorum" gibi düşüncelerle bu durumu açıklamaya çalışmış ve yaygınlaştırmaya başlamışlardır.
Belli bir noktadan sonra, bu fikirlerin aşırılaşması, hayvanlara duyulan aşırı sevgi ve bağlılık sonucunda, insana ve insanlığa karşı duyulan nefret ortaya çıkmıştır. O kadar ki, feminizm ve hayvan yüceltme ideolojisi adeta birbirinin Siyam ikizi haline gelmiş ve birbirini besleyen iki zehirli yılana dönüşmüştür. Sosyal medyada paylaşılan videolar veya resimlerde, sokak hayvanları tarafından vahşice saldırıya uğramış ya da ağır yaralanmış çocuklar görüldüğünde, altına "Acaba bu çocuk o hayvanlara ne yaptı da saldırdılar?", ya da "Bu çocukların o saatte sokakta ne işi var?" gibi insanı suçlayıcı, hayvanları ise kutsayıcı ve tamamen suçsuz sayıcı yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Bu durum, toplumsal değerler ve insan hakları açısından ciddi bir çarpıklığa ve değer kaybına yol açmıştır. Bütün bunlar dikkate alındığında, toplumumuzun küresel güçler tarafından boyunduruğa alındığı ve uzun süreden beri ince ince işlenerek istenen kıvama getirildiği, dolayısıyla nüfus açısından yok oluşa doğru sürüklendiğimiz açıkça görülmektedir. Ayrıca, kendi kültür ve ananesinden nefret eden, kendi kültürünü ve şahsiyetini ham ve gelişmemiş gören, kendi kültürü dışındaki insanları ise işlenmiş, pişmiş ve olgun olarak gören bir nesil yetiştirilmiştir. Bu nesil, haklarını bildiği ancak haddini bilmediği bir nesil olarak, toplumda fark edilen bir durumdur. Ayrıca, sorumluluğunu ve yükümlülüğünü göz ardı eden, yalnızca haklarını bilen bir nesil yetiştirilmiş ve bu neslin çoğu, köşe dönme zihniyetiyle, aniden zenginleşme beklentisi içinde, çalışarak kazanma gibi bir niyet taşımadan, toplum tarafından belirgin şekilde tanınmaktadır.
Bütün bu sebeplerle, feminizm tehlikesinin bertaraf edilmesiyle yetinilemeyeceği, bu fikrin etkisiyle şekillenen sosyal politikaların oluşturduğu tahribatın geri alınmasına yönelik ciddi bir çaba gösterilmesi gerektiği açıktır. Ayrıca, bu fikrin etkisiyle kaybettiğimiz bir nesil ve tahribat yaptığımız diğer bir nesil için kurtarma ve düzeltme çalışmalarına da hız verilmesi gerekmektedir.
|
||
|
||
Etiketler: Feminist, ve, LGBT, (Eşcinsel), İdeolojilerin, Aileyi, Tehdit, Edici, Etkileri, ve, Milli, Güvenlik, Perspektifi, |
|
||
|