|
||
Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu) | ||
Mehmet Ali Bulut / Gazeteci - Araştırmacı - Yazar | ||
Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)
Eski yazılarımın veya konuşmalarımın birinde, “Beni İsrail”, beşer ‘şahs-ı manevisi’nin nefsi hükmündedir. Asla onu yok edemezsiniz. Ama onun hükmü altına tam olarak girerseniz, -tıpkı kişinin nefsine tabi olması gibi- bu kere de iflah olma şansınız kalmaz.” hükmünde bulunmuştum. Nitekim beşerin son üç dört bin yıllık macerasının tüm bela ve musibetlerinde ya dolaylı ya direkt veya teşvik ve tergib yoluyla onların bir iradesini bulursunuz. Çünkü Cenab-ı Hak bu kavmi seçti ve onu kendi halkı kıldı. Sonra o kavim, tüm delil ve kanıtlara rağmen Rabbini terk etti; dünya nimetlerinin peşine düştü. Davut yıldızı denilen iki üçgenin üst üste getirilmesiyle oluşturulan altıgen sembol bu halin ifadesidir. Allah o kavmi kendi dinini onlara bina etsin diye seçti, onlar ise dünya saltanatını istediler. Ve hırslarını o sembol ile ortaya koydular. (Bu iddiaların hepsinin kanıtları var. Ama onları vermeyeceğim. Çünkü bu yazının ayağı -bilenler dışında- kimse için yere bassın istemiyorum.) Hz. Ali (r.a.), bir kasidesinde, ‘âlem kitabı’nın, on üç harf ile yazıldığını vurgular. O alfabenin üç harfiyle Tevrat’ın, dört harfiyle İncil’in, beş harf ile de Kur’an’ın yazıldığını zikreder. Bu harfleri topladığınızda on iki eder. Bir harf eksik kalır. Alem kitabının okunması için o harfin bilinmesi lazım. İşte eksik olan o harf ‘insan’ın kendisidir. Çünkü ‘insan harfi’ dâhil edilmedikçe hiçbir alfabe okunası değildir. Nitekim insana nefha üflenmeden önce âlem, esneyen bir boşluktu! İsrailoğulları, -tıpkı İslam siyasal tarihi içindeki Ehlibeyt gibi- elini dünya nimetlerine uzatmaktan men edilmişlerdi. Onlar beşer kimyasının aklı ve manası olacaklardı. Ama onlar daima, iyi ve yüksek dururken, alçak ve dünyevi olanı tercih ettiler (Bakara, 61 ve devamı). Üçgenin altıgen haline getirilmesi de o dönemde oldu. Bunun üzerine Allah, onlara verdiği yeteneği almamakla birlikte, onlara zillet ve melanet yükledi… Ve sonra da onları, yurtlarından sürerek diğer tüm milletlerin içine yaydı ki hem içine girdikleri kavimlere sınav vesilesi olsunlar; hem de kıyamete kadar, ifsat ettikleri her milletin öfke ve gazabını onlara yönlendirsin. Ta ki günlerin sonunda yeniden cezalandırılacakları günde onlara merhamet edecek bir kalp bulunmasın. Allah bu kavme şerde de hayırda da yüksek bir kabiliyet vermiş. Onları, Kendi (c.c.) katındaki bir bilgiden dolayı böyle yaptı. Ve onlara, Hz. Musa (a.s.) aracılığı ile vaad etti ki, siz yeryüzünde iki kere büyük fesat çıkaracaksınız. Yani iki kere dünyanın yönetimini (iktidarını) elinize vereceğim. Ama sizin, her iki iktiranızda da sadece zulme, şerre ve ifsada hizmet edeceğinizi biliyorum, buyurdu. Bununla birlikte “İyi davranırsanız, ben de size iyi davranacağım; zulmederseniz, ben de sizi cezalandıracağım.” şartını ortaya koydu. Nitekim Hz. Davud (a.s.) ile başlayan birinci iktidar dönemlerinde, Cenab-ı Hak, onları ağır ifsatları yüzünden Babillilerin eliyle cezalandırdı… Babillileri Grekler ve Selefkoslar, Grekleri Romalılar, Romalıları de Hıristiyan Bizanslılar takip etti. Bilhassa Hıristiyanlar, o mübarek toprakları İsrailoğulları’na dar ettiler. Yahudiler, o zaman can havliyle dünyanın dört bir tarafına dağıldılar. Dileyen Tanah’ın Yeremyasına, dileyen Kur’an-ı Azimüşşan’ın İsra suresine baksın… Onların ikinci iktidar dönemleri için de hem Kuran-ı Kerim, hem Tevrat, bize net işaretler veriyor. İsra suresinde geçen “ve radednâ lekümü’l-kerrete aleyhim…” ayeti, İsrailoğulları’nın, kendilerine katliam uygulayan halklara karşı bir rövanş elde edeceklerinin bariz işaretidir. (İşaya ve Yeremya’da da bunlar zikredilir. Hatta Yeremya’da kimin hangi sıra ile yok edileceğinin işaretleri dahi vardır. O çerçeveden baktığınızda, bugünkü Ortadoğu halkalarının iktidarlarının hiçbir manası olmadığını da görürsünüz.) Onlara rövanş hakkı verileceğinin ifade edildiği ayetin matematik değeri, 1820 yapıyor. Ondan önce de Araf suresinde geçen ve yeni bir Yahudi neslin ortaya çıkacağına işaret eden (Ve halefe halfun…) (169) ayeti de 1711’e tekabül eder. Nitekim o tarihlerde başlayan uyanış, tam da 1820’lerde meyve vermeye başladı. O tarihe kadar Avrupa’nın varoşlarında son derece sefil ve sefih bir hayat yaşayan Yahudiler, o tarihten itibaren gizli bir el değmiş gibi herkesten ve her hükümetten itibar görmeye başladılar. İçlerinde kurdukları saklı bir komita (ben ona hep zındıka komitesi dedim) ve onun saklı örgütleri (Masonluk, Roteryenlik, Lions ve para gücüyle ele geçirdikleri hükümetler) sayesinde insanlığı ele geçirip intikam almak peşine düştüler. (Darvin, Freud, Karl Marks… ve diğerleri o niyetin özel tasarımlarıdır ki Hıristiyanlığın şahsında insanlık kudsiyetini zir u zeber ettiler). Yapmaları gereken ifsatları İblis fısıldıyordu. Var ettikleri hayat tarzı, inkâr-ı ulûhiyete dayanan, içinde ahiret inancı bulunmayan –aynı zamanda bilimsel(!)-, zamanla Deccaliyet hizmetine dönüşecek bir yaşam biçimiydi. Ama kendi toplumlarını bu gelişmelerden korudular. Çünkü koşer beslenmeyi sürdürdüler. Diğer insanların önüne, onları âdemiyetten, yeniden hayvaniyete sürükleyecek bir beslenme usulü koydular. Bunun için tohumu bozdular ki nesilleri kolay bozabilsinler (Bakara, 205). Bu zındıka komitesinin Osmanlı içindeki ilk faaliyeti, amacı ila-yı kelimetullah olan Yeniçeri’yi kaldırıp, vazifesi güya “devlet-i aliyeyi korumak” olan bir ordu kurmak oldu (1826). Cihad fikrini yok ettiler. (Bunda en büyük pay, Rothschild ailesinin finanse ettiği Masonluk teşkilatına ait): Asakir-i Mansure-i Muhammedîye (Muhammed’e Yardım Ordusu). Mamafih bundan sonraki tüm ifsatçı faaliyetlerine güzel isimler bulacaklardı. Tanzimat gibi, cumhuriyetçilik gibi, hürriyet ve demokrasi gibi… Osmanlı’ya hulul ederek önce ordusunu değiştirdiler, sonra Tanzimat adı altında İslam siyaset felsefesini yok ettiler. Sonra üzerimize saldıkları Rusya’ya karşı güya bizi desteklemek adı altında yüzde 6 faizle 20 milyon altın verdiler ve sonra da Osmanlı ekonomisini iflasa götürdüler ve yıktılar… (Bu halk 1854’te Osmanlı’ya verilen bu borcun son ödemesini 1960’ların sonunda bitirebildi. Üstelik de Mısır ve Kıbrıs’ı da karşılık olarak verdiğimiz halde…) Ondan sonra da yükselişleri devam etti. Büyük servetler elde etmeleri zamanı ise “ve size büyük bir servet ve oğullarınızla imdat ettik” (İsra, 6) ayetinin matematik değer itibarıyla tekabül ettiği 1860’tır. Dünyanın siyasi ve ekonomik dengesinin yerle bir edildiği, tefecilikle başlayan bankacılık –faiz- ve geçici krallık sisteminin (particilik) devreye sokulduğu, 1865’te Prag’da düzenlenen Birinci Siyonist kongresinin ardındandır. Rothschild ailesinin geliştirdiği ve sonradan bankacılık sistemine evrilecek tefecilik yoluyla tüm milletler ve devletler onların sömürü alanına girdi. Bir diğer Yahudi aile de Rockefeller ailesidir. Onların ortaya çıkma zamanı da 1840 civarıdır. Bu iki aile yeni bir Yahudi anlayışıyla ortaya çıktılar ve insanlıktan intikam almak ve kendilerine vaad edilen ikinci iktidar/fesat çağını gerçekleştirmek için hareket geçtiler. 1860’lardan itibaren dünya tamamen bu iki ailenin kontrolü altına girmişti. Bunlar kendileri için yeni dünyayı sevk ve idare edecekleri bir merkez arıyorlardı. Bunun için önce Osmanlı’ya seçtiler, Osmanlı’nın Yahudilere olan iyilikleri sebebiyle. Ama Osmanlı onlara yüz vermedi. Böylece Osmanlı’nın yıkılmasına karar verdiler. Bediuzzaman’ın, “Biz Osmanlı’yı kaybetmekle ikinci cereyana yani mazlumların safına dâhil olduk.” dediği şey buydu. Çünkü bu iki aile, insanlığı neshe ve meshe götürecek İblis düzeninin (yani Deccal’in) hizmetine girmişlerdi. Bize de onu yaptıracaklardı. Ve karşı konulmaz bir komita oluşturmuşlardı ki hükümetler o komiteye hizmet ediyordu… Bu aynı zamanda Allah’ın onlara vaad ettiği ikinci iktidar döneminin başlangıcı idi. Nitekim sonunda insanlığı iki kere topyekûn savaşlara sürükleyerek servetlerini devletler toplamından daha fazla bir yekûna getirdiler. İsrail devletini kurmaya niyetlendiklerinde de bütün devletleri ve milletleri kendilerine hizmet etmede yarışır buldular. -1948’de kurdukları devleti Müslümanlardan ilk önce İran ve Türkiye tanıdı. (Ve cealnâkum eksere nefîrâ) 1905’e gelindiğinde tüm dünya ekonomik sistemi ve devletlerin kasalarının anahtarı bunların eline geçmişti. Bunların istemediği hiçbir hükümet hiçbir ülkede iktidar kalamazdı. Hele -son beş altı yıl önceye kadar- bizim gibi orta sınıf bile olmayan ülkeler ve İslam ülkelerinin idarecileri adeta bunların hizmetkârları ve bölge misyon şefleri gibi çalıştılar ve hâlâ da çalıyorlar. Dolayısıyla ey Müslüman halklar, sizi idare edenlere kızmayın. Hiçbirinin Sisi’den ve Suud kralından farkı yoktur. Başka türlü olma şansları da yoktur. Çünkü hepsi onların tensip ve tayinleri ile o mevkilerde bulunuyorlar. Peki, bu gidişatı değiştirecek bir şey yok mu, diye sorduğunuzu duyar gibiyim! Sabırlı olun söyleyeceğim! (Devam edecek…) |
||
Etiketler: Ayağı, Yere, Basmayan, Bir, Yazı, (II), –, (İfsat, İktidarının, Sonu), |
|