Haber Detayı
10 Haziran 2025 - Salı 23:26
 
Boşanmalardaki Artışın Asıl Nedeni Aynada Saklı
Aynaya Baktık mı Hiç? Toplumda hızla artan boşanmaları sadece şehirleşmeye, teknolojiye ya da özgürlük arayışına bağlamak yeterli mi? Muhammet Binici, BNC Medya Haber’de kaleme aldığı etkileyici yazısında 7'den 77'ye herkesi derin bir yüzleşmeye davet ediyor: "Aynaya hiç baktık mı?" Aile kurumunun çözülmesinin ardındaki asıl sebebin fıtrata aykırı yaşam biçimleri olduğunu vurgulayan Binici, modern sistemlerin kadını yalnızlaştırıp erkeği susturduğunu, çocukları ise ortada bıraktığını söylüyor. Gerçek çözümün, başkalarını suçlamaktan değil, kendimize dönüp aileyi ve değerleri yeniden inşa etmekten geçtiğini hatırlatıyor. Çünkü güçlü bir toplum, ancak sağlam temellere oturmuş bir aileyle mümkündür. İşte Binici'nin o yazısı!..
GÜNDEM Haberi
Boşanmalardaki Artışın Asıl Nedeni Aynada Saklı

Boşanmalardaki Artışın Asıl Nedeni Aynada Saklı

 

Boşanma oranlarının kontrolden çıktığı bu zaman diliminde, Esra Elönü’nün hazırlayıp sunduğu “Arafta Sorular” programında Sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç’in "Boşanmalar neden arttı?" sorusuna verdiği cevap oldukça dikkat çekici:

Bu analiz yerinde olmakla birlikte, tek başına şehirleşmeyi suçlamak ya da artan boşanmaları sadece kişisel sabırsızlığa bağlamak yeterli değildir. Çünkü dünya üzerinde şehirleşme oranı artarken boşanma oranları artmayan hatta evlenme oranları yükselen ülkeler de vardır. Gerçeklerin hâlâ gizlendiği bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor:

Eğer şehirleşme boşanmayı kaçınılmaz kılıyorsa, neden Filipinler gibi şehirleşmiş ülkelerde boşanma oranları düşük, hatta evlenme oranları artıyor?

Bu sorunun cevabı yüzeyde değil, derin toplumsal ve siyasal yapıların içinde yatıyor. Evet, Filipinler Katolik bir ülke. Ancak mesele yalnızca dini inançta değil, bu inancın toplumsal hayatı ve devlet politikalarını nasıl şekillendirdiğinde.

Boşanma oranlarının düşük seyrettiği veya artış göstermediği ülkelerde öne çıkan üç önemli etken bulunmaktadır:

1. Dini ve Kültürel Normların Güçlü Olduğu Ülkeler

Dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisinin güçlü olduğu ülkelerde, boşanma yalnızca iki kişi arasındaki bağın kopması değil, aynı zamanda bir toplumsal yaranın habercisi olarak algılanır. Aile, kutsallığıyla korunması gereken bir yapı olarak görülür ve kişiler evliliklerini sürdürmeyi, hem inançlarının hem de toplumsal değerlerinin bir gereği olarak görürler.

Filipinler, bu duruma örnek bir ülkedir. Katolik inancı boşanmayı günah sayar. Ayrıca Filipinler'de boşanma yasal olarak neredeyse imkânsızdır. Bu durum, modern şehirleşmeye rağmen boşanma oranlarını baskılamaktadır.

2. Şehirleşmenin Geleneksel Değerlerle Uyumlu Yürütüldüğü Ülkeler

Bazı toplumlar modernleşme ve şehirleşme süreçlerini kendi kültürel değerlerine entegre ederek yürütür. Batılılaşma ile şehirleşmeyi aynı şey zannetmezler.

Hindistan bunun bir örneğidir. Yüksek şehirleşmeye rağmen boşanma oranı 1’in altındadır çünkü evlilik, aile onayıyla yapılan, geleneksel değerlerle desteklenen bir kurumdur.

3. Devlet Politikalarının Aileyi Koruma Yönünde Olduğu Ülkeler

Bazı ülkeler, aile kurumunu bir beka meselesi olarak görür. Bu nedenle sosyal politikalarını boşanmayı azaltacak, aile bağlarını güçlendirecek şekilde kurar.

İran, yüksek şehirleşmeye rağmen boşanmanın sınırlı olduğu bir ülkedir. Devletin aileyi destekleyen politikaları, dini ve kültürel değerlerle birlikte boşanma oranlarının kontrol altında kalmasını sağlar.

Aynayı Artık Kendimize Tutmanın Vakti Gelmedi mi?

Günümüzde boşanma oranlarının artması, aile yapısının zayıflaması, kuşaklar arası bağların kopması üzerine çok konuşuyoruz. Suçluyu da çabucak buluyoruz: şehirleşme, bireysel özgürlükler, teknoloji, modern yaşam… Oysa asıl soruyu sormaktan kaçıyoruz: Biz nerede hata yaptık? Sorunu hep dış etkenlerde arıyoruz ama aynayı bir türlü kendimize tutmuyoruz. İşte tam da bu yüzden gidişat değişmiyor.

Bugün hukuki sistemimiz, aile kurumunun temel direklerinden biri olan babayı neredeyse yok hükmünde sayıyor. "Kadını güçlendirme" adı altında başlatılan iyi niyetli politikalar zamanla toplumsal dengeyi bozdu. Öyle ki artık birçok sosyal söylemde “erkek” sanki yokmuş gibi davranılıyor. Kadın ve erkek birbirine karşıt iki cephe gibi gösteriliyor. Oysa bu iki cins rakip değil, birbirini tamamlayan bir bütündür. Kadın olmadan çocuk olmaz, erkek olmadan aile kurulmaz. Biri olmadan diğerinin varlığı eksiktir.

Toplum olarak, erkeği susturduk, kadını yalnızlaştırdık, çocukları ise ortada bıraktık.

Hukukla sınırlı kalmadı bu erozyon. Kültürümüz de nasibini aldı. Bir zamanlar bizi bir arada tutan manevi değerler, “gericilik” damgasıyla yaftalanır hale geldi. “Gelenek” kelimesi duyulduğunda yüzler ekşiyor, insanlar irkiliyor. Oysa o geleneklerdi bayram sabahı sofra kurduran, sokakta selamlaştıran, evliliğe kıymet biçen, kadını baş tacı eden, erkeği omuz yapan.

Bugünse “modern yaşam” adı altında dayatılan yaşam tarzı bizi parça parça koparıyor birbirimizden ve kendimizden. Televizyon, tablet, telefon ve bilgisayar (yani 3T 1B), sadece zamanımızı değil; zihnimizi, vicdanımızı ve kimliğimizi de alıp götürüyor. Kopyalanmış hayatlar, moda diye dayatılan yaşam tarzları, katkı maddeleriyle doldurulmuş gıdalar, beden kimyasını bozan ürünler ve hormonları altüst eden alışkanlıklar…

Bütün bunların sonucunda artık:

  • Ruhlar yorgun,
  • Bedenler kimyasal,
  • İlişkiler yapay.

    Peki Asıl Sorun Ne?


Ne sadece kadın, ne sadece erkek…
Ne sadece teknoloji, ne sadece şehirleşme…
Asıl sorun, fıtratımıza aykırı bir sistemin içinde yaşamaya zorlanmamız.


İnsan doğasına, yaratılışına, değerlerine yabancı bir sistem, bizi hem içten hem dıştan çürütüyor. Aile, sadece fertlerin toplamı değildir. Kadınıyla, erkeğiyle, evladıyla bir bütündür. İşte bu bütünlüğü korumadıkça toplumun sağlıklı kalması mümkün değildir.

Çözüm Ne?

- Devlet, yasa yaparken sadece bir kişinin değil, aile bütünlüğünün korunmasını esas almalıdır.

- Kültür politikaları, medya içerikleri ve eğitim sistemleri milim milim fıtrata uygun olarak yeniden inşa edilmelidir.

- Eğitim sistemimiz, ahlaki değerleri merkeze alarak yeniden yapılandırılmalı; aile kavramı ise bireysel özgürlükten öte, sorumluluk ve aidiyet duygusu çerçevesinde ele alınmalıdır.

Eğer millet olarak geleceğe sağlam adımlarla yürümek istiyorsak;

önce aileyi, sonra değerleri, en sonunda da insanı yeniden tanımlamamız gerekiyor.

Çünkü güçlü toplum, ancak sağlam bir aile yapısı ve sağlıklı fertlerle mümkündür.

Ve bu dönüşüm, başkalarını suçlamakla değil, önce kendimize aynayı tutmakla başlar.

YAZARIMIZIN TÜM YAZILARI İÇİN
https://www.bncmedyahaber.com/yazar-gunes-batidan-dogdu-1168.html

 

 

Kaynak: Editör:
Etiketler: Boşanmalardaki, Artışın, Asıl, Nedeni, Aynada, Saklı,
Yorumlar
Haber Yazılımı