MERDİVEN
Bu ülkede hayatından en memnun olanlar dahil herhangi birine ülkenin genel ahlak durumu ve insanların, kurumların, hizmet kalitesi ve güvenilirliği konusundaki görüşlerini sorsanız birçok şikayetler duyacağınız kesindir. Ancak mevcut durumdan sorumlu olanlar ve mevcut durumdan yararlananlar statükoyu değiştirmeye yanaşmazlar. Hatta ortada önemli bir problem olmadığını savunurlar. Ancak anlamadıkları şey şudur ki, hiçbir konuda hatalarını kabul etmeyen kişiler her konuda inandırıcılıklarını kaybederler.
Duyarlı ve şuurlu insanlar ise toplumun içinde bulunduğu ahlak bunalımı ve buna bağlı olarak az çalışmak, çok tüketmek, israf, yolsuzluk, verimsizlik, şirk, faiz belası, sosyal adaletsizlik, eğitimin yetersizliği, dışa bağımlılık ve geri kalmışlık problemleri karşısında bu durumdan nasıl kurtulabileceğimizin araştırılması, sürekli durumdan şikayet etmek yerine, somut ve yapıcı çözüm yolları ortaya konulması gerektiğini ifade ediyorlar.
Haklılar elbette.
Bir problemi çözmenin ilk adımı ortada bir problem olduğunu görmektir. Ancak problem falan olmadığını, her şeyin gayet iyi olduğunu ve her şeyin daha da güzel olacağına inananlar da bir bakıma haklılar. Herkes gözündeki gözlük neyi gösterirse onu görebilir.
Allaha CC inanan ve Resulünü (SAV) doğrulayan inançlı insanların olayları İslamın gözlüğü ile görmeleri ve onun ölçüleri ile değerlendirmeleri son derece doğaldır. Sonuçta herkesin gözlüğü kendine, herkesin dini de kendinedir.
İşte yukarıda adı geçen, kurtuluş ve çözüm arayan kimseler bu sınıftan insanlardır.
“Onlar, hiç yeryüzünü dolaşmadılar mı? Dolaşsalardı eğer, gördüklerini düşünecek akılları, kalpleri olurdu, söylenenleri duyacak kulakları olurdu. Unutmayın, gözler görmemezlik, akıl etmemezlik etmez. Fakat göğüslerin içindeki kalpler, basîretler kör kesildiği için, keyfîliğe, taklide ve saplantıya dayalı olarak akıl kötüye kullanılmıştır. Gözlerin gördüğünden, muhakemeler, mukayeseler yaparak faydalanmaz.” (Hac 46 , Ahmet Tekin)
Hiç şüphe yoktur ki, Alemlerin rabbi yarattığı insanları yeryüzünde başıboş ve çaresiz durumda bırakmış değildir.
“İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyame 36)
Yani çare ve çözüm elbette vardır. Çok zor bir şey de değildir. Bütün mesele bizim bu çareyi gerçekten isteyip istemediğimizdedir.
Ne yani? Biz çare ve çözüm istemez olur muyuz?
Bir şeyi gerçekten istemek o şey için ciddi bir şekilde samimiyetle çalışmakla mümkündür. Yoksa sınıfını geçmek isteyen ama dersine çalışmayan öğrencilerin durumuna düşeriz.
Yani çözüm için ilk adım problemin farkına varmak ise ikinci adım çözüm için çalışmayı istemektir.
Üçüncü adım da var mı?
Elbette vardır hatta dördüncü adım da var.
İnsanoğlu her yere adım adım gider. Hiçbir merdivenin ilk basamağından son basamağına atlayamazsınız.
Öncelikle herkes kabul eder ki, çözüm, akıllı insanların işidir. Akıl merdiveni ise kırk basamaklı bir merdivendir.
Hani çözüm zor bir şey değildir diyordun?
Merdivenin varsa zor değil, yoksa imkansız demek istemiştik. Akılsızların ve cahillerin bu güne kadar herhangi bir sorunu çözdükleri görülmemiştir.
Peki üçüncü adım nedir?
Üçüncü adım çalışmanın ne olduğunu bilmektir. Çünkü ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi yapamayız.
Çalışmayı istemekle çalışmak çok farklı şeylerdir. Nasıl çalışılacağını bilmiyor isek yapılan işler verimsiz olur hatta boşa gidebilir.
Dördüncü adım?
Çalışmayı istemek ve ne olduğunu bilmek yetmez. Onu uygulamak yani bilfiil gerçekleştirmek gerekir.
Usulüne uygun ve gerektiği gibi çalışmak lazımdır. Yani dördüncü adım ameldir.
Yani özet olarak çözümün formülü, problemi görmek, çözümü istemek, bunun için ne yapacağını öğrenmek ve onu yapmaktır.
Nasıl ki iman etmek Allah'ın (CC) inanın dediği şeylere onun istediği şekilde inanmaktır, amel de Allah CC ın yapın dediği şeyleri onun istediği gibi yapmaktır. Yani çok ciddi bir usul meselesi vardır. İlim, ahlak ve sabır lazımdır. Bunlar olmadan yapılan işler çözüme değil çözümsüzlüğe götürür. Ne yazık ki insanların bir çoğu bu dört basamaklı merdivenin ilk basamaklarında takılmış durumdadırlar.
Bizler çalışmıyor muyuz yani?
Çalışıyor muyuz?
Aşağıdaki örneklere bir bakalım.
- Arkadaşlarla bu akşam ve ondan sonraki her akşam yeni projelerimiz üzerine toplantı yapacağız.
- Önümüzdeki hafta grubumuzun yemekli toplantısı var çok önemli konuları ele alacağız.
- Herkes konuyu incelesin, hafta içinde yapacağımız toplantıda fikirlerini söylesin.
- Efendim falanca konuyu protesto etmek için şu şu şu merciler nezdinde girişimde bulunalım, sesimizi duyuralım. Protestodan önce de toplantı yapacağız.
- Hep birden topluca haykırırsak sesimizi duymamazlık edemezler. Bu durumu düzeltirler.
- Bu gece saat 03 de her birlikte senkron ve kollektif yani topluca dua edelim, Bilenler şu kadar adet tefriciye okusun. İşlerimiz düzelsin, Allah CC da düşmanlarımızı kahr-u perişan etsin.
- Hükümetin derhal gereken toplantıları yapıp bu yanlış uygulamalara son vermesi lazım.
- İlk iş olarak faizin kaldırılması gerekir. Bu öncelikle devletin görevidir.
- Bizim partimiz iktidara gelince her şeyi yoluna koyacak, onu iktidara getirmek için topluca çalışmalıyız.
- Eğitim sistemi çok yanlış, bu sistemle hiçbir şeyi çözemeyiz.
- Efendim biz bir sürü toplantı yaptık, güvendiğimiz arkadaşları kötülüklerle mücadele etsinler iyiliğe, doğruluğa sahip çıksınlar diye işbaşına getirdik. Daha ne yapalım? Onlar hayrı, güzel olanı bırakıp ticarete başladılarsa bu bizim suçumuz mu?
- Çok çalışanlar derneği kuralım ve hemen toplantılar yapmaya başlayalım.
- Şeytana kızanlar derneği de kurabiliriz.
v.s, v.s.
Bunlar sizce çalışma mıdır?
Herkes bilir ki, çalışma faydalı iş ve eser üretmektir, üretimdir. Yani ürün yoksa çalışma da yoktur.
Çalışma denilince bir şeyler yapmak, bağırıp çağırmak, çalışıyor görünmek değil, gerçekten faydalı işler yapmak anlaşılmalıdır. Mefhumlarda kemal esastır. Yani çalışma denildiğinde olması gerektiği gibi, eldeki bütün imkanlarla, bir amaca yönelik, ihsan ve ihlas ile, tabir caizse dört dörtlük bir çalışma kastedilir.
”Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür” (Bakara 237)
“İhsan senin Allah’ı görüyor gibi O’na kulluk yapmandır; sen O’nu görmesen bile O seni görüyor” (Müslim,İman, 5,7)
"Yaptığınız işi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever"(Bakara 195)
“Bir işi bitirince hemen başka bir işi yapmak için doğrul" (İnşirah 7,8)
“Şüphesiz Allah size çalışmayı farz kılmıştır. O halde çalışınız.” (ibni Abbasdan, Camiüssağir-1766)
Bir Çalışmanın faydalı olabilmesi için; Akıl, ahlak ve ilim, yani ehliyet lazımdır. Bu çerçevede, öncelik ve önem sırası, bilimsel yöntemler gereklidir. Savaşa girerken askerin silah ve mühimmatı eksik ise, önce ceketini, üniformasını yenilemezsiniz.
Bizim de şu anda en öncelikli ihtiyaçlarımız nelerdir? Ahlak, eğitim, sanayi, teknoloji ve ekonomik güç değil mi? Peki neden bizim çalışma gündemimizde bunlar yok?
Örneğin, teknolojide çok geriyiz. Müslümanlar yarıiletken yapamıyor. Halbuki bunlar olmadan top çalışmaz, tank yürümez, uçak, helikopter, roket uçmaz. Hastanedeki cihazlar da çalışmaz. Var mı itirazı olan? Var mı bu konuyu araştırmak isteyen? Var mı bu konuda çalışmak isteyen?
Peki, yukarıda bahsettiğimiz bu derneklerden, toplantılardan v.s den bir ürün çıkıyor mu? Görünen köy kılavuz istemez. İçinde bulunduğumuz duruma bakılırsa buna olumlu bir cevap vermek oldukça zor.
İnsanlar konuşmayı sever, konuşmak kolay, yapmak zordur. Konuşmak bedava, çalışmak masraflıdır.
yabancıların hikmetli sözlerinden biri
“it is easier said than done” yani “söylemesi kolay yapması zor" dur.
Bizim hikmetli sözlerimizden birisi de ; “Ayinesi işdir kişinin lafa bakılmaz, kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde.” dir.
Yani eser gerekiyor, eser!
Bize yiyecek içecek, sanayi ürünleri, silah, mühimmat, makine, techizat ve maddi güç lazımdır. Kendi ürettiklerimiz! Dışarıdan borçla aldıklarımız değil!
Eserini göster sana kim olduğunu söyleyeyim.
Manevi güç bu maddi gücü elde etmek ve hayırlı işlerde kullanmak için gereklidir.
Maddi güç olmazsa manevi gücünüzü de koruyamazsınız. Ne ihtiyaç sahiplerine yardım ve infak yapabilir, ne mazlumlara yardım edebilir, ne ülkenizi sömürülmekten koruyabilir ne de bağımsızlığınızı ve hürriyetinizi savunabilirsiniz. İşte çalışma bunları elde etmek için yapılan çalışmadır. Bunlar olmadan Allah'ın (CC) mü’minlere verdiği ve yerine getirilmesinden sorumlu tuttuğu imar ve islah görevleri yapılamaz. Borç parayla hayır hizmet olmaz.
Herkes Teknoloji ve Araştırma merkezleri mi kursun? Bunlar devletin işi değil mi?
Herkes silah fabrikası kurmakla değil ama herkes cihadla yükümlüdür. Özellikle mal ile yapılan cihad! Bunların yapılmasından bütün müslümanlar tek tek sorumludur.
Bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü kaybedersek ki şu anda ne kadar bağımsız ve özgür olduğumuz bile tartışmalıdır, ne yapalım devlet görevini yapmadı mı diyeceğiz?
Unutmayalım ki Ahirette devlet yoktur. Hükümet de yoktur.
“Hüküm sadece onundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.” (Enam 62)
Orada Allah'ın (CC) karşısında tek tek hesap verecek olan müslümanlar vardır.
Hesap gününde “ama devlet…” diye başlayan bir cümle kuramazsınız. Ahirette devletin yanlışları Müslümanların mazereti olarak değil, hesap verecekleri bir suç olarak ortaya gelir.
Neden O’nun rızasına uygun bir devletiniz yoktu diye!
İslam devleti yok diye domuz eti, içki, kumar, faiz helal olmuyor, zekat, hac ve cihad görevleri müslümanlardan sakıt olmuyor. Bu gün en öncelikli cihadın Müslümanlar bağımsız ve güçlü olsun diye bilim ve teknoloji geliştirmek, yerli sanayi yatırımları yapmak olduğuna hiçbir şüphe yoktur. Bilimsel araştırma yapan, teknoloji geliştirmeye çalışan, ilim tahsil eden mücahit müslümana yardım etmeyen zengin müslümanlar bunun hesabını çok zor verir. Suriyeli mültecilere yardımlar ve ramazan paketleriyle kurtulamayız.
Toplantı yapmak, fukaraya yardım etmek, cami yaptırmak, dernek kurmak, seyahatlar yapmak, konuşmak ve yazmak çalışma değildir. Üretim ve eser yoksa bunların hepsi boşa gider. Bu gün Müslümanların ezik ve zavallı durumda olmalarının, kendi din ve ibadetlerini bile eksik ve baştan savma yapıyor durumda olmalarının sebebi bilim, teknoloji ve finans bakımından çok geri olmaları ve geçinebilmek için devletin eline bakar durumda olmaları değil midir? Bir an düşünün, ya seçimleri din düşmanı veya münafık bir ekip kazanır ve devleti ele geçirirse ne olacak. Laik demokratik sistemde bu pekala mümkündür öyle değil mi?
Bu ülkede gayrı Müslimlerin ve Müslümanların el ele verip İslâmı rafa kaldırmalarından sonra ahlakın ne durumda olduğunu ise söylemeye gerek yoktur.
Sonuç olarak maalesef ucuz ve hazır bir kurtuluş recetesi yoktur. Göklerden parlak bir ışık falan gelmeyecek. O ışık 1400 yıl önce geldi zaten. Kurtulmak istiyorlarsa müslümanların ihlas ve sabırla çok çalışıp devletten daha zengin daha çok ilim ve teknoloji sahibi olmaları gerekiyor. İlim , teknoloji ve finansda ilerleyen ülkelerde olduğu gibi devlet size muhtaç hatta bağımlı olmalıdır. (Yurt dışında küresel şirketlerin bütçesi devletinkine denk) Biz çalışıp üretir katmadeğeri yüksek işler yaparsak devletimizle bir olur beraber oluruz. Devletimiz dış güçlere muhtaç olmaz ve halkı ile hareket eder. Bizim devletimiz olur. Biz tembel olursak devletimiz ile birlikte güce el açar, güçlününün önünde boyun eğen diz çöken oluruz. Efendimiz o zaman onlar olur.
Dua ve zikirler yapmanıza izin verir ama faizi kaldırmanıza asla! Müslümanlardan topladıkları vergilerle Müslümanlara faizli kredi verir.
Adil sistemlerde idareciler milletin hizmetkarıdır. Halk devletin efendisidir, devlet halkın değil.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN
http://www.bncmedyahaber.com/yazar-kokler-601.html
|
||
|