Prof. Dr. Esat Arslan Ben Kimim? Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikayesi Takdim ve Tebrik
TAKDİM TEBRİK
Duayen Aktör Şener Şen’in en sevdiğim betimlemelerinden biridir. “Yeşilçam, aile kurumunu yüceltirken, günümüzdeki film ve ekran sanayii aileyi yıkmayı hedeflemiştir.” Doğru söze ne buyrulur, sadece şapka çıkarılır. Toplumun temeli olarak “aile”, evlilik ve kan bağına dayanan, anne, baba, çocuklardan oluşan sosyal güvenliği nüvesinde uyumlaştıran bir kurumdur. Bu nedenle, ailelerden oluşan toplum ve neslin korunması açısından “aile” kurumu her türlü tartışmadan varestedir. Aile kurumu dil gibi, bayrak gibi Türk milletinin mukaddesatındandır. Kapalı kapılar ardında dış etmenlerce hedeflenerek aile kurumunun zayıflatılması, yıkılmaya doğru götürülmesinin kurgulanması toplum ve neslin korunması açısından ciddi sorunlara yol açacağı aşikardır. Aile kurumunun zayıflatılmasıyla başta çocukların istismar ve ihmal edilme riskini arttırabileceği de malumdur. Öte yandan çocukların sosyalleşmesinde ve kişilik gelişiminde önemli rol oynayan aile kurumunun zayıflatılması, suç oranlarının artması sadece malumun beyanıdır. İşte bütün bunların doğal sonucu olarak toplumsal huzurun bozulması devasa boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
Türk toplumunun aile yapısını yıkmaya yönelik eylemler bütünü olarak isimlendirebileceğimiz, LGBT, ya da en güncel haliyle kısaca eşcinsel gruplaşmayı özendiren LGBTİQA+ mensup kişilerin bütünleşikliğini ve meydan okumasını neredeyse Mısır’daki Sağır Sultan bile bilmektedir. Sadece ülkemiz değil, başta batının kuşatması altında bulunan Afro-Avrasya ve Latin Amerika ülkeleri olmak üzere olmak üzere yaşlı yer küremiz de bu meydan okumayla karşı karşıya bulunmaktadır. Kuşkusuz, öncelikle ve üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türk toplumu bir bütün olarak ve de büyük bir sahipsizlik içerisinde bu sevgisizlik bombardımanına maruz bırakılmış, gittikçe artan bir vüs’atte maruz bırakılmaya devam etmektedir. Neyse ki kadın haklarını destekleme adına kısa bir süre sonra bir büyük yanlıştan dönülmüş ve 20 Mart 2021 tarihinde ‘Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Sözleşme'nin Türkiye bakımından bozulmasına karar verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı internet sitesinde sözleşmeden çekilme kararına ilişkin “basın açıklaması” olayların nedeni açıkça belirlenmiştir. Söz konusu paylaşımda “başlangıçta kadın haklarının güçlendirilmesini teşvik etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir. Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararı alması da bu nedene dayanmaktadır” denilerek çekilmenin gerekçesi ortaya konulmuştur. Yürütmenin en üst makamı tarafından bu karşı koyma refleksi şüphesiz karşı koymaları da beraberinde getirmiş, bu durum günümüzde de hâlâ devam etmektedir.
Doğrudan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bu çağrışımı belirli mahreçler tarafından ülke gündemine dışarıdan enjekte edilmesiyle kamplaşmanın ya da karşılıklı kutuplaşmanın yeni boyutu olarak algılamak gerekmektedir. En azından bu olguyu kapalı kapılar arkasında bilinçli planlanan ve güdülenen bir algı operasyonunun karşılıklı ayrışma ya da nefretleşme parametrelerinin tezahürü olarak görülmelidir. Doğal olarak bu durum bir karşı koyma refleksini de beraberinde getirmiştir. Şimdi Türk toplumunun farklı katmanlarında yaratılan kutsal ve dokunulmazlar nedeniyle bu karşı koyma refleksini kollektif toplum yapısının tarım döneminden kalma alışkanlıkları olarak betimlemek mümkün müdür? Bu betimleme en azından bir hafifliktir ya da karşı koymanın dayanılmaz hafifliği biçiminde tanımlamak gerekir.
Araştırma, soruşturma, inceleme-irdeleme, karşılaştırma, yeni ufukları zorlama ve topluma sunma aşamalarından ödün vermeyen araştırmacı gazetecilik, gazetecilik mesleğinin en büyük varlık nedenlerinden biridir. Öyle kolay bir şey değildirş, zor zanaattır, doğrusu. Her ne kadar dijital habercilik ve yeni medya sektörü, gazeteciliği daha erişilebilir, daha popüler hâle getirse de gazeteciliğin bu olmazsa olmaz türü neredeyse günümüzde yok sayılmaya başlanmıştır. Ancak araştırma-soruşturma ve olayların maddî kaynağına inme konusunda değerli dostum Muhammet Binici günümüzde yok olmaya yüz tutan nadir araştırmacı gazetecilerden biridir. Aynı zamanda ele almış olduğu konularda bir yazar titizliği ile hareket eden yazar Muhammet Binici, gazeteciliğin bel kemiğini teşkil eden araştırmacı gazetecilik mesleğinde de gazeteciliğin en belirgin özelliği olan toplumsal yarar ilkesini tamamen kullanması, insanların bilgi edinmesini de kolaylaştırması ve toplumda farkındalık yaratma konusunda da öncü bir rol oynamaktadır. Onun “Ben Kimim? "Karanlıktan Işığa: Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikayesi" adlı bu çalışması, belki de ilk defa bir karşı koyuşun da ete kemiğe büründürülen bir hikayesidir. Bir başka deyişle bu kitap ülkenin fabrika ayarlarıyla oynama cesaretini kendinde bulanlara bir cevap niteliğindedir. Aynı zamanda ülkemizin fabrika ayarlarına dönüşünün gerekliliğini eğmeden bükmeden, amasız ve fakatsız ortaya koyan ilk çalışmalardan biridir.
Elinizde tuttuğunuz bu kitabın tümü, bu ve benzeri soruların bir yanıtı niteliğindedir. Kitabın mektuplarla yaşam bulduğunu özellikle belirtmeliyim. Öyle inanıyorum ki, mektuplar ile sizlere sunulan öyküleri okurken bazılarını yarıda kesmek, bazılarını okurken gözyaşlarınızı tutamayacağınızı görür gibi oluyorum. Belki de kitabı bir oturuşta okumak size zor gelebilir; içinizin acıyabileceğini hatta acımadan da öte içinizin yanacağınızı duyumsuyorum. Kitap içeriğinde kaçınılmaz biçimde acı dolu mektuplar okuyacaksınız.
Kitabın amacı ve kurgusu, mektuplarda anlatılan öykülerle daha çok yermeyi içeren bir durum tespiti değil, bu olgunun farkına varılmasını sağlamak ve farkındalığı ortaya koymaktır. Kitabın çatısında ön plana çıkarılmak istenilen bireyler değil, davranışların bütünleştirdiği olgulardır. Değerli dostum Muhammet Binici yazmış olduğu bu eseriyle çocuklarımızın geleceğine hizmet etmek adına kolları sıvamış ve kendince anlamlı olanı yapmaya çalışmıştır. Bu ulvî çalışmada kendisine bütün kalbî şükranlarımı sunuyorum. Umarım emekleri boşa gitmez ve çocuklarımız için anlamlı, coşkulu ve güçlü bir gelecek oluşturmaya katkısı olur.
Prof. Dr. Esat Arslan
E. Tuğgeneral
Adana, 06 Nisan 2024
TAKDİM TEBRİK
Duayen Aktör Şener Şen’in en sevdiğim betimlemelerinden biridir. “Yeşilçam, aile kurumunu yüceltirken, günümüzdeki film ve ekran sanayii aileyi yıkmayı hedeflemiştir.” Doğru söze ne buyrulur, sadece şapka çıkarılır. Toplumun temeli olarak “aile”, evlilik ve kan bağına dayanan, anne, baba, çocuklardan oluşan sosyal güvenliği nüvesinde uyumlaştıran bir kurumdur. Bu nedenle, ailelerden oluşan toplum ve neslin korunması açısından “aile” kurumu her türlü tartışmadan varestedir. Aile kurumu dil gibi, bayrak gibi Türk milletinin mukaddesatındandır. Kapalı kapılar ardında dış etmenlerce hedeflenerek aile kurumunun zayıflatılması, yıkılmaya doğru götürülmesinin kurgulanması toplum ve neslin korunması açısından ciddi sorunlara yol açacağı aşikardır. Aile kurumunun zayıflatılmasıyla başta çocukların istismar ve ihmal edilme riskini arttırabileceği de malumdur. Öte yandan çocukların sosyalleşmesinde ve kişilik gelişiminde önemli rol oynayan aile kurumunun zayıflatılması, suç oranlarının artması sadece malumun beyanıdır. İşte bütün bunların doğal sonucu olarak toplumsal huzurun bozulması devasa boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
Türk toplumunun aile yapısını yıkmaya yönelik eylemler bütünü olarak isimlendirebileceğimiz, LGBT, ya da en güncel haliyle kısaca eşcinsel gruplaşmayı özendiren LGBTİQA+ mensup kişilerin bütünleşikliğini ve meydan okumasını neredeyse Mısır’daki Sağır Sultan bile bilmektedir. Sadece ülkemiz değil, başta batının kuşatması altında bulunan Afro-Avrasya ve Latin Amerika ülkeleri olmak üzere olmak üzere yaşlı yer küremiz de bu meydan okumayla karşı karşıya bulunmaktadır. Kuşkusuz, öncelikle ve üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türk toplumu bir bütün olarak ve de büyük bir sahipsizlik içerisinde bu sevgisizlik bombardımanına maruz bırakılmış, gittikçe artan bir vüs’atte maruz bırakılmaya devam etmektedir. Neyse ki kadın haklarını destekleme adına kısa bir süre sonra bir büyük yanlıştan dönülmüş ve 20 Mart 2021 tarihinde ‘Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Sözleşme'nin Türkiye bakımından bozulmasına karar verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı internet sitesinde sözleşmeden çekilme kararına ilişkin “basın açıklaması” olayların nedeni açıkça belirlenmiştir. Söz konusu paylaşımda “başlangıçta kadın haklarının güçlendirilmesini teşvik etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir. Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararı alması da bu nedene dayanmaktadır” denilerek çekilmenin gerekçesi ortaya konulmuştur. Yürütmenin en üst makamı tarafından bu karşı koyma refleksi şüphesiz karşı koymaları da beraberinde getirmiş, bu durum günümüzde de hâlâ devam etmektedir.
Doğrudan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bu çağrışımı belirli mahreçler tarafından ülke gündemine dışarıdan enjekte edilmesiyle kamplaşmanın ya da karşılıklı kutuplaşmanın yeni boyutu olarak algılamak gerekmektedir. En azından bu olguyu kapalı kapılar arkasında bilinçli planlanan ve güdülenen bir algı operasyonunun karşılıklı ayrışma ya da nefretleşme parametrelerinin tezahürü olarak görülmelidir. Doğal olarak bu durum bir karşı koyma refleksini de beraberinde getirmiştir. Şimdi Türk toplumunun farklı katmanlarında yaratılan kutsal ve dokunulmazlar nedeniyle bu karşı koyma refleksini kollektif toplum yapısının tarım döneminden kalma alışkanlıkları olarak betimlemek mümkün müdür? Bu betimleme en azından bir hafifliktir ya da karşı koymanın dayanılmaz hafifliği biçiminde tanımlamak gerekir.
Araştırma, soruşturma, inceleme-irdeleme, karşılaştırma, yeni ufukları zorlama ve topluma sunma aşamalarından ödün vermeyen araştırmacı gazetecilik, gazetecilik mesleğinin en büyük varlık nedenlerinden biridir. Öyle kolay bir şey değildirş, zor zanaattır, doğrusu. Her ne kadar dijital habercilik ve yeni medya sektörü, gazeteciliği daha erişilebilir, daha popüler hâle getirse de gazeteciliğin bu olmazsa olmaz türü neredeyse günümüzde yok sayılmaya başlanmıştır. Ancak araştırma-soruşturma ve olayların maddî kaynağına inme konusunda değerli dostum Muhammet Binici günümüzde yok olmaya yüz tutan nadir araştırmacı gazetecilerden biridir. Aynı zamanda ele almış olduğu konularda bir yazar titizliği ile hareket eden yazar Muhammet Binici, gazeteciliğin bel kemiğini teşkil eden araştırmacı gazetecilik mesleğinde de gazeteciliğin en belirgin özelliği olan toplumsal yarar ilkesini tamamen kullanması, insanların bilgi edinmesini de kolaylaştırması ve toplumda farkındalık yaratma konusunda da öncü bir rol oynamaktadır. Onun “Ben Kimim? "Karanlıktan Işığa: Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikayesi" adlı bu çalışması, belki de ilk defa bir karşı koyuşun da ete kemiğe büründürülen bir hikayesidir. Bir başka deyişle bu kitap ülkenin fabrika ayarlarıyla oynama cesaretini kendinde bulanlara bir cevap niteliğindedir. Aynı zamanda ülkemizin fabrika ayarlarına dönüşünün gerekliliğini eğmeden bükmeden, amasız ve fakatsız ortaya koyan ilk çalışmalardan biridir.
Elinizde tuttuğunuz bu kitabın tümü, bu ve benzeri soruların bir yanıtı niteliğindedir. Kitabın mektuplarla yaşam bulduğunu özellikle belirtmeliyim. Öyle inanıyorum ki, mektuplar ile sizlere sunulan öyküleri okurken bazılarını yarıda kesmek, bazılarını okurken gözyaşlarınızı tutamayacağınızı görür gibi oluyorum. Belki de kitabı bir oturuşta okumak size zor gelebilir; içinizin acıyabileceğini hatta acımadan da öte içinizin yanacağınızı duyumsuyorum. Kitap içeriğinde kaçınılmaz biçimde acı dolu mektuplar okuyacaksınız.
Kitabın amacı ve kurgusu, mektuplarda anlatılan öykülerle daha çok yermeyi içeren bir durum tespiti değil, bu olgunun farkına varılmasını sağlamak ve farkındalığı ortaya koymaktır. Kitabın çatısında ön plana çıkarılmak istenilen bireyler değil, davranışların bütünleştirdiği olgulardır. Değerli dostum Muhammet Binici yazmış olduğu bu eseriyle çocuklarımızın geleceğine hizmet etmek adına kolları sıvamış ve kendince anlamlı olanı yapmaya çalışmıştır. Bu ulvî çalışmada kendisine bütün kalbî şükranlarımı sunuyorum. Umarım emekleri boşa gitmez ve çocuklarımız için anlamlı, coşkulu ve güçlü bir gelecek oluşturmaya katkısı olur.
Prof. Dr. Esat Arslan
E. Tuğgeneral
Adana, 06 Nisan 2024