Tarihsel Çekişmeler ve Günümüz Gerçekleri. Siyonist planlar, Osmanlı'nın son dönemi ve Filistin'deki kritik olaylar... Yazarımız Muhammet Binici' bu köşe yazısı, geçmişle günümüz arasındaki bağı kurarak, tarihi çatışmaların ve günümüzdeki savaşların yansımalarını ele alıyor. İşte Muhammet Binici'nin "Abdülhamit ve Herzl Penceresinden Yahudilerin Filistin Toprakları Üzerine Kirli Planı" başlıklı köşe yazısının devamı!..
Balfour Deklarasyonu ile Başlayan Filistin'in Kırık Hikâyesi
Günümüzde hâlâ devam eden İsrail-Filistin savaşı, tarihsel bir perspektife sahip olmadan anlamak oldukça güç. Bu çekişmenin kökenlerine doğru bir yolculuk yaparken, 20. yüzyılın başlarına, 1917 yılına, Balfour Deklarasyonu'na doğru bakmak, bu savaşın temel taşlarını anlamamıza yardımcı olabilir.
Balfour Deklarasyonu, I. Dünya Savaşı'nın ortalarında, İngiltere'nin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından yayınlandı. Deklarasyonun ana amacı, Yahudi halkına bir ulusal yurt vaat etmekti. Ancak, bu "vaat edilmiş topraklar" olarak adlandırılan yer, o dönemde Filistin topraklarıydı. Bu, Filistin topraklarında yaşayan Arap nüfusu için belirsizlik ve güvensizlik dönemini başlatıyordu.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte, İngiltere Filistin'i işgal etti ve bölgeyi Birleşmiş Milletlere bıraktı. Osmanlı’da da İttihat ve Terakki Partisi de üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Sahipsiz kalan Filistin toprakları üzerine 1948 yılında resmi olarak İsrail Terör Devleti kuruldu ve bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlandı. Ancak, bu bağımsızlık Filistin halkı için büyük bir hüzün ve topraklarının istilası, işgali ile yurtlarından yerlerinden edilme sürecini de beraberinde getirdi.
Balfour Deklarasyonu'nun en önemli sonuçlarından biri, Filistin topraklarının bölünmesi ve İsrail Terör Örgütünün kurulması oldu. 1948 Arap-İsrail Savaşı, Filistinli Araplar arasında büyük bir travmaya neden olarak, Filistin halkını yurtlarından topraklarından edilmesi ve mülteci durumuna düşürülmesi oldu. Bugün hala devam eden bu sorun, Filistinlilerin yaşadığı acı gerçeklerden sadece bir tanesidir.
İsrail devletinin kurulması Filistin için doğurduğu sonuçlar, felaket oldu, yakın tarih boyunca pek çok acı olaya sebep olan sonuçlar doğurdu. Filistin topraklarının bölünmesi, halkının şehit edilmesi, savaşlar, mülteci sorunu ve sivil kayıplar, bu savaşın kaçınılmaz sonuçları olarak tarihe geçti.
Bugün, İsrail-Filistin savaşının hâlâ devam etmesi, Balfour Deklarasyonu'nun etkilerinin zaman içinde nasıl derinleştiğini gösteriyor. Uluslararası toplum, bu tarihsel hatalardan ders çıkarmalı ve adil bir çözüm için daha fazla çaba göstermelidir. Tabi böyle bir yapı kaldı ise!.. Filistin halkının yaşadığı acı hikâye, sadece geçmişe değil, aynı zamanda günümüze ve geleceğe de ışık tutuyor.
Belki de Celaleddin Harzemşah’ın dediği gibi “bu gün bize yarın size” kim bilir!?
Yani günümüzde devam eden İsrail-Filistin savaşı, sadece bölgeyi değil, tüm dünyayı derinden etkileyen bir mesele. Bu savaşın her aşaması, yüzbinlerce insanın hayatını ve geleceğini karartarak şekillendiriyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler, özellikle Gazze'de tırmanan şiddet, bir kez daha uluslararası kamuoyunu derinden sarsmış durumda.
Gazze'de yaşanan savaşlarda, her iki taraf da acımasız bir şekilde etkileniyor. Filistinli siviller, masum çocuklar ve aileler, sığınacak bir yer bulamadan hayatlarını kaybediyor. Katil İsrail’in Filistin şehirlerine düşen bombaların yarattığı dehşet, sadece binaları değil, aynı zamanda insanlık vicdanını da yerle bir ediyor.
İsrail Devletinin kurulmasının ardından Filistin topraklarında başlayan çatışma süreci, taraflar arasındaki anlaşmazlıkları derinleştirdi. HAMAS'ın taarruzu sonrasında yaşanan gelişmeler, İsrail’in Arz-ı Mev’ûd ve İşaya kehanetleri oyununu bozdu. kuduran ve oyunu bozulan İsrail tansiyonu yükseltti, katliamlara ve toplu cezalandırmalara başladı..
İsrail'in savaşın tek sorumlusu olarak gösterdiği HAMAS, rehine takasında bir kez daha işgalci İsrail'in maskesini düşürdü. Her iki tarafın serbest bıraktığı rehinelerin durumu, rehinelerin karşılaştığı muamele konusunda çarpıcı bir gerçeği ortaya koydu. Dünya halkları, İsrail'in gerçek yüzünü bir kez daha en net şekilde görmüş oldu; bu durum, İsrail'in uygulamış olduğu işkence ve kötü muamelenin insan haklarına aykırı olduğunu açıkça gösterdi.
İsrail'in savunma sistemi olarak tanıtılan "Demir Kubbe"nin etkisiz olduğu, geçilemez savunma hattının olmadığını gösterdi. Savaşın karmaşıklığını ve sürpriz yönünü bir kez daha açıkça ortaya koyarak, bu sistemdeki zayıflıklarını İsrail’in gerçek yüzünü gösterdiği bir daha ortaya çıktı. İlginç bir şekilde, bu gerçeği gün yüzüne çıkaran kişi, Demir Kubbe’yi yine zekası ile alaşağı eden bir Filistinli mühendis oldu. Bu durum, önceden şişirilen ve koskoca bir balon haline gelen İsrail'in savunma iddialarını adeta bir balonun patlaması metaforuyla somutlaştırıyor.
Ayrıca, Filistinli esirlerin maruz kaldığı acımasız muamelelere dair İsrail medyasının girişimleri, artık İsrail'in gerçek yüzünü örtme çabalarının başarısız olduğunu gösteriyor. Bu çabalar, Filistinli esirlerin gördüğü zulmü görmezden gelen Batı dünyası için utanç kaynağıdır, İsrail'in yenilmez imajının, adaletli ordu görünümünü koruma gayretinin içi boş olduğu anlaşıldı. Ancak, bu çabalar, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmanın ötesinde bir işe yaramıyor.
Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan'ın Gazze'yi savunmanın, kendi topraklarını savunmakla eşdeğer olduğu ifadesi, Türkiye'nin savaştaki tutumunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak, uluslararası toplumun savaşa müdahale etme konusundaki çekinceleri, sorunun çözümünü daha da karmaşık hale getiriyor.
ABD'li Senatör Lindsey Graham'ın skandal Gazze yorumu, savaş konusundaki uluslararası görüş ayrılıklarını bir kez daha gündeme getiriyor. Ancak, çözümün, taraflar arasında diyalog ve uzlaşıyla mümkün olmadığı durumlarda “zor oyunu bozar” atasözümüzün hakikatini tekrar tekrar akıllara getiriyor.
Sonuç olarak, İsrail-Filistin savaşı, yakın tarih boyunca birçok insani acıya neden oldu. Ancak, bu acılarla yüzleşmek ve barışa doğru adımlar atmak, uluslararası toplumun ortak sorumluluğudur. İnsanlık, bu savaşın sona ermesi ve bölgede adil bir barışın sağlanması için elinden gelen çabayı gösterecektir. Bu gün bu insanlık suçunu işleyenler, hak ettikleri cezaya çarptırılacaktır.
Ancak, ilerleyen günlerde ateşin Türkiye'ye sıçramaması için bir itfaiye erinin ateşe hortumla su sıkması misali, çatışmanın olduğu yerde müdahale edilmeli ve barış çabalarına destek verilmelidir. Ateşin Türkiye'ye sıçradığı bir durumda ise, itfaiyenin içinde olduğu ateşe su sıkamayacağı bilinmelidir. Celaleddin Harzemşah'ın "Bu gün bize, yarın size" sözü bir kez daha tekrar etmemesi için vizyonlu davranmaya, gelecekte yaşanması mukadder çatışmaya var gücümüzle hazırlanmaya mecburuz.
YAZARIMIZIN TÜM YAZILARI İÇİN
https://www.bncmedyahaber.com/yazar-abdulhamit-ve-herzl-penceresinden-yahudilerin-filistin-topraklari-uzerine-kirli-plani-972.html
Balfour Deklarasyonu ile Başlayan Filistin'in Kırık Hikâyesi
Günümüzde hâlâ devam eden İsrail-Filistin savaşı, tarihsel bir perspektife sahip olmadan anlamak oldukça güç. Bu çekişmenin kökenlerine doğru bir yolculuk yaparken, 20. yüzyılın başlarına, 1917 yılına, Balfour Deklarasyonu'na doğru bakmak, bu savaşın temel taşlarını anlamamıza yardımcı olabilir.
Balfour Deklarasyonu, I. Dünya Savaşı'nın ortalarında, İngiltere'nin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından yayınlandı. Deklarasyonun ana amacı, Yahudi halkına bir ulusal yurt vaat etmekti. Ancak, bu "vaat edilmiş topraklar" olarak adlandırılan yer, o dönemde Filistin topraklarıydı. Bu, Filistin topraklarında yaşayan Arap nüfusu için belirsizlik ve güvensizlik dönemini başlatıyordu.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte, İngiltere Filistin'i işgal etti ve bölgeyi Birleşmiş Milletlere bıraktı. Osmanlı’da da İttihat ve Terakki Partisi de üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Sahipsiz kalan Filistin toprakları üzerine 1948 yılında resmi olarak İsrail Terör Devleti kuruldu ve bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlandı. Ancak, bu bağımsızlık Filistin halkı için büyük bir hüzün ve topraklarının istilası, işgali ile yurtlarından yerlerinden edilme sürecini de beraberinde getirdi.
Balfour Deklarasyonu'nun en önemli sonuçlarından biri, Filistin topraklarının bölünmesi ve İsrail Terör Örgütünün kurulması oldu. 1948 Arap-İsrail Savaşı, Filistinli Araplar arasında büyük bir travmaya neden olarak, Filistin halkını yurtlarından topraklarından edilmesi ve mülteci durumuna düşürülmesi oldu. Bugün hala devam eden bu sorun, Filistinlilerin yaşadığı acı gerçeklerden sadece bir tanesidir.
İsrail devletinin kurulması Filistin için doğurduğu sonuçlar, felaket oldu, yakın tarih boyunca pek çok acı olaya sebep olan sonuçlar doğurdu. Filistin topraklarının bölünmesi, halkının şehit edilmesi, savaşlar, mülteci sorunu ve sivil kayıplar, bu savaşın kaçınılmaz sonuçları olarak tarihe geçti.
Bugün, İsrail-Filistin savaşının hâlâ devam etmesi, Balfour Deklarasyonu'nun etkilerinin zaman içinde nasıl derinleştiğini gösteriyor. Uluslararası toplum, bu tarihsel hatalardan ders çıkarmalı ve adil bir çözüm için daha fazla çaba göstermelidir. Tabi böyle bir yapı kaldı ise!.. Filistin halkının yaşadığı acı hikâye, sadece geçmişe değil, aynı zamanda günümüze ve geleceğe de ışık tutuyor.
Belki de Celaleddin Harzemşah’ın dediği gibi “bu gün bize yarın size” kim bilir!?
Yani günümüzde devam eden İsrail-Filistin savaşı, sadece bölgeyi değil, tüm dünyayı derinden etkileyen bir mesele. Bu savaşın her aşaması, yüzbinlerce insanın hayatını ve geleceğini karartarak şekillendiriyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler, özellikle Gazze'de tırmanan şiddet, bir kez daha uluslararası kamuoyunu derinden sarsmış durumda.
Gazze'de yaşanan savaşlarda, her iki taraf da acımasız bir şekilde etkileniyor. Filistinli siviller, masum çocuklar ve aileler, sığınacak bir yer bulamadan hayatlarını kaybediyor. Katil İsrail’in Filistin şehirlerine düşen bombaların yarattığı dehşet, sadece binaları değil, aynı zamanda insanlık vicdanını da yerle bir ediyor.
İsrail Devletinin kurulmasının ardından Filistin topraklarında başlayan çatışma süreci, taraflar arasındaki anlaşmazlıkları derinleştirdi. HAMAS'ın taarruzu sonrasında yaşanan gelişmeler, İsrail’in Arz-ı Mev’ûd ve İşaya kehanetleri oyununu bozdu. kuduran ve oyunu bozulan İsrail tansiyonu yükseltti, katliamlara ve toplu cezalandırmalara başladı..
İsrail'in savaşın tek sorumlusu olarak gösterdiği HAMAS, rehine takasında bir kez daha işgalci İsrail'in maskesini düşürdü. Her iki tarafın serbest bıraktığı rehinelerin durumu, rehinelerin karşılaştığı muamele konusunda çarpıcı bir gerçeği ortaya koydu. Dünya halkları, İsrail'in gerçek yüzünü bir kez daha en net şekilde görmüş oldu; bu durum, İsrail'in uygulamış olduğu işkence ve kötü muamelenin insan haklarına aykırı olduğunu açıkça gösterdi.
İsrail'in savunma sistemi olarak tanıtılan "Demir Kubbe"nin etkisiz olduğu, geçilemez savunma hattının olmadığını gösterdi. Savaşın karmaşıklığını ve sürpriz yönünü bir kez daha açıkça ortaya koyarak, bu sistemdeki zayıflıklarını İsrail’in gerçek yüzünü gösterdiği bir daha ortaya çıktı. İlginç bir şekilde, bu gerçeği gün yüzüne çıkaran kişi, Demir Kubbe’yi yine zekası ile alaşağı eden bir Filistinli mühendis oldu. Bu durum, önceden şişirilen ve koskoca bir balon haline gelen İsrail'in savunma iddialarını adeta bir balonun patlaması metaforuyla somutlaştırıyor.
Ayrıca, Filistinli esirlerin maruz kaldığı acımasız muamelelere dair İsrail medyasının girişimleri, artık İsrail'in gerçek yüzünü örtme çabalarının başarısız olduğunu gösteriyor. Bu çabalar, Filistinli esirlerin gördüğü zulmü görmezden gelen Batı dünyası için utanç kaynağıdır, İsrail'in yenilmez imajının, adaletli ordu görünümünü koruma gayretinin içi boş olduğu anlaşıldı. Ancak, bu çabalar, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmanın ötesinde bir işe yaramıyor.
Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan'ın Gazze'yi savunmanın, kendi topraklarını savunmakla eşdeğer olduğu ifadesi, Türkiye'nin savaştaki tutumunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak, uluslararası toplumun savaşa müdahale etme konusundaki çekinceleri, sorunun çözümünü daha da karmaşık hale getiriyor.
ABD'li Senatör Lindsey Graham'ın skandal Gazze yorumu, savaş konusundaki uluslararası görüş ayrılıklarını bir kez daha gündeme getiriyor. Ancak, çözümün, taraflar arasında diyalog ve uzlaşıyla mümkün olmadığı durumlarda “zor oyunu bozar” atasözümüzün hakikatini tekrar tekrar akıllara getiriyor.
Sonuç olarak, İsrail-Filistin savaşı, yakın tarih boyunca birçok insani acıya neden oldu. Ancak, bu acılarla yüzleşmek ve barışa doğru adımlar atmak, uluslararası toplumun ortak sorumluluğudur. İnsanlık, bu savaşın sona ermesi ve bölgede adil bir barışın sağlanması için elinden gelen çabayı gösterecektir. Bu gün bu insanlık suçunu işleyenler, hak ettikleri cezaya çarptırılacaktır.
Ancak, ilerleyen günlerde ateşin Türkiye'ye sıçramaması için bir itfaiye erinin ateşe hortumla su sıkması misali, çatışmanın olduğu yerde müdahale edilmeli ve barış çabalarına destek verilmelidir. Ateşin Türkiye'ye sıçradığı bir durumda ise, itfaiyenin içinde olduğu ateşe su sıkamayacağı bilinmelidir. Celaleddin Harzemşah'ın "Bu gün bize, yarın size" sözü bir kez daha tekrar etmemesi için vizyonlu davranmaya, gelecekte yaşanması mukadder çatışmaya var gücümüzle hazırlanmaya mecburuz.
YAZARIMIZIN TÜM YAZILARI İÇİN
https://www.bncmedyahaber.com/yazar-abdulhamit-ve-herzl-penceresinden-yahudilerin-filistin-topraklari-uzerine-kirli-plani-972.html