Sebilürreşad’ın Ekim 2021 sayısında Aşı konusu tartışıldı
DİLİPAK, “DİN, HURAFE, KUANTUM…”
Gazeteci Yazar Abdurrahman Dilipak, Sebilürreşad dergisinin Ekim sayısında, derginin kapak konusu olan “Louis Pastör / Aşı tartışmasına ilmi bir katkı”sı çerçevesinde, “Din, bilim, Kuantum ve hurafe” konusundaki görüşlerini, farklı örneklerle paylaştı.
Mehmet Akif Ersoy’un bir makalesinden yola çıkılarak başlatılan müzakere ye Fatih Bayhan yanında, sırası ile Mehmet Barca, Yasin Aktay, Celaleddin Duran, Mansur Özdemir, Beyhan Asma, Müftüzade Ahmet Akgül,, Ahmed Bleda, Atama Türk Toksoy, Selimcan Yelseli, Eyyüb Azlal gibi yazarlar katkı sağladılar.
Dilipak, dün, bugün ve yarına ilişkin öngörüleri ile, din, bilim ve hurafe konusundaki yaklaşımları ile renklenen ilgi çekici yazısı, aynen yayınlıyoruz:
HURAFE, DİN, KUANTUM, İLİM, MİLİM
Akifi yaşadığı zaman ve mekan içinde, şartlar içinde değerlendirmek gerekir.. Akifin aşı konusunda, salgın karşısında saraya gönderilen “okunmuş su”dan yola çıkarak, bugünki CoVID üzerinden hüküm çıkartmaya çalışmak bizi doğru sonuca götürmeyecektir. Mesela mRNA bir aşı değil, gen terapisidir. Bir grafenli suya data yüklenerek RNA üzerinden DNA’ya mesaj göndermek sureti ile, atomik ölçekli robotik bir araçla fıtrata müdahelenin yolu açılmaktadır.
Genom, bilişim, atom altı parçacıklar ve bilişim teknolojisi sonucu, artık ölülerden alınan DNA örnekleri canlı hücrelere yüklenerek o canlılar klonlanarak hayata dönüştürmek mümkün olabilecektir. Artık Kimeralar mitolojik varlıklar olmaktan çıkıyor Klonoidler şeklinde, hayata döndürülebilecektir.
Yaşlandıkça gençleşmek artık bilim kurgu romanlarının konusu değildir. Klonlama teknolojisi ile insan hayvan arası canlılar üretmek de mümkün.
Evet artık portakal ağacında karanfil kokulu sarımsak üretmek mümkün.. Tavşan gibi üreyen, koyun gibi büyüyeni sincap gibi beklenen ama insan gibi düşünen bir canlı da. Mevlana’yı ve Eflatun’u yeniden klonlayarak hayata döndürebilir. Onun hakkındaki bilgileri onun beynine yükleyebilirsiniz.
Böyle bir dünya ile Akifin yaşadığı dünyayı birbiri ile eşleştimek kolay olmasa gerek.
Sinovac da bize anlatıldığı gibi inaktif aşı değil. 5 yılda olur dedikleri6 aya sıkıştırdık dediler. İşe başladıklarında ellerinde iddia edlen izole bir mikrop yoktu. Korona grubundan genel bir grip aşısı yaptılar ama, onlar aşının ARGEsini yapana kadar mikrop defalarca mustasyona uğradı ve varyantlar gerçekleşti. Bu gerçekliklerden yola çıkarak tarihi bir olay üzerinden günümüze ilişkin hüküm çıkartmak mümkün olmayacaktır. CoVID’in mikrobu da, PCR’si de aşısı da, ilacı da sorunludur.
Akif 20 Aralık 1873, İstanbul’de doğdu ve 27 Aralık 1936’da vefat etti. Yusuf Akçura'nın 1904'te Kahire'de “Türk” adlı gazetede kaleme aldığı Osmancılık, İslamcılık, Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak tartışmaya açtığında Akif 29 yaşlarındadır.
Mehmet Âkif, Mülkiye İdadisini bıraktıktan sonra Ziraat ve Baytar Mektebine kaydoldu. Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşanın etkisi ile pozitif bilim konusunda bir yönelim kazandı ve 1893’de Mektebin baytarlık bölümünü birincilikle bitirdi.
İlim ve hurafeden söz ederken, önce “ilim”i doğru tarif etmek ve hurafenin ne olup olmadığına karar vermek gerek. Kur’an’a göre “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” ama bazı ilim adamları aynı zamanda “cehaletin babası” kitap yüklü eşek” de olabilir. Belam denilen ve lanetlenen kişi de Hz. Musa ve Harun’dan olsa Tevrat’ı en iyi bilen kişi idi.
“Pozitif bilim” denilen bilim gerçeklik düzleminde, gözleme dayalı, ispatlanabilir bir şeydir. Mesela onlar için “Kur’an’ın müminler için şifa ve rahmet vesilesi” olması anlaşılır bir konu değildir.
Modern bilim “Rasyonalist, determinist ve pragmatik olmak zorundadır ve mutlak hakikatı ifade etmez. Geliştirilebilir ve değiştirilebilir, varoluşçu ve gelişmecidir. Yani yaratılışla ilgilenmez. Bir mü’mine göre Hakikate gerçekliğin basamaklarından yükselerek yaklaşılabilir.
Tek Parti Cumhuriyet dönemi aydını katı bir pozitivist akla sahip olduğu için, din onlar açısından BİREY(!?)sel açıdan vijdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsedilmesi gerekir. BİREY, din, ahlak ve gelenekten, hatta cinsel kimliğinden bile bağımsız kalarak özgürleşebilir. Onlar için mesela Farmakoloji’de “KocaKarı” ilaçlarına yer yoktur. Koca Karı bir yanı ile geleneği ifade ederken, “Koca” aile reisi ya da “Büyük” den ayrı “Tecrübe sahibi kişi” anlamına gelir. Muhtarlıklardaki “ihtiyar heyeti” sadece yaşlılığı değil, “irade sahibi, mahallenin aksakallıları, Ehliyet ve liyakat sahibi, kıdemli, tecrübeli kişi” anlamlarına da gelir. “Karı” kelimesi “Karı-Koca anlamı yanında “yaşlı, tebrübeli kadın” anlamına da gelir. Öte yandan bu kelime “Kari” olarak da okunur. ”Kari”, “okumuş” anlamına da gelir. Bu isim, tek parti döneminde “okuyup üfleme” anlamında bu insanlar “üfürükçülük”le suçlanmıştır. Okuyup anlatmak, tavsiyede bulunmak, nasihat etmek şeklinde de yorumlanabilir.
Geleneksel tıp uzmanları, ışın terapisi, bioEnerji, bioRezonans, e-water terapisi mRNA ile gen terapisinden söz ediyorlar. Mesela, masaj, akapunktur, TransandalMeditasyon son zamanlarda daha çok sözü edilen alternatif tedavi yöntemleri olarak giderek daha fazla ilgi uyandırıyor. Ya da HridoTerapi/Sülük tedavisi, Kupa Terapisi, Hacamat da öyle. Bir kısım bilim insanları, bunların faydasının Plesebo etkisi ve dolayısı ile Psikolojik etkisinden söz ederken, bir çok kişi bunun fizik etkisinden de söz etmeye başladı.
Mesela Grefene yüklenen “m” RNA üzerinden, insan bedeninde atomik ölçüde bir robot gibi davranabiliyor. Suda data yüklenebiliyor. Chip teknolojisi üzerinden NeuraLink ile insan, hayvan, bilgisayar arasında nesnelerarası network üzerinden data transferi sağlanabiliyor.
Mesela insan, sıradan bir bilgisayardan çok daha fonksiyonel, değerli bir varlıktır. Bilgisayardan e-watere mesaj yükleyerek bununla tedaviden söz ederken, insanın dokunuş, okuma ve etkisi alay konusu yapılabiliyor. Oysa ipnotik etki ile manyetizma şeklinde çok farklı etki mekanizmaları oluşturulabileceği artık açık bir gerçek. Belki yeni teknolojilerle bu bilimin etki mekanizmasını anlamada bir takım imkanlar Kuantum üzerinden sağlanabilir. Kuantum mekaniği ya da Kuantum fiziği atom altı parçacıkları inceleyerek evreni arama çabasının ürünü olarak bir anlam ve değer kazanıyor. Bu anlamda, Madde, hücre, can, zaman, gen konusunda Grafen yeni bir boyut kazandırıyor. Bu gün biz artık dalga boyu ve frekansından oluşan iki boyutlu bir maddeden söz ediyoruz. Canlı olmayan ama canlı gibi davranan, canlı maddeyle bütünleşebilen bir madde. Atomaltı parçacıklara kuanta deniyor. Elektron, Foton, Kuark gibi parçacıklardan söz ediyoruz bugün artık. "Nicem mekaniği", "dalga mekaniği" diye birşeylerden sözediyoruz. Mesela Grafen canlı değil, ama dokunduğu her canlının aura’sını kopyalıyor. Bu tür öğrenebilen cansızlar cansız maddelerde bir öğrenme ve davranış enegram modeli oluşturabiliyor.
İşte burada Akıl, ruh, can, nefs nedir, nasıl biliyoruz? Bilgi, Gerçek ve Hakikat ilişkisi, zaman ve mekan ilişkisi, Melek, Cin ve Şeytan. Ölüm ve hayat ayrı bir takım anlamlar kazanıyor. “Zaman içinde zaman”, “farklı zaman boyutları”, zamansızlık, zamanı durdurmak, mesela İsra olayı, Hz. Musa’nın Hızır’la yolculuğu, İfrid’in Belkıs’ın tahtı ile Hz. Süleyman’a söyledikler. Hz. Süleyman’ın kuşlar ve karıncalarla konuşması, Hz. İbrahim’in mucileri, Hz. Musa’nın Suyla, Hz. İbrahim’in ateşle imtihanı. Bütün bunlar aslında farklı bir bilgiden söz ediyor. Modern bilim gerçeklerden söz ediyor ama bu gerçekler, akıl, bilgi basamaklarından yükselerek varılan bir hakikat de var.
Japon bir bilim adamı, ses ve su ilişkisi üzerinden ilginç deneyimler yaptı. Elektromanyetik dalgaları e-Water üzerindeki etkileri de artık bilinen bir gerçek. Onun için dün Hurafe kabul edilen bir çok şey bugün yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerek.
Modern batı kendi “norm”larına uymayan herşeyi Hurafe olarak gördü. Bu biraz da tilkinin ulaşamadığı üzüm’e “koruk” demesi gibi bir şey. Artık batı “yeni normal” denem’den söz ediyor. Onlar da dini, geleneği, ahlakı, tarihi, kehaneti, esatiri/esoterizmi, mitolojiyi yeniden sorgulama gereği duyuyorlar. Biz de, batının terkettiği dünyayı savunmaya çalışıyoruz! CoVID süreci bu anlamda çok çarpıcı bir örnek olsa gerek.
“Dua tası” örneği bu konuda sanırım açıklayıcı olacaktır: Dua tası tek başına üzerinde ayet yazılı olduğu için bir anlam ve değer kazanmıyor. Elbette o ayeti ve o ayetle birlikte okunan zikrin bir anlamı var. Hem o okunan hem de okunan şeyin anlamının insana yüklediği bir sorumluluk var. Tevbe faslı, maddi ve manevi bir arınmayı gerektiriyor. Bu “Hijyen”le açıklanamayacak bir arınma. Hijyen “Necasetten arınmanın karşılığı olmadığı gibi, sadece maddi arınma değil, manen de, Hades’ten yani görünmeyen günahların sebeb olduğu manevi kirlerden de arınmak gerekiyor. Dua tasını elinize alıp içinde hazırlanmış suya okuma yapıyorsunuz. İki elinizle tutup, gözünüzle bakarken nefes üflemekle kalmıyorsunuz. Dua tası ile sunulan su, ballı gül şerbeti, içinde bir takım baharatlar ve Nisan ayında belli günlerde toplanmış yağmur suyu ile hazırlanan bir iksir söz konusu olabiliyor.
Yine Dua tası ile okunmuş su ikramı sadece bu işlemlerle sınırlı bir iş değil, ayet okumaları, dua, zikir ve selavatlar getiriliyor. Bu sadece dua okuyanların yaptığı bir şey değil, aynı zamanda bu sudan istifade edecek kişi içinde manen estetize edilmiş bir su oluyor.
İnsanın Mutluluk hormonu salgılaması sevdikleri ile kucaklaşması ile mümkün olabiliyor. Ya da uykunun karanlık bir ortamda gerçekleşmesinin de ayrı bir değeri var. İnsanın öz savunma mekanizması da bu süreçlerden etkilenmektedir.
Akif aslında çok farklı bir şey söylüyor. Niye böyle yapıyorsunuz, bunun bir söz kalıbı var, bir de onun, idrak ve eylem seviyesinde bize yüklediği bir sorumluluk var diyor, bana kalırsa, bir nakısaya/eksikliğe işaret ediyor. O dua tasında ya da belli cümlelerin okunmasıdan ibaret değil yapmamız gereken. O olsun, ama onu idrak edip, gereğini yapalım diyor. Bunu şu satırlarında açıkça ifade eder:
“İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa hiç maksat aranmaz mı bu ayetler de?
Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'ân'ın:
Çünkü kaydın da değil, hiçbirimiz ma'nanın.
Ya açar Nazm-ı Celil'in bakarız yaprağına;
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, nefal bakmak için!”
Unutmayalım ki, Akif kendi de hafızdır! O “asrın idrakine söyletmek islamı” ister.
Kaldı ki, sonuçta Akif de insan, o da hata yapabilir. Yanlış ifade edebilir, yanlış anlaşılabilir. O batılı anlamda bir pozitivist olmadı. Belki, “Batının ilim ve sanatını, teknolojisini almak” konusunu daha farklı ifade edebilirdi. O ilim ve sanat batının kendi malı değil, gasbettiği, yağmaladığı bir sömürü mirasıdır. Bunu başka şiirlerinde daha farklı da anlatır. O bir şair, duygusal tepkileri de var. Öte yandan zaten “Hikmet” mü’minin yitik malı değil mi? Nerede bulursa alır.
Mesela Japonya örneği, iyi bir örnek değil. Japonlar folklorik olarak geleneklerini korudular, ve ekonomilerini yaşam tarzlarını büyük ölçüde Batılılaştırdılar. Ekonomileri, dinle olan ilişkileri seküler ve reformisttir. Şintoizm bir kültürel aidiyete dönüşmüştür. Metodik anlamda Hristiyan dünyasında olduğu gibi, seromoni, rütüel ve ikonalara boğulmuştur. Ahlaki anlamda Müslümanlara yaklaşmaları da ayrı bir konudur.
Akf’in batıya, batı mediyetine bakışı çok açık ve nettir:
“Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını,
Veriniz mesainize hem de son süratini
Sade Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız
Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.”
“Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?”
Mehmet Akif, “Kader”e inanmakla ve “kaderiyeci” olmak, “akıllı olmak”la “Akılcı olmak” arasındaki farkı bilir, “Tevekkül” “tembellik”i karıştırmaz.
“Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!’
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var”
Akif, Batı kültür ve medeniyetinin ahlakî değerlerimizle çeliştiğinin farkındadır. O taklidçiliğe karşıdır. Batının ilmini ve sanatını alırken ahlakı konusunda dikkatli olmak gerektiğini ısrarla vurgular, ancak tabi ki, bunlar birbirini ister istemez etkileyecektir. Akif’e göre “Avrupa medeniyeti, bir medeniyet-i fâzıle, bir medeniyet-i hakikiye-i insaniye değildir”. Batı “Hak”kı değil, “kuvvet”i üstün tutmaktadır. “Batılılar bencildir, zayıf olanı ezmeye meyillidir, adalet duygusu yok denecek kadar azdır. Böyle oldukları için de onlara güvenmek ahmaklıktır.”
Yazımıza Akif’in şu mısraları ile son verelim:
“Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün ehl-i salîbin hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!”
Tarihten bugüne ilişkin dersler çıkartalım derken, hem tarihi hem de bugünü doğru bilmek gerekir. Aksi takdirde biz gelecek nesiller içi trajik bir kötü örnek oluruz.
Selam ve Dua ile..
|
||
|