İSTANBUL’UN RUHSUZ GETTOLARI EN ÇOK ÇOCUKLARI VURDU
İçerisinde bulunduğumuz 11 ayın sultanı oruç ayı sona erdi ve ramazan bayramına ulaşmış olduk. Ramazan bayramının 2. günü yine mübarek günlerden birindeyiz. Hafta günlerinin sultanı Cuma günü.
Maltepe Zümrüt Evler Hacı Mustafa Özyazıcı Cami ve Cuma namazı. İstanbul için güzel bir gün hava oldukça nefis.
Pandemi kurallarına göre cemaat alabildiğine yayılmış. Cami avlusu ve yemyeşil bahçede cemaat içerisine serpilmiş çiçeklerle dolu. Oldukça güzel ve muteşem bir atmosfer.
Aslında ortamın güzelliği cemaat içerisine serpiştirilmiş yavrular, çocukların mevcudiyeti. Babalar çocuklarının ellerinden tutup cuma namazı için camiye getirmişler.
Bahçemizin gülleri bu günahsız yavrucaklar. Rengârenk, cıvıl cıvıl sedanın tınılarıdır onlar. Selamın, huzurun, bereketin, tebessümün ve bayramlaşmanın şekeridir onlar. İstanbul’un ramazan tatlılarıdır onlar.
Camiler yaşamın merkezinde olur. Olmalı da. Dört tarafı genişçe bahçeli ve ağaçlı, müştemilatında kütüphanesi, aş evi, okuma ve muhabbet odaları olmalı. Hayatın ihya edildiği mekanlar olmalı.
İstanbul mübarek bir Osmanlının payitahtıdır. Tarih kokulu bir şehrimiz. Peygamberimiz (s.a.v) hadisine mevzu bahis olmuş bir şehir.
Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde konaklaması gereken yere karar vermek güçtü. Çünkü peygamber sevgisi herkesi sarmış, herkes peygamberin kendi evlerinde kalmasını istiyorlardı.
Ancak en doğru seçenek peygamberin devesini serbest bırakmak ve o nereye çömelirse, peygamber onun evine misafir olmalıydı.
Nasip ya işte. Hz. Muhammed (s.a.v) in devesi Sahabe-i Güzin, Hz. Halid el-Ensari yani Eba Eyyüb el-Ensari’nin evinin kapısına çömelir. Hz. Muhammed (s.a.v) ; “İnşallah konacağımız yer burasıdır” der.
O gün Medine halkı Halid’in evinin önünde Resulullah’ı görmek için ayakta bekliyorlardı.
Müminlerle beraber o gün Yahudi ulemasından Abdullah bin Sellam da gelmiş, Hz. Muhammed (s.a.v) in yüzüne bakmış, “Bu yüz yalancı yüzü değildir” diyerek Müslüman olmuştu.
Ancak bu gün, bu mübarek günlerde Mescid-i Aksa ve Filistin’de yaşananlara hazinle bir bakacak olsak. Gazze’de, çoluk çocuk, yaşlı kadın, ihtiyar canlı cansız tüm varlıkların üzerinde bombalar ölüm kusmakta.
Her taraf alev alev yanmakta. Yani insanlar füze ateşleri altında yanarak can vermekteler. 21.yy’ın tüm insanlığının gözleri önünde. Dünyada merhameti kalmamış adeta.
Müslüman ahlakı buyur gel evim senin evin olsun derken; İsrailli Siyonist Yahudi Filistinli Müslümanın haremine girerek “evini bana ver” diyor. Bana vermesen de zaten senden bir başkası zorla da olsa alacak diyor.
Evet, bu çağda sözün ve insan olmanın ve değerlerinin bittiği gündür. Başka söze ve cümleye gereğin kalmadı günlerdir bu günler.
Halid el-Ensari (Eba Eyyüb el-Ensari) nin evi bugünkü Mescid-i Nebevinin olduğu yerdir. Halid el-Ensari Bedir gazvesinde peygamberimizin yeşil sancağını taşıyan celil sahabedir.
Halid el-Ensari, 80 yaşlarında pir iken, İslam ordularıyla Konstantaniyye’ye kadar gelmiş bu surları sarmış, sonra “Eğri Kapı” burçları yanında şehit düşmüştü.
Halid el-Ensari’nin 80 li yaşlarında iken, Konstantaniyye’nin Müslümanlar tarafından 2.muhasarası hazinle sonuçlanmıştı. Uzun bir muhasaradan sonra şiddetli bir kış olunca, güneş çocukları olan Müslüman Araplar, Ayastefanos’tan Haliç’e kadar, yoğun bir kar altında kalırlar, kırılırlar ve ölüler.
Fatih’in 22 yaşlarında Edirne’den İstanbul üzerine yürüdüğü 857 senesinin üzerinden yıllar geçti. Fatih’in hocası Akşemseddin bayırlardan “Ya Müfettihul-Ebvab” diye yükselen sesiyle, Gelibolu’dan gelen 1001 yelkenli beyaz donanma, 57 gün süren muhasara sonunda konstantaniyye feth edilmişti.
Konstantaniyye’nin fethinin son muhasarasında Fatih’in hocası Ak Şemseddin, Resulullah’ın sancaktarı/alemdarı Halid Eba Eyyüb’ün surlar önündeki mezarını keşf etmek için ter döküyordu.
“Ak Şemsdeddin secdeye başını koyduğu yerden kaldırdığında, gözleri kan çanağını andırır bir halde başında bekleyen genç Fatih Sultan Mehmed’e;
“Begüm, hikmet-i Hüda, seccademizi ta kabr-i Eyyüb üzre döşemişer. Hemen şu mahalli kazsınlar” demiş. Toprak üç zira derinlikte kazındıktan sonra, üzerinde kufi hatla “Haza Kübra Ebi Eyyüb” kitabesi olan bir sanduka çıkmış.”
İşte İstanbul aslında mübarek sahabilerinde ayak bastığı topraklardır. İstanbul’un her bir köşesi maneviyat kokuludur. Hangi tepesinden bakarsak bakalım İstanbul, Aziz İstanbul’dur.
İşte o fetihten beri İstanbul’da Topkapı sarayı “Hırka-i Sadet Dairesinde” gece gündüz Kur’an okunur. Yavuz Sultan Selim’in “Hırka-i Saadeti” Mısır’dan getirip, bu odaya koyduğundan beri 40 hafız tarafından, günde 2 hafız olmak üzere nöbetleşe Kur’an-Kerim okunmaktadır.
Yukarıda makalemin başında bahsettiğim ve cennet bahçesini dolduran güllerin varlığı elbette mutluluk verici. Osmanlıda sosyal yaşam cami merkezli idi.
Çocuklar görgüyü, örfü, adet, sevgi ve saygıya dair her şeyi görerek, duyarak yaşayarak öğrenirdi. Osmanlı mahallelerinde “Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanırdı.”
Ancak modern çağla birlikte şehrin geldiği nokta insanı ürkütmüyor da değil. Modern gettolaşma, etrafı kalın duvar ve tel örgülerle çevrili siteler soğuk havası en çok yavruları vurdu.
Minaresiz ve ezansız semtlerdir buralar. Ruh olmayan semtler. Oysaki Müslümanların çocukları, minareler ve ağaçlar arasında yükselen ezan sesleri ile büyümelidirler.
Bu yeni yetme yapılaşmalar; ezansız, camisiz, minaresiz, adeta şehrin hayaletleri resmini tezahür ettirmekte.
Körpe dimağların, bilgisayar başlarında bağımlaştırılmış, hastalaştırılmış adeta robotlaştırılmış bir gelecek aslında en büyük talihsizliğimiz.
Bu günler ve mübarek bayramlar hürmetine evlatlarımız, çocuklarımız ve yavrularımız içinde hayırlı bayramlar olsun dilek ve dualarımızla…
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN
http://www.bncmedyahaber.com/yazar-istanbul-un-ruhsuz-gettolari-en-cok-cocuklari-vurdu-568.html
İSTANBUL’UN RUHSUZ GETTOLARI EN ÇOK ÇOCUKLARI VURDU
İçerisinde bulunduğumuz 11 ayın sultanı oruç ayı sona erdi ve ramazan bayramına ulaşmış olduk. Ramazan bayramının 2. günü yine mübarek günlerden birindeyiz. Hafta günlerinin sultanı Cuma günü.
Maltepe Zümrüt Evler Hacı Mustafa Özyazıcı Cami ve Cuma namazı. İstanbul için güzel bir gün hava oldukça nefis.
Pandemi kurallarına göre cemaat alabildiğine yayılmış. Cami avlusu ve yemyeşil bahçede cemaat içerisine serpilmiş çiçeklerle dolu. Oldukça güzel ve muteşem bir atmosfer.
Aslında ortamın güzelliği cemaat içerisine serpiştirilmiş yavrular, çocukların mevcudiyeti. Babalar çocuklarının ellerinden tutup cuma namazı için camiye getirmişler.
Bahçemizin gülleri bu günahsız yavrucaklar. Rengârenk, cıvıl cıvıl sedanın tınılarıdır onlar. Selamın, huzurun, bereketin, tebessümün ve bayramlaşmanın şekeridir onlar. İstanbul’un ramazan tatlılarıdır onlar.
Camiler yaşamın merkezinde olur. Olmalı da. Dört tarafı genişçe bahçeli ve ağaçlı, müştemilatında kütüphanesi, aş evi, okuma ve muhabbet odaları olmalı. Hayatın ihya edildiği mekanlar olmalı.
İstanbul mübarek bir Osmanlının payitahtıdır. Tarih kokulu bir şehrimiz. Peygamberimiz (s.a.v) hadisine mevzu bahis olmuş bir şehir.
Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde konaklaması gereken yere karar vermek güçtü. Çünkü peygamber sevgisi herkesi sarmış, herkes peygamberin kendi evlerinde kalmasını istiyorlardı.
Ancak en doğru seçenek peygamberin devesini serbest bırakmak ve o nereye çömelirse, peygamber onun evine misafir olmalıydı.
Nasip ya işte. Hz. Muhammed (s.a.v) in devesi Sahabe-i Güzin, Hz. Halid el-Ensari yani Eba Eyyüb el-Ensari’nin evinin kapısına çömelir. Hz. Muhammed (s.a.v) ; “İnşallah konacağımız yer burasıdır” der.
O gün Medine halkı Halid’in evinin önünde Resulullah’ı görmek için ayakta bekliyorlardı.
Müminlerle beraber o gün Yahudi ulemasından Abdullah bin Sellam da gelmiş, Hz. Muhammed (s.a.v) in yüzüne bakmış, “Bu yüz yalancı yüzü değildir” diyerek Müslüman olmuştu.
Ancak bu gün, bu mübarek günlerde Mescid-i Aksa ve Filistin’de yaşananlara hazinle bir bakacak olsak. Gazze’de, çoluk çocuk, yaşlı kadın, ihtiyar canlı cansız tüm varlıkların üzerinde bombalar ölüm kusmakta.
Her taraf alev alev yanmakta. Yani insanlar füze ateşleri altında yanarak can vermekteler. 21.yy’ın tüm insanlığının gözleri önünde. Dünyada merhameti kalmamış adeta.
Müslüman ahlakı buyur gel evim senin evin olsun derken; İsrailli Siyonist Yahudi Filistinli Müslümanın haremine girerek “evini bana ver” diyor. Bana vermesen de zaten senden bir başkası zorla da olsa alacak diyor.
Evet, bu çağda sözün ve insan olmanın ve değerlerinin bittiği gündür. Başka söze ve cümleye gereğin kalmadı günlerdir bu günler.
Halid el-Ensari (Eba Eyyüb el-Ensari) nin evi bugünkü Mescid-i Nebevinin olduğu yerdir. Halid el-Ensari Bedir gazvesinde peygamberimizin yeşil sancağını taşıyan celil sahabedir.
Halid el-Ensari, 80 yaşlarında pir iken, İslam ordularıyla Konstantaniyye’ye kadar gelmiş bu surları sarmış, sonra “Eğri Kapı” burçları yanında şehit düşmüştü.
Halid el-Ensari’nin 80 li yaşlarında iken, Konstantaniyye’nin Müslümanlar tarafından 2.muhasarası hazinle sonuçlanmıştı. Uzun bir muhasaradan sonra şiddetli bir kış olunca, güneş çocukları olan Müslüman Araplar, Ayastefanos’tan Haliç’e kadar, yoğun bir kar altında kalırlar, kırılırlar ve ölüler.
Fatih’in 22 yaşlarında Edirne’den İstanbul üzerine yürüdüğü 857 senesinin üzerinden yıllar geçti. Fatih’in hocası Akşemseddin bayırlardan “Ya Müfettihul-Ebvab” diye yükselen sesiyle, Gelibolu’dan gelen 1001 yelkenli beyaz donanma, 57 gün süren muhasara sonunda konstantaniyye feth edilmişti.
Konstantaniyye’nin fethinin son muhasarasında Fatih’in hocası Ak Şemseddin, Resulullah’ın sancaktarı/alemdarı Halid Eba Eyyüb’ün surlar önündeki mezarını keşf etmek için ter döküyordu.
“Ak Şemsdeddin secdeye başını koyduğu yerden kaldırdığında, gözleri kan çanağını andırır bir halde başında bekleyen genç Fatih Sultan Mehmed’e;
“Begüm, hikmet-i Hüda, seccademizi ta kabr-i Eyyüb üzre döşemişer. Hemen şu mahalli kazsınlar” demiş. Toprak üç zira derinlikte kazındıktan sonra, üzerinde kufi hatla “Haza Kübra Ebi Eyyüb” kitabesi olan bir sanduka çıkmış.”
İşte İstanbul aslında mübarek sahabilerinde ayak bastığı topraklardır. İstanbul’un her bir köşesi maneviyat kokuludur. Hangi tepesinden bakarsak bakalım İstanbul, Aziz İstanbul’dur.
İşte o fetihten beri İstanbul’da Topkapı sarayı “Hırka-i Sadet Dairesinde” gece gündüz Kur’an okunur. Yavuz Sultan Selim’in “Hırka-i Saadeti” Mısır’dan getirip, bu odaya koyduğundan beri 40 hafız tarafından, günde 2 hafız olmak üzere nöbetleşe Kur’an-Kerim okunmaktadır.
Yukarıda makalemin başında bahsettiğim ve cennet bahçesini dolduran güllerin varlığı elbette mutluluk verici. Osmanlıda sosyal yaşam cami merkezli idi.
Çocuklar görgüyü, örfü, adet, sevgi ve saygıya dair her şeyi görerek, duyarak yaşayarak öğrenirdi. Osmanlı mahallelerinde “Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanırdı.”
Ancak modern çağla birlikte şehrin geldiği nokta insanı ürkütmüyor da değil. Modern gettolaşma, etrafı kalın duvar ve tel örgülerle çevrili siteler soğuk havası en çok yavruları vurdu.
Minaresiz ve ezansız semtlerdir buralar. Ruh olmayan semtler. Oysaki Müslümanların çocukları, minareler ve ağaçlar arasında yükselen ezan sesleri ile büyümelidirler.
Bu yeni yetme yapılaşmalar; ezansız, camisiz, minaresiz, adeta şehrin hayaletleri resmini tezahür ettirmekte.
Körpe dimağların, bilgisayar başlarında bağımlaştırılmış, hastalaştırılmış adeta robotlaştırılmış bir gelecek aslında en büyük talihsizliğimiz.
Bu günler ve mübarek bayramlar hürmetine evlatlarımız, çocuklarımız ve yavrularımız içinde hayırlı bayramlar olsun dilek ve dualarımızla…
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN
http://www.bncmedyahaber.com/yazar-istanbul-un-ruhsuz-gettolari-en-cok-cocuklari-vurdu-568.html