Kırıkkale Üniversitesi Hukuk.Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Dr. Adnan Küçük Yazdı!..
Türkiye’de tarikat ve cemaatler konusu arada bir ısıtılarak kamuoyunun gündemine taşınmaktadır. Birçoğu tarikat ve cemaatlerin mahiyetinden ve hukukî statüsünden habersiz bir yığın insan Televizyonlara çıkarılmakta ve bunlar cemaat ve tarikatları tartışmaktadırlar.
Bu yöndeki tartışmalar, çoğu kereler, “sözüm ona şeyh görünümlü bazı sapık şahısların sapık ilişkilerinin” ortaya çıkarılması ya da bu yönde bir senaryo ile bu ilişkilerin teşhir edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Ondan sonra da o sapık adamın sapık ilişkilerinden hareketle tüm tarikat ve cemaatlere yönelik dışlayıcı, yok edici, yıpratıcı kampanyalar yürütülmektedir.
Türkiye’de cemaat ve tarikat düşmanlığının çok geniş bir müşterisi mevcuttur. Çoğu kişilerde bu kesime yönelik,bazılarında çok katı olmayan bir karşı duruş, bazılarında da düşmanca bir reddetme durumu söz konusudur.
Türkiye’de tarikat ve cemaatlere karşı takınılan katı, bazı kereler de hasmane tutumun temelinde, pozitivist Kemalist felsefe yer almaktadır. Bu felsefeye göre,
“Çağın çok gerilerinde kalmış klasik dinî itikatlar, gelenek ve anlayışlarla bütünleşik İslam inancının toplumda hâkim bir unsur olduğu bir sosyal manzara yerine, akılcı, seküler, pozitivist bilimi, çağdaş uygarlığı ve hayat tarzını kendisine mutlak olarak ilke edinmiş bir toplum yapısı esas alınmalıdır”.
Bu felsefe, aslında sadece cemaat ve tarikatlara değil, İslam Dininin topyekûn klasik haline karşıdır. Temel amaçları, ya İslam Dinini, seküler, pozitivist felsefe ile uyumlulaştırmak ya da bu mümkün olmuyorsa İslam’ın klasik hali ile mücadele etmektir. Bu iş yapılırken de bol miktarda akla, sekülerizme, laikliğe, aklın öncülüğündeki bilimsel gerçekliğe vurgu yapılır.
Her ne kadar, bazıları Kemalizm’i tarikatların karşısına oturtsa da, Mustafa Kemal’in belirleyici olarak içinde yer aldığı TBMM’nde kabul edilen 1924 Anayasasında tarikatlar ve mezhepler anayasal teminat altına alınmıştır. Bu Anayasaya göre,
“Hiçbir kimse, mensup olduğu din, ‘mezhep’, ‘tarikat’ ve felsefî içtihadından dolayı muaheze edilemez. Asayiş, âdab-ı muaşeret-i umumiye ve kavanine mugayir olmamak üzere her türlü âyinler serbesttir” (md. 75).
Bu hükümle, her türlü mezhep ve tarikatlar, asayiş ve umumî muaşeret âdabına ve kanun hükümlerine aykırı olmamak şartıyla teminat altındadır.
Tabii ki tarikatlar, mezhepler ve cemaatler, eleştirilebilir. Kişiler, herhangi bir tarikat ve cemaate mensup olmak istemeyebilir,hatta “akıllarını şeyhlerine mutlak teslim ettikleri” gerekçesiyle, üst perdeden fikri ya da dini temelli karşı duruşlar da sergileyebilirler. Bütün bunlar, siyasî düşünce ve din ve vicdan hürriyeti içerisinde kabul edilir tutumlardır.
Ama, bütün bu eleştiriler ekseninde tarikatların, mezheplerin reddedilmesi, toplumsal hayattan dışlanmaya çalışılması, 1924 Anayasasının yukarıdaki açık hükmü ile çelişir.
Laiklik, Din ve Vicdan Hürriyeti, Tarikatlar, Cemaatler…
Laiklik kavramının muhtelif anlaşılış şekilleri var. Otoriter ve totaliter diktatörlüklerle uyumlu dışlayıcı laiklik modelleri olduğu gibi, liberal, pasif laiklik olarak anılan ve din ve vicdan hürriyetinin alanını alabildiğine genişleten laiklik modelleri de mevcuttur. Laikliğin anayasal/liberal demokrasi ile uyumlu olan hukukî ve siyasi manasına göre, asıl olan dini yükümlülüklerin hukukî yükümlülükler haline getirilmemesidir. Bu sistemde kişiler, dilediği inancı, siyasi ya da felsefi düşünceyi benimseyebilir, bunları savunabilir, başkalarına zarar vermedikçe, kamu düzenini ihlal etmedikçe bu inançların gereklerini yerine getirebilir.
Pasif ya da liberal laiklik, dinleri, dışlamadığı gibi, teminat altına da alır. Bu laiklik telakkisinde, siyasî düşünce ve ifade hürriyeti ile din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınması konusunda hiçbir fark gözetilmez.
Din ve vicdan hürriyeti, sadece bireysel bir teminat sağlamaz. Dini cemaatler, tarikatlar, mezhepler de din ve vicdan hürriyetinin teminatı altındadır. Çünkü, bunlar, esasen bünyesinde yer aldıkları dinin, belli bir yaşantı ve inanç versiyonunu oluşturmaktadırlar. Her bir cemaat, tarikat, içinde bulunduğu dinin kendine mahsus uygulama, o dini anlama yöntemi geliştirir. Bu yöndeki farklılıklar, inançlara, pratik yaşantılara ve ibadetlere de yansır.
Laik bir devlette, kişiler, din karşıtı fikirleri savunabilir, seküler düşünce ve yaşantının, dini düşünce ve hayat tarzının yerini almasını arzu edebilir, bu yönde çabalar sarf edebilir. Burada önemli olan, dini ve seküler düşüncelerin serbest yarış içerisinde birbirleri ile etkileşim içinde olmalarıdır. Bu yarışta neticenin ne olacağı, devlet için önemli değildir. Bu yarışta, günümüz dünyasında,birçok ülkede dinin, yaygın bir şekilde baskın hale geldiği, bazı bölgelerde köktendinci, cemaatçi yapılanmaların yaygın olarak varlık gösterdikleri görülür.
Amerika’da ve Diğer Batılı Ülkelerde Mezhep, Tarikat ve Cemaatler.
AB üyesi birçok ülkede,dini cemaatler, kurumsal özerklik gereği, devletin herhangi bir müdahalesi olmaksızın, kendi inanç sistemlerini hür bir şekilde belirler; örgütsel özerklikten faydalanır; kendi iç yapılanmalarını oluştururlar. Bu itibarla dini cemaatlerin inançları ve dâhili teşkilatlanmaları, kamu yetkililerinin kontrol ve müdahalesinden arındırılmıştır.
Avusturya’da dini cemaatler, tanınan ve tanınmayan şeklinde iki gruba ayrılmakta ve tanınan 13 tane dini cemaat,“kamu tüzel kişiliği” statüsüne sahip bunmaktadır.
İtalyan’da, kendi alanlarında bağımsız ve egemen olan devlet ve Katolik kilisesi arasındaki ilişkiler, Latran Antlaşmalarına göre düzenlenir. Tüm dini mezhepler kanun önünde eşit olarak serbesttir.İtalya’da dini cemaatler, dini oluşumların temel taşı olarak görülmektedir. Katoliklik dışındaki cemaatlerin, İtalyan hukukuna aykırı olmamak şartıyla, kendi statülerine göre teşkilatlanma hakları vardır. Benzer uygulamalar AB üyesi diğer ülkelerde de vardır.
ABD’de, bazı kişiler tarafından aşırı derecede sapkın ya da aykırı olarak değerlendirilen ve birçoğu Protestan Hıristiyanlık içerisindençıkan farklı yorum, pratik ve inanç değerleri olan yaklaşık 1500 civarında tarikat, cemaat vb. mevcuttur. ABD, sınırlamayı haklı kılan şartlar gerçekleşmedikçe bunların hiçbirine karışmamakta, onları laiklik düşmanı diyerek yok etmeye çalışmamaktadır; Her bir din, mezhep ve tarikat, kendi özgün hali, toplumsal gerçeklik ve çeşitlilikler şeklinde çoğulculuğun birer unsurları olarak görülür.
ABD’de öne çıkan önemli tarikatlardan bazılarının görüşleri kısaca şu şekildedir:
Mormon inancına göre, “çok evlilik” dini bir gerekliliktir. Bu tarikatta, sigara, alkollü ve kafeinli içecekler kesinlikle yasaktır.
Kutsallık Hareketi inancına göre, alkol, uyuşturucu ve sigara içmek, sinema ve tiyatroya gitmek, dans etmek, kadın-erkek birlikte yüzmek yasaktır. Çocuklarının halk oyunlarına katılmaları, evrimle ilgili derslere girmeleri ve kız çocuklarının kısa etek giymeleri istenmez.
Yahova Şahitleri, hiçbir kamu kurumunda görev almaz, askerlik yapmayı kabul etmez, milli bayraklara saygı duruşunda durmayı, milli marşları okumayı reddederler.
Amish’ler, modern hayat tarzını ve onun temel dinamikleri olan teknolojiyi ve elektrikli aletleri kullanmayı reddederler, çocuklarını ilkokuldan sonra okula göndermezler, askerlik yapmayı reddederler; yemin içmeyi reddederler, oy kullanmazlar.
Meksika’da mevcut olan Menonit tarikatı üyeleri teknoloji ve her türlü gelişmeden uzak bir hayat sürdürürler. Yaşadıkları köylerde sadece Tanrı’nın sözlerini kanun olarak kabul ederler. Otomobil, televizyon ve boşanma günahtır. Karıların doktora gitmeleri yasaktır. Her yıl, doktor ve ilaç olmadığı için onlarca çocuk ölmektedir.
Moon tarikatı gibi bazı istisnalar hariç tutulacak olursa, alt dini gruplar, genellikle kapalı cemaat duvarları arasında yaşamaya çalışırlar.
ABD’de ve diğer Batılı ülkelerde de bazı radikal dini yapılar vardır. Bu sebepledir ki, yaygın olarak sanılanın aksine, dini köktendinciliğin gelişip yayılması, sadece İslam Dünyasına özgü bir olgu değildir. ABD’deki bu radikal dini yapılar, “laik hümanizm”i, tüm kötülüklerin kaynağı olarak görüyorlar. Onlara göre, laik hümanizm, insanı Tanrı’dan ayırmakta, dinin emirlerine karşı aklın, arzuların ve insiyakların hürriyetini savunmaktadırlar.
Türkiye’de Seküler, Pozitivist Cemaatler, Tarikatlar.
Türkiye’de tarikat denilince, genellikle müritlerin akıllarını şeyhlerine teslim etmeleri, şeyhlerinin söylediklerine mutlak itaat edilmesi, onun söylem ve önerilerinin, en ufak ima yoluyla da olsa eleştirilmeksizin kabullenilmesi anlaşılmaktadır.
Peki bu zanda bir yanlışlık var mıdır? Diye sorulacak olursa, çoğu tarikatlar için bu belirlemenin isabetli olduğu söylenebilir. Fakat, bütün tarikat ve cemaatler için aynı kanaat doğru değildir. Bazı tarikatlarda, bu yönde bir eğilim öne çıkmakla birlikte, insanlar akıl eksenli sorgulamaları öne çıkardıkça, bu tarikatlar küçülmekte ya da iç dönüşüme uğramaktadır.
Bazı cemaatlerde, kişi değil, fikirler öne çıkmaktadır. Türkiye’de ve dünyada geniş bir müntesibi olan bir cemaatin kurucu üstadının şu cümlesinde, şeyh-mürit ilişkisinde şeyhin şahsının mutlaklaştırılması düşüncesi reddedilerek, fikirler ve düşünceler öne çıkarılmaktadır:
“Size söylediğim sözleri, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, tekrardan bana iade ediniz”.
Burada, üstadlarınınKur’an, sünnet ve icmaya uygun olmayan bir görüş beyan etmesi halinde, “üstad bu şekilde söylediği için onu mutlak doğru kabul etmeliyiz” anlayışı,bizzat, söz konusu cemaatin üstadı tarafından reddolunmaktadır. Bu sözle, cemaatin müntesipleri, üstadlarına şeyh-mürit ilişkisi içinde mutlak kabullenme içinde olmaları yerine, hakikati araştırma ve söylenen sözlerin hakikatle çelişmesi halinde kabullenmeme anlayışına sevk ediliyor. Burada taassup ve taklid yerine hakikati tahkik etme teşvik ediliyor.
Pozitivist felsefe içinde de dine karşı ilmin kutsandığı görülmekte, ilmi gerçeklikler dini naslar gibi öne çıkarılmaktadır. Bunların başında evrim teorisi gelmektedir. Bazıları, Uluhiyetin inkârını, bilimsel gerçeklik olarak kabulleniyor ve bu yönde algı oluşturmaya çalışıyorlar.
Diğer yandan, bazı dini tarikatlarda şeyhlerinin söylem ve önerilerini körü körüne kabullenmeler olduğu gibi, bu durum sadece tarikatlara mahsus da değildir. Bazı seküler, laikist düşünce mensuplarında da benzer şekilde körü körüne inanışlar söz konusu olabilmektedir.
Mesela Türkiye’de CHP’nin en büyük seküler bir siyasî cemaat ya da tarikat haline geldiği söylenebilir. Bu partinin müntesiplerinin büyük ekseriyeti, partilerine kesinlikle toz kondurmuyorlar. En hatalı söylem ya da uygulamalarını da, bir kulp bularak meşru görüyorlar.
CHP’li seçmenlere, “şu tür politikaları tasvip ediyor musun, bak şu şekilde söylemler var, bu tür konularda neler diyorsun” denildiğinde, bunları tasvip etmediklerini söyleseler de, bunları CHP’nin yaptığı söylendiğinde, yine de partilerine sonuna kadar sahip çıkıyorlar.
Benim şahit olduğum bir hadise, bu körü körüneci parti taassubunun cehaletle alakalı olmadığını da göstermektedir. Yıllar önce bir vesileyle Hacettepe hastanesine gitmiştim. Bu hastanede görev yapan iki profesörün şu diyaloğuna şahit oldum:
- Dostum yerel seçimlerde hangi partiye oy verdi?
- CHP’ye oy verdim.
- Sen hangi partiye oy verdin?
- Ben de Çankaya’da CHP’li adaya oy verdim. Ama inşaallah, CHP’li aday kazanmaz, şayet kazanırsa Çankaya’nın vay haline.
Şimdi, bu kişiler profesör olmuşlar, ama şeyh-mürit ilişkisine benzer bir saikleCHP’ye oy veriyorlar. Yani, CHP, Türkiye’yi batırma noktasına da getirse, başka bir partiye oy vermem mantığı söz konusu.
Şeyhine mutlak bağımlılık taşıyan bir müritlerle, bu profesörlerin bu tutumlarının hiçbir farkı yoktur. Bu sebepledir ki, CHP tarikatı, bütün başarısızlıklarına, hatta ulusalcıları can evinden vuran HDPKK ve Fetöyü koruyucu yöndeki politika ve söylemlerine rağmen, bu tarikatlaşan partiden radikal kopuşlar yaşanmamaktadır.
YAZININ DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYIN!..
http://bncmedyahaber.com/yazar-tarikatlar-ataturk-un-1924-anayasasi-nda-teminat-altinda-idi-309.html
Türkiye’de tarikat ve cemaatler konusu arada bir ısıtılarak kamuoyunun gündemine taşınmaktadır. Birçoğu tarikat ve cemaatlerin mahiyetinden ve hukukî statüsünden habersiz bir yığın insan Televizyonlara çıkarılmakta ve bunlar cemaat ve tarikatları tartışmaktadırlar.
Bu yöndeki tartışmalar, çoğu kereler, “sözüm ona şeyh görünümlü bazı sapık şahısların sapık ilişkilerinin” ortaya çıkarılması ya da bu yönde bir senaryo ile bu ilişkilerin teşhir edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Ondan sonra da o sapık adamın sapık ilişkilerinden hareketle tüm tarikat ve cemaatlere yönelik dışlayıcı, yok edici, yıpratıcı kampanyalar yürütülmektedir.
Türkiye’de cemaat ve tarikat düşmanlığının çok geniş bir müşterisi mevcuttur. Çoğu kişilerde bu kesime yönelik,bazılarında çok katı olmayan bir karşı duruş, bazılarında da düşmanca bir reddetme durumu söz konusudur.
Türkiye’de tarikat ve cemaatlere karşı takınılan katı, bazı kereler de hasmane tutumun temelinde, pozitivist Kemalist felsefe yer almaktadır. Bu felsefeye göre,
“Çağın çok gerilerinde kalmış klasik dinî itikatlar, gelenek ve anlayışlarla bütünleşik İslam inancının toplumda hâkim bir unsur olduğu bir sosyal manzara yerine, akılcı, seküler, pozitivist bilimi, çağdaş uygarlığı ve hayat tarzını kendisine mutlak olarak ilke edinmiş bir toplum yapısı esas alınmalıdır”.
Bu felsefe, aslında sadece cemaat ve tarikatlara değil, İslam Dininin topyekûn klasik haline karşıdır. Temel amaçları, ya İslam Dinini, seküler, pozitivist felsefe ile uyumlulaştırmak ya da bu mümkün olmuyorsa İslam’ın klasik hali ile mücadele etmektir. Bu iş yapılırken de bol miktarda akla, sekülerizme, laikliğe, aklın öncülüğündeki bilimsel gerçekliğe vurgu yapılır.
Her ne kadar, bazıları Kemalizm’i tarikatların karşısına oturtsa da, Mustafa Kemal’in belirleyici olarak içinde yer aldığı TBMM’nde kabul edilen 1924 Anayasasında tarikatlar ve mezhepler anayasal teminat altına alınmıştır. Bu Anayasaya göre,
“Hiçbir kimse, mensup olduğu din, ‘mezhep’, ‘tarikat’ ve felsefî içtihadından dolayı muaheze edilemez. Asayiş, âdab-ı muaşeret-i umumiye ve kavanine mugayir olmamak üzere her türlü âyinler serbesttir” (md. 75).
Bu hükümle, her türlü mezhep ve tarikatlar, asayiş ve umumî muaşeret âdabına ve kanun hükümlerine aykırı olmamak şartıyla teminat altındadır.
Tabii ki tarikatlar, mezhepler ve cemaatler, eleştirilebilir. Kişiler, herhangi bir tarikat ve cemaate mensup olmak istemeyebilir,hatta “akıllarını şeyhlerine mutlak teslim ettikleri” gerekçesiyle, üst perdeden fikri ya da dini temelli karşı duruşlar da sergileyebilirler. Bütün bunlar, siyasî düşünce ve din ve vicdan hürriyeti içerisinde kabul edilir tutumlardır.
Ama, bütün bu eleştiriler ekseninde tarikatların, mezheplerin reddedilmesi, toplumsal hayattan dışlanmaya çalışılması, 1924 Anayasasının yukarıdaki açık hükmü ile çelişir.
Laiklik, Din ve Vicdan Hürriyeti, Tarikatlar, Cemaatler…
Laiklik kavramının muhtelif anlaşılış şekilleri var. Otoriter ve totaliter diktatörlüklerle uyumlu dışlayıcı laiklik modelleri olduğu gibi, liberal, pasif laiklik olarak anılan ve din ve vicdan hürriyetinin alanını alabildiğine genişleten laiklik modelleri de mevcuttur. Laikliğin anayasal/liberal demokrasi ile uyumlu olan hukukî ve siyasi manasına göre, asıl olan dini yükümlülüklerin hukukî yükümlülükler haline getirilmemesidir. Bu sistemde kişiler, dilediği inancı, siyasi ya da felsefi düşünceyi benimseyebilir, bunları savunabilir, başkalarına zarar vermedikçe, kamu düzenini ihlal etmedikçe bu inançların gereklerini yerine getirebilir.
Pasif ya da liberal laiklik, dinleri, dışlamadığı gibi, teminat altına da alır. Bu laiklik telakkisinde, siyasî düşünce ve ifade hürriyeti ile din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınması konusunda hiçbir fark gözetilmez.
Din ve vicdan hürriyeti, sadece bireysel bir teminat sağlamaz. Dini cemaatler, tarikatlar, mezhepler de din ve vicdan hürriyetinin teminatı altındadır. Çünkü, bunlar, esasen bünyesinde yer aldıkları dinin, belli bir yaşantı ve inanç versiyonunu oluşturmaktadırlar. Her bir cemaat, tarikat, içinde bulunduğu dinin kendine mahsus uygulama, o dini anlama yöntemi geliştirir. Bu yöndeki farklılıklar, inançlara, pratik yaşantılara ve ibadetlere de yansır.
Laik bir devlette, kişiler, din karşıtı fikirleri savunabilir, seküler düşünce ve yaşantının, dini düşünce ve hayat tarzının yerini almasını arzu edebilir, bu yönde çabalar sarf edebilir. Burada önemli olan, dini ve seküler düşüncelerin serbest yarış içerisinde birbirleri ile etkileşim içinde olmalarıdır. Bu yarışta neticenin ne olacağı, devlet için önemli değildir. Bu yarışta, günümüz dünyasında,birçok ülkede dinin, yaygın bir şekilde baskın hale geldiği, bazı bölgelerde köktendinci, cemaatçi yapılanmaların yaygın olarak varlık gösterdikleri görülür.
Amerika’da ve Diğer Batılı Ülkelerde Mezhep, Tarikat ve Cemaatler.
AB üyesi birçok ülkede,dini cemaatler, kurumsal özerklik gereği, devletin herhangi bir müdahalesi olmaksızın, kendi inanç sistemlerini hür bir şekilde belirler; örgütsel özerklikten faydalanır; kendi iç yapılanmalarını oluştururlar. Bu itibarla dini cemaatlerin inançları ve dâhili teşkilatlanmaları, kamu yetkililerinin kontrol ve müdahalesinden arındırılmıştır.
Avusturya’da dini cemaatler, tanınan ve tanınmayan şeklinde iki gruba ayrılmakta ve tanınan 13 tane dini cemaat,“kamu tüzel kişiliği” statüsüne sahip bunmaktadır.
İtalyan’da, kendi alanlarında bağımsız ve egemen olan devlet ve Katolik kilisesi arasındaki ilişkiler, Latran Antlaşmalarına göre düzenlenir. Tüm dini mezhepler kanun önünde eşit olarak serbesttir.İtalya’da dini cemaatler, dini oluşumların temel taşı olarak görülmektedir. Katoliklik dışındaki cemaatlerin, İtalyan hukukuna aykırı olmamak şartıyla, kendi statülerine göre teşkilatlanma hakları vardır. Benzer uygulamalar AB üyesi diğer ülkelerde de vardır.
ABD’de, bazı kişiler tarafından aşırı derecede sapkın ya da aykırı olarak değerlendirilen ve birçoğu Protestan Hıristiyanlık içerisindençıkan farklı yorum, pratik ve inanç değerleri olan yaklaşık 1500 civarında tarikat, cemaat vb. mevcuttur. ABD, sınırlamayı haklı kılan şartlar gerçekleşmedikçe bunların hiçbirine karışmamakta, onları laiklik düşmanı diyerek yok etmeye çalışmamaktadır; Her bir din, mezhep ve tarikat, kendi özgün hali, toplumsal gerçeklik ve çeşitlilikler şeklinde çoğulculuğun birer unsurları olarak görülür.
ABD’de öne çıkan önemli tarikatlardan bazılarının görüşleri kısaca şu şekildedir:
Mormon inancına göre, “çok evlilik” dini bir gerekliliktir. Bu tarikatta, sigara, alkollü ve kafeinli içecekler kesinlikle yasaktır.
Kutsallık Hareketi inancına göre, alkol, uyuşturucu ve sigara içmek, sinema ve tiyatroya gitmek, dans etmek, kadın-erkek birlikte yüzmek yasaktır. Çocuklarının halk oyunlarına katılmaları, evrimle ilgili derslere girmeleri ve kız çocuklarının kısa etek giymeleri istenmez.
Yahova Şahitleri, hiçbir kamu kurumunda görev almaz, askerlik yapmayı kabul etmez, milli bayraklara saygı duruşunda durmayı, milli marşları okumayı reddederler.
Amish’ler, modern hayat tarzını ve onun temel dinamikleri olan teknolojiyi ve elektrikli aletleri kullanmayı reddederler, çocuklarını ilkokuldan sonra okula göndermezler, askerlik yapmayı reddederler; yemin içmeyi reddederler, oy kullanmazlar.
Meksika’da mevcut olan Menonit tarikatı üyeleri teknoloji ve her türlü gelişmeden uzak bir hayat sürdürürler. Yaşadıkları köylerde sadece Tanrı’nın sözlerini kanun olarak kabul ederler. Otomobil, televizyon ve boşanma günahtır. Karıların doktora gitmeleri yasaktır. Her yıl, doktor ve ilaç olmadığı için onlarca çocuk ölmektedir.
Moon tarikatı gibi bazı istisnalar hariç tutulacak olursa, alt dini gruplar, genellikle kapalı cemaat duvarları arasında yaşamaya çalışırlar.
ABD’de ve diğer Batılı ülkelerde de bazı radikal dini yapılar vardır. Bu sebepledir ki, yaygın olarak sanılanın aksine, dini köktendinciliğin gelişip yayılması, sadece İslam Dünyasına özgü bir olgu değildir. ABD’deki bu radikal dini yapılar, “laik hümanizm”i, tüm kötülüklerin kaynağı olarak görüyorlar. Onlara göre, laik hümanizm, insanı Tanrı’dan ayırmakta, dinin emirlerine karşı aklın, arzuların ve insiyakların hürriyetini savunmaktadırlar.
Türkiye’de Seküler, Pozitivist Cemaatler, Tarikatlar.
Türkiye’de tarikat denilince, genellikle müritlerin akıllarını şeyhlerine teslim etmeleri, şeyhlerinin söylediklerine mutlak itaat edilmesi, onun söylem ve önerilerinin, en ufak ima yoluyla da olsa eleştirilmeksizin kabullenilmesi anlaşılmaktadır.
Peki bu zanda bir yanlışlık var mıdır? Diye sorulacak olursa, çoğu tarikatlar için bu belirlemenin isabetli olduğu söylenebilir. Fakat, bütün tarikat ve cemaatler için aynı kanaat doğru değildir. Bazı tarikatlarda, bu yönde bir eğilim öne çıkmakla birlikte, insanlar akıl eksenli sorgulamaları öne çıkardıkça, bu tarikatlar küçülmekte ya da iç dönüşüme uğramaktadır.
Bazı cemaatlerde, kişi değil, fikirler öne çıkmaktadır. Türkiye’de ve dünyada geniş bir müntesibi olan bir cemaatin kurucu üstadının şu cümlesinde, şeyh-mürit ilişkisinde şeyhin şahsının mutlaklaştırılması düşüncesi reddedilerek, fikirler ve düşünceler öne çıkarılmaktadır:
“Size söylediğim sözleri, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, tekrardan bana iade ediniz”.
Burada, üstadlarınınKur’an, sünnet ve icmaya uygun olmayan bir görüş beyan etmesi halinde, “üstad bu şekilde söylediği için onu mutlak doğru kabul etmeliyiz” anlayışı,bizzat, söz konusu cemaatin üstadı tarafından reddolunmaktadır. Bu sözle, cemaatin müntesipleri, üstadlarına şeyh-mürit ilişkisi içinde mutlak kabullenme içinde olmaları yerine, hakikati araştırma ve söylenen sözlerin hakikatle çelişmesi halinde kabullenmeme anlayışına sevk ediliyor. Burada taassup ve taklid yerine hakikati tahkik etme teşvik ediliyor.
Pozitivist felsefe içinde de dine karşı ilmin kutsandığı görülmekte, ilmi gerçeklikler dini naslar gibi öne çıkarılmaktadır. Bunların başında evrim teorisi gelmektedir. Bazıları, Uluhiyetin inkârını, bilimsel gerçeklik olarak kabulleniyor ve bu yönde algı oluşturmaya çalışıyorlar.
Diğer yandan, bazı dini tarikatlarda şeyhlerinin söylem ve önerilerini körü körüne kabullenmeler olduğu gibi, bu durum sadece tarikatlara mahsus da değildir. Bazı seküler, laikist düşünce mensuplarında da benzer şekilde körü körüne inanışlar söz konusu olabilmektedir.
Mesela Türkiye’de CHP’nin en büyük seküler bir siyasî cemaat ya da tarikat haline geldiği söylenebilir. Bu partinin müntesiplerinin büyük ekseriyeti, partilerine kesinlikle toz kondurmuyorlar. En hatalı söylem ya da uygulamalarını da, bir kulp bularak meşru görüyorlar.
CHP’li seçmenlere, “şu tür politikaları tasvip ediyor musun, bak şu şekilde söylemler var, bu tür konularda neler diyorsun” denildiğinde, bunları tasvip etmediklerini söyleseler de, bunları CHP’nin yaptığı söylendiğinde, yine de partilerine sonuna kadar sahip çıkıyorlar.
Benim şahit olduğum bir hadise, bu körü körüneci parti taassubunun cehaletle alakalı olmadığını da göstermektedir. Yıllar önce bir vesileyle Hacettepe hastanesine gitmiştim. Bu hastanede görev yapan iki profesörün şu diyaloğuna şahit oldum:
- Dostum yerel seçimlerde hangi partiye oy verdi?
- CHP’ye oy verdim.
- Sen hangi partiye oy verdin?
- Ben de Çankaya’da CHP’li adaya oy verdim. Ama inşaallah, CHP’li aday kazanmaz, şayet kazanırsa Çankaya’nın vay haline.
Şimdi, bu kişiler profesör olmuşlar, ama şeyh-mürit ilişkisine benzer bir saikleCHP’ye oy veriyorlar. Yani, CHP, Türkiye’yi batırma noktasına da getirse, başka bir partiye oy vermem mantığı söz konusu.
Şeyhine mutlak bağımlılık taşıyan bir müritlerle, bu profesörlerin bu tutumlarının hiçbir farkı yoktur. Bu sebepledir ki, CHP tarikatı, bütün başarısızlıklarına, hatta ulusalcıları can evinden vuran HDPKK ve Fetöyü koruyucu yöndeki politika ve söylemlerine rağmen, bu tarikatlaşan partiden radikal kopuşlar yaşanmamaktadır.
YAZININ DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYIN!..
http://bncmedyahaber.com/yazar-tarikatlar-ataturk-un-1924-anayasasi-nda-teminat-altinda-idi-309.html