Reklamı Geç
HABER DETAY
İstanbul Sözleşmesi kulvar değiştirdi, şimdiki yarış Abdurrahman Dilipak ve Soner Yalçın arasında… Bundan sonra sırada kim var?
Usta Gazeteci –Yazar Abdurrahman Dilipak geçtiğimiz günlerde köşe yazısında “LGBT” yerine “Fahişe ve türevleri” yazınca bir anda Türkiye gündemine oturdu. Konuyu çarpıtmak için haber siteleri “LGBT” için söylenmiş olan “fahişe ve türevleri” söylemini İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyen kadınlar için söylenmiş gibi gösterip, “ iftira ve karalama” çalışmaları başlattı. Bu karalama çalışmalarına alet olan birçok siyasetçiden, gazeteciden ve sosyal medya kullanıcısından büyük tepkiler geldi. Gazetesi - Yazar Ayşe Böhürler, Uluslararası ilişkiler Uzmanı Deniz Ülke Arıboğan, Ak Parti eski milletvekili Mehmet Metiner’in ardından şimdi’de Oda TV yazarı ve sahibi Soner Yalçın köşe yazısında Dilipak’ı hedef aldı ve karalama çalışmalarına alet oldu. Yalçın, “Dilipak’ın İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyenlere bugün fahişe demesine şaşırmayınız,” dedi.
05 Ağustos 2020 - Çarşamba 17:00
GÜNDEM

Gazeteci – Yazar Abdurrahman Dilipak kendisine hedef alan Soner Yalçın’a şu şekilde cevap verdi:

Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize Fahişe dedi” diyorlar. LGBT yerine, “Fahişe ve türevleri” yazdım diye, atıf yapılan adresi çarpıtıyorlar. “Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz?” sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

 

“Dindarların böyle bir şeye izin vermeyeceğini düşündük”

Ağuyu altın tas içre sunarlar. Bal da onun suç ortağı” idi. AK Parti’ye de çok fazla güvendik, herkes birbirine fazla güvendi. Şu an itirazlarını yükselten sivil toplum kuruluşlarımızın çoğu yasa yapma sürecine destek vermediler ve insiyatif almadılar. Şüphelerimizin giderileceğini, dindar insanların böyle bir düzenlemeye izin vermeyeceğini düşündük ve olan oldu.

Bu konu biraz da halka “kadına şiddete karşı mısın” sorusuna ya da “dezavantajlı engelli göçmen LGBT’lilere pozitif ayırımcılığa karşı mısın” sorusuna benziyor. “Homoseksüel, lezbiyen” diye, halkın anladığı dilden sorun, ne cavap alırsınız bakın.

Bugün kim Lanzarote’yi konuşuyor. Bir akademisyen yazar arkadaş uyarınca farkına vardık. Ama hemen bir tepki oluştu. Hala adını telaffuzda zorlandığımız bir rezillik.

Mesela hala bir çok kişi CEDAW’ı bilmiyor. Ben ilk itiraz ettiğimde, “zaten bunlar genel olarak CEDAW’da var” dediler. CEDAW’da 1984’de imzalanmış. “Zaten AB sürecindeyiz AİHM var uygulamada sorun olmaz biz varız” dediler.

Soner Yalçın yazısında İstanbul Sözleşmesinin 2012 yılında kabul edildi, o dönemde Dilipak’ın bu sözleşmeye neden karşı çıkmadığını sordu? Yalçın, köşe yazısında o dönem İstanbul Sözleşmesi’ne eleştirisi” olmadığını ifade etti. Dilipak ise İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği yıllarda düz okuyunca anlaşılmadığını  zamanla İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğunu anladık ama geç kaldık dedi.  Dilipak ,Bir de sözleşmeyi düz okuyunca bugün de bir çok şey hemen anlaşılmıyor. Kelimeler, kavramlar kurumlar.. bir takım arkadaşlar nasıl okunması gerektiğini gösterince kıyamet koptu ama geç kaldık. “İstanbul Sözleşmesi’ne hiç desteğimiz var mı?” Hiç olmadı.. Biz insani ilişkilerle sorunu çözeceğimizi düşündük ve işin iç yüzü ortaya çıkınca da zaten süreç tersine döndü. Siyaset “güven” değil “denetim” müessesesi. Bu konuda kişi kendi nefsine de güvenmemeli.

İstanbul Sözleşmesi’nin 2012 yılında yürürlüğü girdiği yılda etkisini hemen göstermedi çünkü bu bir süreçti. Türk toplumunun ahlak yapısının bozulması, ailelerin dağılması ve sapkın düşüncelerin baş göstermesi, sözleşmenin zararlarının uzun vadede ortaya çıktığını gözler önüne serdi. Türk aile yapısına konulmuş bir dinamit olan İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi zor değil. Sözleşmenin 80. Maddesinde göre hiçbir yaptırım olmadan tek taraflı olarak sözleşme fes edilebiliyor.  Türkiye’nin tıpkı Polanya gibi tek taraflı karar alıp sözleşmeyi anında yürürlükten kaldırması mümkün.

 

“Güvenimiz istismar edildi”

Bu gidişattan ciddi anlamda rahatsızlık her zaman vardı. Erdoğan’a güven vardı. Erdoğan’ın yakın çevresindeki birileri bu güveni doğru kullanmadı. KADEM’e benzer bir güven vardı, Aile Bakanlığına güven vardı. Hep çözüm bekledik. Olmadı. Aşırı güven zaafa dönüştü. Birileri bu güveni istismar etti. Aile Bakanlığında her kademede tanıdıklar vardı, o süreçte bu arkadaşlarla sürekli görüştük. Şunu söyleyeyim; aile bakanlarına fazla güvendim ve görüşerek aile ve gençlik konusunda bu işi vakıflarımızla çözeriz sandım.

“Şimdiye kadar neredeydiniz, diyenler bunları hiç haberleştirmedi”

AKV bu süreçte çok önemli iki çalışma yaptı. SEKAM (Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi) Prof. Dr. Celalettin VATANDAŞ, Prof. Dr. Burhanettin CAN ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar daha sonra kitaplaştırıldı. Bu çalışmalar yayınlandı ve ben bu çalışmaları yazdım ve Tv programımda anlattım. Birçok istişare ve konferansta aile ve gençlik konusu enine boyuna tartışıldı. Bugün bize “şimdiye kadar neredeydiniz” diyenler, bunları haberleştirmedi. Cevat Özkaya, Hamza Türkmen, İHH’daki arkadaşlar, Fatma Kutluoğlu, Şemseddin Özdemir beyler ve daha birçok arkadaşla defalarca konuştuk.

“Anlamak istemeyince anlamıyorlar”

Benimle ilgili tartışmanın odağındaki sözlerden kasıt LGBT+’lar. Bu konu ile ilgili bir vakıfta yaptığımız istişare toplantısında, “LGBT’yi kullanmayalım, bunun yerine başka bir isim bulalım” dediler. Ben de o yazımda, “Fahişe ve türevleri” dedim. Bunlara destek olanlar kimler, o holdinglere karşı, “bizim yeşil sermaye ne yapıyor?” sorusunu sordum. Bunu AK Parti içinden ve dışından biri, çarpıtmaya devam ediyor. Hilal Kaplan bunu, “semantik ilmine sığınmak”la yorumlamaya çalışmış. Defalarca açıkladım ama anlamak istemeyince anlamıyorlar ya da işlerine geldiği gibi anlamak istiyorlar.

Sahi bu ülkede LGBT+’a özgürlük yasası mı var ve bunlar kendilerine meşruiyet zeminini hangi düzenlemelerden alıyorlar? Hesap vermesi gerekenler hesap sormaya kalkıyorlar. Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize fahişe dedi” diyorlar. LBGT yerine “Fahişe ve türevleri” yazdım diye atıf edilen adresi çarpıtıyorlar. Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

“AK Parti içindeki AKP’liler niye gocunuyorlar ki!”

AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerden şikayet edince ötekileri niye gocunuyor ki! ANAP’ın Papatyalarına gönderme yapınca bundan rahatsız olanlar kimler, onlara bakın. AK Parti içinde böyleleri yok mu? Şimdi söylemesem, yarın birileri çıkıp, “Niye uyarmadın?” diyecek. Su testisi kırılmadan önce uyarıyorum. Fakat bu uyarılarımızı Erdoğan karşıtlığı, muhafazakar muhalefet, siyasi hesap gütme gibi kalıplara sokarak kategorize etmeye çalışanlar var. Bu ve benzer konularda 40 yıldan fazla doğru olduğuna inandığım konularda fikirlerimi beyan ediyorum. Bundan sonra da etmeye devam edeceğim. Birileri trol ordularını benim ve arkadaşlarımızın üstüne salıyor, sosyal medyada linç kampanyaları yapıyorlar, hakaretvari tweetler atıp siliyor, yazmadığım ve söylemediğim şeyleri dile getirip iftira atıyorlar. Bugünlerde “fetövari” yöntemleri kullanarak bize saldırıyorlar.

Burada şöyle bir anlayış da var: LBGT diye kendi kendilerine verdikleri bir isim var. Onlar kendilerine “Fahşa”, “Fahişe” yaptıkları işe, “Fuhuş” denmesini istemiyorlar. Kendileri dışından birileri onları eleştiremez! Kendi kendilerine, “Lut kavminin çocuklarıyız” ya da, “Lilith kızlarıyız”, “Fahişeyiz, sürtükleriz” diyebiliyorlar. Bunlara destek veren holdingleri, “Fahişe ve türevlerine” destek vermekle suçlayınca birileri bunu üstüne alabiliyor. AK Parti’de birileri ayağa kalkıyor. İşte bizi bizim bu konuda daha aktif olmamızı engelleyen iki olgudan biri bu tepki, ötekisi AK Parti’deki bazı isimlere olan güvendi!

“Dindarların böyle bir şeye izin vermeyeceğini düşündük”

Ağuyu altın tas içre sunarlar. Bal da onun suç ortağı” idi. AK Parti’ye de çok fazla güvendik, herkes birbirine fazla güvendi. Şu an itirazlarını yükselten sivil toplum kuruluşlarımızın çoğu yasa yapma sürecine destek vermediler ve insiyatif almadılar. Şüphelerimizin giderileceğini, dindar insanların böyle bir düzenlemeye izin vermeyeceğini düşündük ve olan oldu.

Bu konu biraz da halka “kadına şiddete karşı mısın” sorusuna ya da “dezavantajlı engelli göçmen LGBT’lilere pozitif ayırımcılığa karşı mısın” sorusuna benziyor. “Homoseksüel, lezbiyen” diye, halkın anladığı dilden sorun, ne cavap alırsınız bakın.

Bugün kim Lanzarote’yi konuşuyor. Bir akademisyen yazar arkadaş uyarınca farkına vardık. Ama hemen bir tepki oluştu. Hala adını telaffuzda zorlandığımız bir rezillik.

Mesela hala bir çok kişi CEDAW’ı bilmiyor. Ben ilk itiraz ettiğimde, “zaten bunlar genel olarak CEDAW’da var” dediler. CEDAW’da 1984’de imzalanmış. “Zaten AB sürecindeyiz AİHM var uygulamada sorun olmaz biz varız” dediler.

“İstanbul Sözleşmesi’ne desteğimiz hiç olmadı”

Bir de sözleşmeyi düz okuyunca bugün de bir çok şey hemen anlaşılmıyor. Kelimeler, kavramlar kurumlar.. bir takım arkadaşlar nasıl okunması gerektiğini gösterince kıyamet koptu ama geç kaldık. “İstanbul Sözleşmesi’ne hiç desteğimiz var mı?” Hiç olmadı.. Biz insani ilişkilerle sorunu çözeceğimizi düşündük ve işin iç yüzü ortaya çıkınca da zaten süreç tersine döndü. Siyaset “güven” değil “denetim” müessesesi. Bu konuda kişi kendi nefsine de güvenmemeli.

“Güvenimiz istismar edildi”

Bu gidişattan ciddi anlamda rahatsızlık her zaman vardı. Erdoğan’a güven vardı. Erdoğan’ın yakın çevresindeki birileri bu güveni doğru kullanmadı. KADEM’e benzer bir güven vardı, Aile Bakanlığına güven vardı. Hep çözüm bekledik. Olmadı. Aşırı güven zaafa dönüştü. Birileri bu güveni istismar etti. Aile Bakanlığında her kademede tanıdıklar vardı, o süreçte bu arkadaşlarla sürekli görüştük. Şunu söyleyeyim; aile bakanlarına fazla güvendim ve görüşerek aile ve gençlik konusunda bu işi vakıflarımızla çözeriz sandım.

“Şimdiye kadar neredeydiniz, diyenler bunları hiç haberleştirmedi”

AKV bu süreçte çok önemli iki çalışma yaptı. SEKAM (Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi) Prof. Dr. Celalettin VATANDAŞ, Prof. Dr. Burhanettin CAN ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar daha sonra kitaplaştırıldı. Bu çalışmalar yayınlandı ve ben bu çalışmaları yazdım ve Tv programımda anlattım. Birçok istişare ve konferansta aile ve gençlik konusu enine boyuna tartışıldı. Bugün bize “şimdiye kadar neredeydiniz” diyenler, bunları haberleştirmedi. Cevat Özkaya, Hamza Türkmen, İHH’daki arkadaşlar, Fatma Kutluoğlu, Şemseddin Özdemir beyler ve daha birçok arkadaşla defalarca konuştuk.

“Anlamak istemeyince anlamıyorlar”

Benimle ilgili tartışmanın odağındaki sözlerden kasıt LGBT+’lar. Bu konu ile ilgili bir vakıfta yaptığımız istişare toplantısında, “LGBT’yi kullanmayalım, bunun yerine başka bir isim bulalım” dediler. Ben de o yazımda, “Fahişe ve türevleri” dedim. Bunlara destek olanlar kimler, o holdinglere karşı, “bizim yeşil sermaye ne yapıyor?” sorusunu sordum. Bunu AK Parti içinden ve dışından biri, çarpıtmaya devam ediyor. Hilal Kaplan bunu, “semantik ilmine sığınmak”la yorumlamaya çalışmış. Defalarca açıkladım ama anlamak istemeyince anlamıyorlar ya da işlerine geldiği gibi anlamak istiyorlar.

Sahi bu ülkede LGBT+’a özgürlük yasası mı var ve bunlar kendilerine meşruiyet zeminini hangi düzenlemelerden alıyorlar? Hesap vermesi gerekenler hesap sormaya kalkıyorlar. Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize fahişe dedi” diyorlar. LBGT yerine “Fahişe ve türevleri” yazdım diye atıf edilen adresi çarpıtıyorlar. Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

“AK Parti içindeki AKP’liler niye gocunuyorlar ki!”

AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerden şikayet edince ötekileri niye gocunuyor ki! ANAP’ın Papatyalarına gönderme yapınca bundan rahatsız olanlar kimler, onlara bakın. AK Parti içinde böyleleri yok mu? Şimdi söylemesem, yarın birileri çıkıp, “Niye uyarmadın?” diyecek. Su testisi kırılmadan önce uyarıyorum. Fakat bu uyarılarımızı Erdoğan karşıtlığı, muhafazakar muhalefet, siyasi hesap gütme gibi kalıplara sokarak kategorize etmeye çalışanlar var. Bu ve benzer konularda 40 yıldan fazla doğru olduğuna inandığım konularda fikirlerimi beyan ediyorum. Bundan sonra da etmeye devam edeceğim. Birileri trol ordularını benim ve arkadaşlarımızın üstüne salıyor, sosyal medyada linç kampanyaları yapıyorlar, hakaretvari tweetler atıp siliyor, yazmadığım ve söylemediğim şeyleri dile getirip iftira atıyorlar. Bugünlerde “fetövari” yöntemleri kullanarak bize saldırıyorlar.

Burada şöyle bir anlayış da var: LBGT diye kendi kendilerine verdikleri bir isim var. Onlar kendilerine “Fahşa”, “Fahişe” yaptıkları işe, “Fuhuş” denmesini istemiyorlar. Kendileri dışından birileri onları eleştiremez! Kendi kendilerine, “Lut kavminin çocuklarıyız” ya da, “Lilith kızlarıyız”, “Fahişeyiz, sürtükleriz” diyebiliyorlar. Bunlara destek veren holdingleri, “Fahişe ve türevlerine” destek vermekle suçlayınca birileri bunu üstüne alabiliyor. AK Parti’de birileri ayağa kalkıyor. İşte bizi bizim bu konuda daha aktif olmamızı engelleyen iki olgudan biri bu tepki, ötekisi AK Parti’deki bazı isimlere olan güvendi!

 

“Dindarların böyle bir şeye izin vermeyeceğini düşündük”

Ağuyu altın tas içre sunarlar. Bal da onun suç ortağı” idi. AK Parti’ye de çok fazla güvendik, herkes birbirine fazla güvendi. Şu an itirazlarını yükselten sivil toplum kuruluşlarımızın çoğu yasa yapma sürecine destek vermediler ve insiyatif almadılar. Şüphelerimizin giderileceğini, dindar insanların böyle bir düzenlemeye izin vermeyeceğini düşündük ve olan oldu.

Bu konu biraz da halka “kadına şiddete karşı mısın” sorusuna ya da “dezavantajlı engelli göçmen LGBT’lilere pozitif ayırımcılığa karşı mısın” sorusuna benziyor. “Homoseksüel, lezbiyen” diye, halkın anladığı dilden sorun, ne cavap alırsınız bakın.

Bugün kim Lanzarote’yi konuşuyor. Bir akademisyen yazar arkadaş uyarınca farkına vardık. Ama hemen bir tepki oluştu. Hala adını telaffuzda zorlandığımız bir rezillik.

Mesela hala bir çok kişi CEDAW’ı bilmiyor. Ben ilk itiraz ettiğimde, “zaten bunlar genel olarak CEDAW’da var” dediler. CEDAW’da 1984’de imzalanmış. “Zaten AB sürecindeyiz AİHM var uygulamada sorun olmaz biz varız” dediler.

“İstanbul Sözleşmesi’ne desteğimiz hiç olmadı”

Bir de sözleşmeyi düz okuyunca bugün de bir çok şey hemen anlaşılmıyor. Kelimeler, kavramlar kurumlar.. bir takım arkadaşlar nasıl okunması gerektiğini gösterince kıyamet koptu ama geç kaldık. “İstanbul Sözleşmesi’ne hiç desteğimiz var mı?” Hiç olmadı.. Biz insani ilişkilerle sorunu çözeceğimizi düşündük ve işin iç yüzü ortaya çıkınca da zaten süreç tersine döndü. Siyaset “güven” değil “denetim” müessesesi. Bu konuda kişi kendi nefsine de güvenmemeli.

“Güvenimiz istismar edildi”

Bu gidişattan ciddi anlamda rahatsızlık her zaman vardı. Erdoğan’a güven vardı. Erdoğan’ın yakın çevresindeki birileri bu güveni doğru kullanmadı. KADEM’e benzer bir güven vardı, Aile Bakanlığına güven vardı. Hep çözüm bekledik. Olmadı. Aşırı güven zaafa dönüştü. Birileri bu güveni istismar etti. Aile Bakanlığında her kademede tanıdıklar vardı, o süreçte bu arkadaşlarla sürekli görüştük. Şunu söyleyeyim; aile bakanlarına fazla güvendim ve görüşerek aile ve gençlik konusunda bu işi vakıflarımızla çözeriz sandım.

“Şimdiye kadar neredeydiniz, diyenler bunları hiç haberleştirmedi”

AKV bu süreçte çok önemli iki çalışma yaptı. SEKAM (Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi) Prof. Dr. Celalettin VATANDAŞ, Prof. Dr. Burhanettin CAN ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar daha sonra kitaplaştırıldı. Bu çalışmalar yayınlandı ve ben bu çalışmaları yazdım ve Tv programımda anlattım. Birçok istişare ve konferansta aile ve gençlik konusu enine boyuna tartışıldı. Bugün bize “şimdiye kadar neredeydiniz” diyenler, bunları haberleştirmedi. Cevat Özkaya, Hamza Türkmen, İHH’daki arkadaşlar, Fatma Kutluoğlu, Şemseddin Özdemir beyler ve daha birçok arkadaşla defalarca konuştuk.

“Anlamak istemeyince anlamıyorlar”

Benimle ilgili tartışmanın odağındaki sözlerden kasıt LGBT+’lar. Bu konu ile ilgili bir vakıfta yaptığımız istişare toplantısında, “LGBT’yi kullanmayalım, bunun yerine başka bir isim bulalım” dediler. Ben de o yazımda, “Fahişe ve türevleri” dedim. Bunlara destek olanlar kimler, o holdinglere karşı, “bizim yeşil sermaye ne yapıyor?” sorusunu sordum. Bunu AK Parti içinden ve dışından biri, çarpıtmaya devam ediyor. Hilal Kaplan bunu, “semantik ilmine sığınmak”la yorumlamaya çalışmış. Defalarca açıkladım ama anlamak istemeyince anlamıyorlar ya da işlerine geldiği gibi anlamak istiyorlar.

Sahi bu ülkede LGBT+’a özgürlük yasası mı var ve bunlar kendilerine meşruiyet zeminini hangi düzenlemelerden alıyorlar? Hesap vermesi gerekenler hesap sormaya kalkıyorlar. Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize fahişe dedi” diyorlar. LBGT yerine “Fahişe ve türevleri” yazdım diye atıf edilen adresi çarpıtıyorlar. Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

“AK Parti içindeki AKP’liler niye gocunuyorlar ki!”

AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerden şikayet edince ötekileri niye gocunuyor ki! ANAP’ın Papatyalarına gönderme yapınca bundan rahatsız olanlar kimler, onlara bakın. AK Parti içinde böyleleri yok mu? Şimdi söylemesem, yarın birileri çıkıp, “Niye uyarmadın?” diyecek. Su testisi kırılmadan önce uyarıyorum. Fakat bu uyarılarımızı Erdoğan karşıtlığı, muhafazakar muhalefet, siyasi hesap gütme gibi kalıplara sokarak kategorize etmeye çalışanlar var. Bu ve benzer konularda 40 yıldan fazla doğru olduğuna inandığım konularda fikirlerimi beyan ediyorum. Bundan sonra da etmeye devam edeceğim. Birileri trol ordularını benim ve arkadaşlarımızın üstüne salıyor, sosyal medyada linç kampanyaları yapıyorlar, hakaretvari tweetler atıp siliyor, yazmadığım ve söylemediğim şeyleri dile getirip iftira atıyorlar. Bugünlerde “fetövari” yöntemleri kullanarak bize saldırıyorlar.

Burada şöyle bir anlayış da var: LBGT diye kendi kendilerine verdikleri bir isim var. Onlar kendilerine “Fahşa”, “Fahişe” yaptıkları işe, “Fuhuş” denmesini istemiyorlar. Kendileri dışından birileri onları eleştiremez! Kendi kendilerine, “Lut kavminin çocuklarıyız” ya da, “Lilith kızlarıyız”, “Fahişeyiz, sürtükleriz” diyebiliyorlar. Bunlara destek veren holdingleri, “Fahişe ve türevlerine” destek vermekle suçlayınca birileri bunu üstüne alabiliyor. AK Parti’de birileri ayağa kalkıyor. İşte bizi bizim bu konuda daha aktif olmamızı engelleyen iki olgudan biri bu tepki, ötekisi AK Parti’deki bazı isimlere olan güvendi!

 

“İstanbul Sözleşmesi’ne desteğimiz hiç olmadı”

Bir de sözleşmeyi düz okuyunca bugün de bir çok şey hemen anlaşılmıyor. Kelimeler, kavramlar kurumlar.. bir takım arkadaşlar nasıl okunması gerektiğini gösterince kıyamet koptu ama geç kaldık. “İstanbul Sözleşmesi’ne hiç desteğimiz var mı?” Hiç olmadı.. Biz insani ilişkilerle sorunu çözeceğimizi düşündük ve işin iç yüzü ortaya çıkınca da zaten süreç tersine döndü. Siyaset “güven” değil “denetim” müessesesi. Bu konuda kişi kendi nefsine de güvenmemeli.

“Güvenimiz istismar edildi”

Bu gidişattan ciddi anlamda rahatsızlık her zaman vardı. Erdoğan’a güven vardı. Erdoğan’ın yakın çevresindeki birileri bu güveni doğru kullanmadı. KADEM’e benzer bir güven vardı, Aile Bakanlığına güven vardı. Hep çözüm bekledik. Olmadı. Aşırı güven zaafa dönüştü. Birileri bu güveni istismar etti. Aile Bakanlığında her kademede tanıdıklar vardı, o süreçte bu arkadaşlarla sürekli görüştük. Şunu söyleyeyim; aile bakanlarına fazla güvendim ve görüşerek aile ve gençlik konusunda bu işi vakıflarımızla çözeriz sandım.

“Şimdiye kadar neredeydiniz, diyenler bunları hiç haberleştirmedi”

AKV bu süreçte çok önemli iki çalışma yaptı. SEKAM (Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi) Prof. Dr. Celalettin VATANDAŞ, Prof. Dr. Burhanettin CAN ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar daha sonra kitaplaştırıldı. Bu çalışmalar yayınlandı ve ben bu çalışmaları yazdım ve Tv programımda anlattım. Birçok istişare ve konferansta aile ve gençlik konusu enine boyuna tartışıldı. Bugün bize “şimdiye kadar neredeydiniz” diyenler, bunları haberleştirmedi. Cevat Özkaya, Hamza Türkmen, İHH’daki arkadaşlar, Fatma Kutluoğlu, Şemseddin Özdemir beyler ve daha birçok arkadaşla defalarca konuştuk.

“Anlamak istemeyince anlamıyorlar”

Benimle ilgili tartışmanın odağındaki sözlerden kasıt LGBT+’lar. Bu konu ile ilgili bir vakıfta yaptığımız istişare toplantısında, “LGBT’yi kullanmayalım, bunun yerine başka bir isim bulalım” dediler. Ben de o yazımda, “Fahişe ve türevleri” dedim. Bunlara destek olanlar kimler, o holdinglere karşı, “bizim yeşil sermaye ne yapıyor?” sorusunu sordum. Bunu AK Parti içinden ve dışından biri, çarpıtmaya devam ediyor. Hilal Kaplan bunu, “semantik ilmine sığınmak”la yorumlamaya çalışmış. Defalarca açıkladım ama anlamak istemeyince anlamıyorlar ya da işlerine geldiği gibi anlamak istiyorlar.

Sahi bu ülkede LGBT+’a özgürlük yasası mı var ve bunlar kendilerine meşruiyet zeminini hangi düzenlemelerden alıyorlar? Hesap vermesi gerekenler hesap sormaya kalkıyorlar. Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize fahişe dedi” diyorlar. LBGT yerine “Fahişe ve türevleri” yazdım diye atıf edilen adresi çarpıtıyorlar. Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

“AK Parti içindeki AKP’liler niye gocunuyorlar ki!”

AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerden şikayet edince ötekileri niye gocunuyor ki! ANAP’ın Papatyalarına gönderme yapınca bundan rahatsız olanlar kimler, onlara bakın. AK Parti içinde böyleleri yok mu? Şimdi söylemesem, yarın birileri çıkıp, “Niye uyarmadın?” diyecek. Su testisi kırılmadan önce uyarıyorum. Fakat bu uyarılarımızı Erdoğan karşıtlığı, muhafazakar muhalefet, siyasi hesap gütme gibi kalıplara sokarak kategorize etmeye çalışanlar var. Bu ve benzer konularda 40 yıldan fazla doğru olduğuna inandığım konularda fikirlerimi beyan ediyorum. Bundan sonra da etmeye devam edeceğim. Birileri trol ordularını benim ve arkadaşlarımızın üstüne salıyor, sosyal medyada linç kampanyaları yapıyorlar, hakaretvari tweetler atıp siliyor, yazmadığım ve söylemediğim şeyleri dile getirip iftira atıyorlar. Bugünlerde “fetövari” yöntemleri kullanarak bize saldırıyorlar.

Burada şöyle bir anlayış da var: LBGT diye kendi kendilerine verdikleri bir isim var. Onlar kendilerine “Fahşa”, “Fahişe” yaptıkları işe, “Fuhuş” denmesini istemiyorlar. Kendileri dışından birileri onları eleştiremez! Kendi kendilerine, “Lut kavminin çocuklarıyız” ya da, “Lilith kızlarıyız”, “Fahişeyiz, sürtükleriz” diyebiliyorlar. Bunlara destek veren holdingleri, “Fahişe ve türevlerine” destek vermekle suçlayınca birileri bunu üstüne alabiliyor. AK Parti’de birileri ayağa kalkıyor. İşte bizi bizim bu konuda daha aktif olmamızı engelleyen iki olgudan biri bu tepki, ötekisi AK Parti’deki bazı isimlere olan güvendi!

Dilipak kendisi ile ilgili bazı sorularada açıklık getirdi:

-Salih Tuna’nın Davutoğlu ile ilgili, sizin de adınızın geçtiği bir sorusu var.

-Evet, Davutoğlu o zaman, başbakan olarak imzalamış olabilir. Bana imza öncesi okumadığını söyledi. Ama daha sonra okumuş olabilir. Ve bu sözleşmeyi doğru bulabilir. Ama sanırım tekrar okuyacak ve satır aralarında, kavramsallaştırılırken detaylarda gözden kaçan ve referans kodlarında gizlenen gerçekleri görünce kendisi de fikrini beyan edecektir.

-Ahmet Hakan da yazdı sizinle ilgili.

-Ha! Evet, onunla ben artık aynı mekanlarda buluşmuyoruz. Sanırım onun için. İki günü birbirine eş olmadan yürüyüşümüz devam ediyor. BILSAK’da konuşunca entelektüel oluyorsunuz, camide, dini vakıflarda konuşunca olmuyor tabi. Sizi alkışlayanlara göre size değer biçiyorlar. Batılılar sizi ödüllendirmiyorsa değersizleştiriliyorsunuz. Elinizdeki altın bakır oluyor. Onlardansanız bakır altın oluyor. Aynı kelimeler, kavramlar ve kurumlar ile konuşmayınca bir de aynı yöne bakmıyorsanız bu sonuç normal. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin bize gösterileceği bir gün var. Hakan, şu “Küçük Prens’i” yeniden bir okursa, orada başı fesli bir Osmanlı’nın milletlerarası bir astronomi konferansında keşfettiği bir yıldızın nasıl kayda geçmediğini, daha sonra şapka giyip gelince aynı buluşun kayda geçtiğini anlatan bölümünü bir okursa iyi eder. “Bu insanlar böyledir.” Sanırım “kendini yenileme” konusunda derin bir fikir ayrılığımız var. Tarihselci birileri Kur’an’ın bile güncellenmesinden bahsediyor!?

 

 

 

Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.