Reklamı Geç
HABER DETAY
Amiral Cem Çakmak ve Cesaret
Yazarlarımızdan E. Amiral Cem Gürdeniz Balyoz ve Ergenekon Davalarının Perde Arkasını ve FETÖ İhanet Şebekesini "Amiral Cem Çakmak ve Cesaret" Başlıklı Yazısında Kaleme Aldı.
07 Temmuz 2020 - Salı 13:10

Yazarlarımızdan E. Amiral Cem Gürdeniz Balyoz ve Ergenekon Davalarının Perde Arkasını ve FETÖ İhanet Şebekesini,  "Amiral Cem Çakmak ve Cesaret" Başlıklı Köşe Yazısında Kaleme Aldı.

İşte O Yazı:

AMİRAL CEM ÇAKMAK ve CESARET

Cem Gürdeniz

Cesaret, bir denizci ve asker için o kadar önemlidir ki, olmadığında ne ulusal ne de kişisel onur kalır. Cesaretin gri alanı yoktur. Ya vardır ya yoktur. Korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. Cesur insanların liderliğinde başlangıçta korkak olanlar bile cesurların yanına geçebilir. Cesaretin temelinde karakter ve kişilik kadar bilgi ve tecrübenin de rolü vardır. Bilen ve tecrübe sahibi olanlar, zor anlarda ve özellikle tarihin ve talihin onları hazırladığı yer ve zamanda gerekeni, güzünü kırpmadan yapabilecek cesareti eşitlerinden daha kolay gösterirler.

Cesaretin Gücü. Bir ordu veya donanmanın asıl gücü cesurlarının varlığı ile ölçülür. Bedensel refah ve keyfi ruhsal mutluluk ve onurun coşkusuna tercih edenler belki anlık yaşamın tüm ödüllerini toplayabilirler ancak yapmaları gerekeni yapmamış olmanın suçluluğunu ve onursuzluğunu ölene kadar yaşarlar.  19’ncu yüzyılda Osmanlı Bahriyesinde müşavirlik yapan İngiliz Amiral Sir Adelphus Slade, Kırım Harbi sırasında sadece donanmada değil, 17’nci yüzyılda başlayan ordudaki gerileme hakkında şunları söylüyordu:

Türk Ordusu kendisini 16 ve 17’nci yüzyıllarda çoğu zaman batılılara karşı muzaffer kılan, kendilerine özgü örgütlenmeye artık sahip değildi ve modern Avrupa ordularının çekirdeğinden de henüz yoksundu. Yani yüksek tabakadan yetişmiş, disiplinli, namus ve şeref düşünceleri içinde büyümüş, utanç içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen bir subaylar sınıfı.

Amiral Slade, Kurtuluş Savaşını görecek kadar yaşasaydı, son cümlesinde geçen ‘’yüksek tabakadan yetişmiş’’ tanımlamasını gözden geçirirdi. Sakarya meydan savaşının kazanılmasından 6 gün sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa, mecliste yaptığı konuşmada, Türk’ün var olma savaşını "subaylar savaşı" olarak tanımlıyor ve şöyle devam ediyordu:

“Subaylarımızın kahraman atikliği, cesaretleri, ölüme meydan okuyan asil karakterleri hakkında söz bulamıyorum. Ama doğru ifade etmeye çalışayım, bu savaş bir subaylar savaşıdır. Ön safta savaşan genç subaylarımızın yüzde 80, erlerimizin yüzde 60’ı şehit düştü, yaralandı.”

Bu savaşa katılan 42. Alayın bütün rütbeli subayları şehit düşmüştü. Çarpışmalarda bir tümen, üç alay, 5 tabur komutanı şehit düştü. Sadece 8’inci tümenin süngü savaşında toplam 82 subay kaybedildi. Türk subayı belki kendi toplumunda mevcut olmayan-Avrupa’daki aristokrasi ya da yüksek burjuvazi benzeri- sosyal sınıflardan gelmiyordu.  Ancak halkın bağrından çıkan bu subaylar üstün liderlik ve cesaret altında esarete başkaldıran, dünyanın en asil savaşçısı olabiliyor, bedel ödüyor, gerekirse ölüyor ve mucizeler yaratıyorlardı.

Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar. Ancak toplumu ve orduyu birleştirici liderlik ortadan kalktığında önce cesaret ortadan kalkıyor ve kısa sürede ihanet başlıyordu. Kırım Harbinden 70 yıl sonra kurtuluş ve kuruluşu başaran Mustafa Kemal’in çocukları 15 yıllık bir altın çağ sonrasında, 11 Kasım 1938 sabahından itibaren karşı devrimi ve ihaneti başlatan sürece nasıl izin verdi? Devrimin sürekliliğini nasıl reddetti?  Amerikan ve Avrupa mandacılığına nasıl teslim oldu? Büyük devrimi halka nasıl unutturdu? Kemalizm’in içini nasıl boşalttı? Dünyanın önünde saygı ile eğildiği üniter ve laik cumhuriyeti, mandacı zihniyetin talep ettiği kutuplaşmış cahil bırakılmış, üretimden uzaklaştırılmış ve siyasetin emrindeki dinle afyonlanmış, göstermelik bir demokrasiye nasıl dönüştürdü? Kendi ordusuna ve devletine kumpas kuracak seviyede ihanet içinde olan kitleleri, örgütleri nasıl yarattı? Balyoz ve benzeri kumpas davalara nasıl izin verdi?

Kilit Kavram: Cesaret    Şüphesiz bu sorulara verilecek cevapların kitleneceği ve ileriye gidemeyeceği bir nokta olacaktır. O noktada karşımıza temel kilit kavram olarak Cesaret çıkacaktır. Mustafa Kemal’e sadık kalabilme ve gerekirse bedel ödeme cesareti. Gerçeği arama cesareti. Gerçeği bulup haykırabilme cesareti. Devletin çıkarlarını koruyabilme cesareti. Emperyalizme meydan okuyabilme cesareti. Yere düşse bile düşmandan aman dilemeden ayağa kalkma ve tekrar meydan okuma cesareti.

Cesareti olmayanlar güce tapar. İnanmış bir insanın inancına sadık kalmasına inat, korkaklar derhal terk ederler. Güçleri güçlerinin yettiği yere kadardır. Yere düşerler ve aman dilerler. Sürekli rota değiştirirler. İdealleri, prensipleri, ilkeleri ve inançları yoktur. Birinci adam olma istekleri vatan sevgisinden değil egolarındandır. En kötüsü doğrudan ve ideallerden sapmayı, siyasetin gereği görüp kendi güçleri olarak pazarlarlar. Bu tiplerin karşısında her kurumda cesaretin onurunu baş tacı etmiş yüksek ruhlu kişiler çıkar. Onlar cesur liderlerdir.

Cesur bir Adam: Cem Çakmak. 3 Temmuz 2015 tarihinde sonsuzluğa yolcu ettiğimiz Amiral Cem Çakmak işte bu cesur liderlerden biriydi.  Bahriye tarihimizde bir cesaret abidesi olarak yerini aldı. Onun cesareti Balyoz Kumpasının en karanlık günlerinden, kanserle mücadelesinde, son nefesini verdiği ana kadar en ufak bir kırılım göstermedi. Kumpas davalar sırasında bırakalım sözde aydınları en yakın dost ve arkadaşlarımızın; yüksek komuta sorumluluğu olan şahsiyetlerin bile korkuyu, cesarete tercih ettiğini, kısa ve orta vadede şahsi refah ve bedensel mutlulukları için, neredeyse yarım asırlık silah arkadaşlığını unuttuklarını, çocuklarının ve torunlarının özgürlük ve yaşam tarzlarının çalınmasına duyarsız kalabildiklerini gördük. Bu acı tabloyu en derinden yaşayan Cem Çakmak idi. Zira Balyoz kumpasının çok öncesinde, yarbay rütbesindeyken, 2001 yılında Komutanlığını yaptığı TCG Gemlik firkateyninde de sözde bir usulsüzlük süreci üzerinden FETÖ militanlarının tuzağına düşürülmüştü. Büyük bir durumsal farkındalık zafiyeti içinde, neredeyse imzasız her mektuba işlem yaparak bu tuzağa atlayan ve günümüzün pek yaygın ‘’Aldatıldık’’ klişesine sığınan dönemin rozet Atatürkçüleri, Cem’e ilk kurumsal ihanet acısını tattırmıştı.

İkinci ihaneti birlikte yaşadık.  22 Şubat 2010 tarihinde Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı idim. Ankara’da ofisimde çalışırken, saat 10.00 sularında televizyonda emekli Orgeneral Çetin Doğan ve İbrahim Fırtına ile emekli Oramiral Özden Örnek’in sözde Balyoz planı gerekçesi ile gözaltına alındığı haberleri alt yazı ile geçmeye başlamıştı. Saat 11.00’da Deniz Kuvvetleri Komutanı beni ve Harekât Eğitim Daire Başkanı Tuğamiral Cem Çakmak’ı makamına çağırttı. Orada her ikimize Cumhuriyet Savcısının gözaltı emrini göstererek kendisinin Genelkurmay Başkanlığına gideceğini ve beklememizi söyledi. ABD desteği ile kurgulanan Balyoz komedisi gerçeğe dönüşerek kurbanlarını avlamaya başlamıştı. Önce “Poyrazköy”, sonra “Amirallere Suikast” daha sonra “Kafes” kurgularında evlatlarını sırayla Beşiktaş Adliyesine “hukuka saygılıyız” sihri altında emanet eden Komuta katı en sonunda Amirallerini teslim etme aşamasına gelmişti.  Saat 17.00’da Kuvvet Komutanı Genelkurmay Başkanlığından döndü. Genelkurmay Başkanlığı zaten Kozmik Oda davasında sergilendiği üzere kurumsal olarak hukuka pek saygılıydı. Bir önceki Genelkurmay Başkanı da 1 Temmuz 2008 tarihinde Ergenekon kumpasında önce teğmenlerini sonra Emekli Orgenerallerini gözünü kırpmadan Amerikan tuzağına teslim etmiş, daha sonra şeref tribününde futbol maçı izlemeye gidebilmişti. Neticede Beşiktaş’a gitmemiz emredildi.

 

Yazının Devamı İçin Tıklayınız!..

http://www.bncmedyahaber.com/yazar-amiral-cem-cakmak-ve-cesaret-68.html

 

Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.