Ayasofya; Bugün Sanki 29 Mayıs 1453’sün
İstanbul’un tarihi yarım adasında makar olan “mabed-i meftuh” müceddeden doğmuş gibi.
Nede çok muhibbanı varmış. Her taraf nahiyede, gönüller âleminde.
Mübeşşirin, müjde-i fethine nail olmuş Fatih Sultan Mehmet Han’ın yadigarı.
Yeniden tezyin edilip, miski amber sürülerek, "arz"dan semaya miraç olan vakfiye.
İşte bu gün o gün;
Kim bilir kaç gönüller feth olundu o gün, bu gün.
Gönüller ki bağlı ise Rahmana. O zaman mana vucud bulmuştur umumi efkârda.
İstanbul mahzundu çok zamandır. Ayasofya’sı mahzun.
“Ulu mabed, neye hicrana büründün böyle, Fatih'in devrini bir nebzecik olsun söyle!” diyerek içinin hüznünü dökerdi Arif Nihat Asya.
Sultan Ahmet, Süleymaniye, Şehzadebaşı ve Fatih’di hüzünlenen mücavir komşular esasen.
İşte bugün tekerrür etti, açıldı tüm kapılar ve Edirnekapı.
Vuslat oldu. Sevgiliye uzanan kollar gibi yollar oldu sel gibi.
Neşelensin artık bugün, Şehzade, Laleli, Haseki ve Yeni cami.
Eşya kaimdir zıttıyla. Mahzun oldu garbiyyat.
“Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi...” derdi büyük şair Sezai Karakoç.
Sadece garbiyyat mı mahzun. Kella. Müstemleke olan olan şarkiyyat da oldu mahzun. Açılmasın dediler. Aynı sesi terennüm ettiler müstaamirleriyle.
Anladılar ki Ayasofya dirilişmiş. Diriliş demekmiş Ayasofya.
“Ayasofya açılmalıdır…” derdi büyük üstad usta şair Necip Fazıl Kısarürek.
“Ayasofya açılacak! Aziz bir kitap gibi açılacak!” derdi.
Evet, O gün bu gün. Bugün sen, “Ayasofya” sanki 29 Mayıs 1453’sün.
|
||||||||||||||||||||
|