Reklamı Geç
YAZARLAR
TÜRKİYE’NİN GELECEK VİZYONU (2050-2070)
Suat GÜN / Gazeteci - Yazar
24 Kasım 2021 - Çarşamba 09:54

TÜRKİYE’NİN GELECEK VİZYONU (2050-2070)

 

 

Çocukluğumda Malatya’da yapılan düğünlerde, cenaze sonrası verilen yemeklerde mevlit okutulurdu. Bu mevlitlerin sonunda hocalar âmin diyerek duaya başlar. Bu dualarda genellikle şu mealde cümleler söylenirdi: “Allahım, İslam bütün dünyayı kaplasın, yeryüzüne senin has kulların hâkim olsun, İslamı ve Müslümanları koru.” O tarihlerde kendini solcu olarak niteleyen birçok kişinin mehter marşından hoşlandığı, sosyalizmin sözde eşitlikçi(!) görüşleri üzerinden, dünyaya adil bir nizam vermek gerektiğini düşündüklerini gördüm. Bu tespitler şuna işaret ediyordu: Türk milli kültürü cihanşümuldur, insani değerlere dayanır, dünya hâkimiyetini öngörür, evrensel düşünür, tefekkür hacmi bütün dünyayı kaplar.  2000 başlarında, “2050’lerde Dünya ve Türkiye’nin geleceği” üzerinde çalışmıştım. Bu çalışma esnasında, şu sonuçlara varmıştım: İmparatorlukların ve büyük medeniyetlerin sınırları olmaz, bu sınırlar halkın hayal dünyasının ötelerine kadar uzanır. Bu düşünceden hareketle, Türkiye’nin büyük güç merkezi olması gerektiğine iman ettim. Bunu gerçekleştirmek için şartlar nelerdir, ne yapılırsa büyük güç olunur, Türkiye büyük güç merkezi olursa, dünyaya adaletli bir nizam gelir mi, dünya barışı kurulabilir mi? Bunları araştırdım. Vardığım sonuç şu oldu: Türkiye’nin kendi içyapısı buna müsait mi, bunu başaracak bir irade ortaya çıkacak mı-çıkar mı-Batı’nın kuyruğunda gitmeye devam eder mi, büyük düşünen devlet adamları gelir mi? İkinci nokta, dünya hangi istikamete gidiyor? Dünya’da nüfus, göç, sanayi gelişme, savunma sanayi, teknoloji, uzay araştırmaları, şehirleşme, yapay zekâ, nano teknoloji, bioteknolojiler, dijital teknolojiler gibi alanlarda ne gibi gelişmeler olacaktır? Yeni bloklar, etnik-dini manada bütünleşme veya çatışmalar hangi istikamete gidecektir, ideoloji ve dini akımların misyon/rolü ne olacaktır, devletler arası nispi güç mukayeseleri ne yönde değişecektir; bütün bunların hesap edilmesi gerekiyor.  

Bu iki şarttan önce, en evvel, her şeyden önce bir devletin hedefinin-hedeflerinin olması gereklidir. Darb-ı mesel haline gelmiş söz vardır: “Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez, diğer bir ifade ile nereye gideceğini bilmeyen kaptana hiçbir rüzgârın faydası olmaz.” Bir devlet için birinci mesele misyon/ görev meselesidir. Bu görev, beka, bağımsızlığın korunması, milli güvenliğin teminat altına alınması, barışın/sulhun muhafazası, gibi hedeflerdir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi düşünceler, gölgesinden korkan, ne kokan ne bulaşan güvenlikçi anlayışlarda görünüşte bir politikadır. Günü kurtarma, maslahat tedbirleriyle işi zamana yayarak ayakta kalmak, görünüşte zevahiri kurtarabilir, ancak sonuç getirmez. Çöküşü geciktirir fakat durduramaz. Tedbir ve hedef, yani güvenlikle hedef (milli misyon-ülkü-ideal-mefkûre)  bir arada düşünülürse, devlet kademe kademe ilerler, güç merkezi haline gelir. Demirel’in 90’lı yıllarda Musul-Kerkük meselesinde dediği gibi: “ Atatürk’ün, İnönü’nün yapamadığını ben mi yapacağım,” derseniz, halkın refah seviyesinin yükseltilmesi ve bir takım ekonomik ilerlemeleri esas alan göstergelere takılırsanız, asıl mesele unutulur, idealler meflûç hale gelir, sistem içten içe çürüyerek çöker. İnsanlar, aslında gerçek dünya ile hayal dünyası arasında yaşarlar. Uyurken rüya görür, uçar kaçar, uyanınca; rüyalarının bir kısmını hayallerle süsleyerek gerçek dünyada elde edeceği menfaatlere, başarılara yorarlar. Hayal ve hedef, hakikat ve başarı iç içedir. Hedeflerin büyük olması, güç ile orantılı olmaması, imkânsız gibi görülmesi, hayalci bulunması hiçbir zaman tereddüt yaratmamalıdır, azmin kaybedilmesine, isteksizliğe sebep olmamalıdır.  Hayal ve sınırsız arzu, yenilmez irade, büyük olmanın temel kaynağıdır. Hiçbir başarı risksiz değildir, risk almadan hiçbir zafer kazanılamaz. Bunu başarmak için adanmış insan yetiştirmek gereklidir.

Bir ülkenin yöneticilerinin kim olacağı, Atlantik ötesinden belirlenirse, iktidar ve muhalefet Atlantik ötesinin olurunu almak için yarışırsa; o ülkede büyük düşünce ortaya çıkamaz. Balık baştan kokar misali, gençler de günü kurtarmak için; Akdenizleri aşarlar, sınırlardan taşarlar, Avrupalara kaçarlar.  Çünkü burada insanların kaderini belirleyen kendi yöneticileri değil, dış güç odaklarıdır. Bu günün dünyasında dış güç odakları para ile finans sistemi ile askeri güç ile nükleer silah tehdidi ile bir sistem kurmuştur.  Hiç kimsenin bu sistemin dışına çıkmasına müsaade etmiyorlar, güçleri yettiği müddetçe etmeyeceklerdir. Dünya’da her şey zeval/yıkım/ölüm (entropi) kanununa tabidir. Bu kanun vücut misali gibidir: iyi bakarsanız, damdan aşağı atlamazsanız, zehirli mantar yemezseniz, uzun müddet yaşarsınız. Kimi 30 sene yaşar, kimi 160 sene… Devletlerin ömrünü kıyaslarken bu rakamı en az 10 ile çarparak ömür tayin edersiniz. 300 yıl, 1600 yıl gibi… Bizim medeniyetimizin kökü Selçuklu-Anadolu Selçuklu ve Osmanlı ile devam eden Türk-İslam medeniyetine dayanmaktadır. Ziya Gökalp’ın ortaya koyduğu: Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim tasnifi çıkış yolu ararken kabul edilebilir ancak Garp medeniyetine dâhil olmadan Garp medeniyetini aşacak, formüller/çözümlemeler üzerinde düşünülmeliydi.  Tanzimat aydınları işte bu noktada yanılmışlardır. Çünkü Garp medeniyeti zenginlik üretirken ahlaken iflas eden bir medeniyettir. Rusların, RTG (Russian Travel Guide ) diye Türksat üzerinden yayın yapan kanalları var, bu kanalda Rusya’nın tarihi ve turistik yerleri müzeleri, geçmişte yapılan işler tanıtılıyor, geçmiş asırlardaki sanayi tesisleri gösteriliyor. Bunları gördükten sonra, şunu açıkça ifade edebilirim ki; Osmanlı, Ruslarla girdiği hiçbir muharebeyi kazanamazdı, nitekim kazanamamıştır da. Neden bu böyledir? Rusya’nın sanayi, kimya, metal işleme, harp sanayi ve eğitim seviyesi Osmanlıdan yüz sene daha ileridedir. Yalnız Osmanlıdan mı, Ortaasya’dan da 150 sene daha ileridedir. l. Dünya Savaşı’nda Rusya’da Komünist ihtilal olmazsa idi, Doğu Anadolu, belki de Anadolu’nun tamamı Rus işgaline uğrayacaktı. Konuyu dağıtmadan şunu söylemeliyiz ki; Mora isyanını başlatan Rumlar azınlıkta olmalarına rağmen, denizcilikte ve eğitim seviyesinde bizden daha ileri seviyede oldukları için başarıya ulaşmıştır. Bu gün şu korona vakasına bakalım: korona çıkalı bir buçuk seneden fazla zaman geçmiştir, Çin; 8 ayda, Ruslar; 9 ayda, Almanlar; 10 ayda kendi aşılarını yaptılar ve sattılar. Türk aşısı nerede, zulu kabileleri yaptıktan on sene sonra mı yapacaktır? Kötü yönetimle, hedefsiz yönetimle bir yere varamazsınız, fasit daire içinde, teker gibi döner durursunuz.

Bizim bu gün üzerinde tartıştığımız asıl mesele şudur: Türkiye büyük güç merkezi olabilir mi, olması için ne yapmalıdır, bunun yolu ve metodu nedir? “İstanbul Düşünce Enstitüsü,” kurulduğundan (Ağabeyimiz, vizyon adamı, kendini milli düşünceye adamış Mustafa Şatıroğlu Bey’in öncülüğünde) bu güne kadar; manevi değerlerin savunulması, ahlak eğitimi, İslami değerlerin yeniden inşası, Türkiye’nin yeniden büyük güç merkezi olması, İslam dünyasının toparlanması/bütünleşmesi, Türk birliğinin kurulması meselesine büyük ağırlık vermiştir. Bu hedefleri başarmak için yol ve metotların araştırması içindedir. Sorun şu noktalarda düğümlenmektedir: Türkiye’nin büyük hedefleri olmalı mıdır, olmamalı mıdır? Olacaksa, ne olmalıdır? Günübirlik meselelerle mi boğuşmalıdır, ortaya kuşatıcı bir vizyon mu koymalıdır? Kısa vadeli hedeflere, günün basit çıkarlarına mı odaklanmalıdır, başkalarının dümen suyunda mı dalgalanmalıdır? Trump, beni davet etti, Bush aferin dedi gibi aşağılayıcı gündemlerle mi meşgul olacaktır.  ABD ne dedi, ne diyecek, ne derse ayvayı yeriz gibi, çapsız problemlerle boğuşmaya devam edecek midir, etmeyecek midir!?

Samuel Huntington’un da dediği gibi; Türkiye son 150 yılda bir zihniyet parçalanmasına uğramıştır, bu meseleyi aşabilecek midir, aşamayacak mıdır? İslam medeniyetinin öncüsü olmaya karar verecek midir? Vermeyecek midir? Türk birliğini gerçekleştirmek için hedefe kilitlenecek midir? Doğu Türkistan’ı unutacak mıdır? Bu hedefleri başarmak için “çağlar üzerinden aşarak, bilimde, teknolojide, askeri ve endüstriyel alanda,” aşkın hedefler koyarak azimle yürüyecek midir, bu kararı/kararlılığı nesiller boyu sürdürecek midir, esas sorun budur!  

İstanbul Düşünce Enstitüsü, “Kuran ahlakının yeniden inşası, İslam dünyasının liderliği, Türkiye’nin yeniden büyük güç merkezi olmasını, dünya nizamını tayin edecek güç ve kapasiteye ulaştırılması gerektiği” fikrini savunmaktadır. Bu düşünceden hareketle eğitim müfredatının bu mantığa göre yeniden şekillendirilmesini, ekonomik ve sosyal hedeflerin sil baştan yeniden tanzim edilmesini savunmaktadır. Bu hedeflere ulaşmak için tekliflerimizi sıralıyoruz:

İktisadi kalkınma hızının 9-10 seviyesine çıkartılmasını, yurtiçi tasarrufların 35 seviyelerine ulaştırılmasını, cari açık ve bütçe açığı değil, cari ve bütçe gelir fazlası vermesini, nüfus artış hızının 1,5’in altına düşmemesi için ekonomik ve sosyal teşviklerin geciktirilmeden yürürlüğe konmasını teklif ediyoruz. Enerjide kendi kendine yeterlilik ve özellikle nükleer enerji temelli enerji üretimine (fisyon ve füzyon yolu ile) büyük ağırlık verilmesi, orman varlıklarını sürekli artırarak, Anadolu’nun tabii toprak morfolojisine uygun ağaçların dikilmesi şartıyla, ülke topraklarının 50 den fazlasının ormanlaştırılması hedeflenmelidir. Gıda bakımından kendi kendine yeterlilik felsefesine yeniden dönülmeli, Anadolu, dünya gıda üretiminin ana merkezi haline getirilmelidir. Genel sanayi, savunma sanayi bakımından kendi kendine yeterliliği esas alan bir modele geçilmeli, bunu başarmak için; Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle (Özellikle eski Osmanlı topraklarında) sınır yokmuş gibi hareket edilmeli, ölçek ekonomi kapasitesini ulaşmak için ortak yapılar oluşturulmalıdır. Arge-inivasyon-keşif-icat sektöründe büyük bir yoğunlaşma göstererek, gençleri araştırmaya keşfetmeye yönelterek, eğitim sistemini buna göre teşkilatlandırarak, yurt dışı kaynaklı parlak beyinleri Türkiye’ye davet ederek sıçramalarla ilerlemenin, çağlar üzerinden aşarak büyük güç olmanın kitabını yazmalıyız[1]. (1) Dünya her gün uykudan uyandığında bu gün Türkler neyi keşfettiler, neyi buldular demeli, 9.-13. asırdaki gibi, öncü bilim üretme kapasitesini tekrar yakalamalıyız.

                Anadolu’yu doğudan batıya uzanan 3 hatla birbirine (kuzey, orta ve güney hatları) bağlamalıyız, bunları da kuzeyden güneye Karadeniz’den-Akdeniz’e uzanan 10 tane paralel hızlı tren demiryolu hattı ile birbirine bağlamalıyız. En az 60 bin Km hızlı tren hattı yapmalıyız. Şehirlerimizin tamamında yer altı metro hatları inşa etmeliyiz. Deniz yolu taşımacılığı, limanlar, açılacak yeni su kanallarıyla, nehir taşımacılığına imkan veren bütün araçları kullanmalıyız.

Teklif ettiğimiz yüksek kalkınma hızı, ekonomiyi her 8 senede bir 2 katına çıkartacak, 20 sene içinde Avrupa’nın en büyük ekonomik gücü haline geleceğiz. Yurtiçi tasarrufların teklif ettiğimiz seviyeye çıkartılması, dış borçlanma ihtiyacını ortadan kaldıracak, ekonominin kendi iç dinamikleriyle sürdürülmesini sağlayacaktır. Nüfus artışının sürdürülmesi uluslar arası güç dengelerinde üstünlük sağlamanın yolunu açacaktır.

Prof. Zafer Toprak’ın bir konferansında kendisinden dinlemiştim. Mealen şöyle dedi: Osmanlının Batı karşısında yenilmesi ve geri çekilmesi teknoloji bakımından geri kalmakla birlikte aynı zamanda nüfus sorunudur. İçeride azınlıklar ve Hıristiyan unsurların nüfusu sürekli artmış, yönetici unsur (Türkler) ile arasındaki nispi nüfus dengesi bozulmuştur. Bunun yanında, Kanuni devrinde, Avrupa nüfusu kadar nüfusu olan Osmanlının nüfusu son asırlarda İngiltere, Fransa ve Almanya’nın bile çok gerisinde kalmıştır. Bu nedenle Türkiye’nin nüfus artış hızının 1,5’in altına düşmesini asla müsaade edilmemelidir.

Dünya Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre; dünya nüfusunu 2100 senesine kadar en çok, 11-12 milyara ulaşarak sabit kalacağı öngörülmektedir. Nüfusu istikrarlı biçimde artan ülkeler kazançlı çıkacaktır, gerileyenler tarihi rollerini yitirecektir. Nüfusu gerileyen ülkeler, çalışan nüfus kaybını önlemek için dış göç alacaktır. Bu göçün kaynağı Afrika olacaktır. Afrika’nın nüfusu 2100 tarihine kadar, 3,5-4 milyar arasına ulaşacak, en fazla göç veren kıta haline gelecektir[2]. (2) Eğer Türkiye’nin nüfusu istikrarlı bir biçimde artmaya devam etmezse, iş gücü kaybını önlemek için Pakistan, Afganistan, Hindistan ve Afrika’dan göç kabul etmek mecburiyetinde kalacak, nüfus yapısı değişecek bu da yalnız Türk unsurlara dayanan kurucu ideolojinin istikrarını bozacaktır.

TC’nin 1930’larda tanzim edilmiş kurucu ideolojisi günün ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Milli-İslami değerleri esas alan kadim bir milli ideoloji oluşturmak hayati derecede önem kazanmıştır. Hz. Âdem’den bu güne ulaşan milli- İslami çizgide, tarihi değerlerle bütünleşmiş tarihi devamlılığı esas alan, topyekûn insanlığı kuşatan, ülkede yaşayan insanlarda yabancılaşma duygusu oluşturmadan herkesi birbirine bağlayan insancıl bir ideoloji geliştirmek lazımdır.

Uluslar arası göç stratejik dönüşümdür, bunu önlemenin imkânı yoktur. Ulus devlet kavramı, dar alana sıkışmış üstünlük iddiası taşır, hâlbuki insan aklı, kâinatın bütün insanlara ait olduğu, herkesin her şeyde hak sahibi olduğu programına göre çalışır. Doğal olgu budur. Ancak, ulus devlet kavramı giderek kendine tapan, kendini üstün gören “narsist” bir milliyetçilik anlayışına dönüşerek insani vasfını yitirir, bu da çatışma kültürü yaratır. Geçtiğimiz günlerde Almanya’da tramvayda seyahat eden 16 yaşındaki bir Suriyeli gence, orta yaşlardaki bir Almanın hakaret etmesi, yüzüne tükürmesi ve dövmesi videoları sosyal medyaya yansıdı. Şüphesiz bu vakada o şahsın iğrenç karakterinin rolü olmakla birlikte, bu vakanın bir sistem sorunu, bir zihniyet sorunu olduğuna hiç kimse dikkat etmedi. Bu nedenle gelecek çağın ihtiyaçlarını karşılayan milli İslami devlet kavramını geliştirmemiz lazımdır. Bunda bize yol gösterecek rehber, tarihi tecrübelerimiz ve çağın ihtiyaçları olacaktır. Yaklaşık 60 sene önce Almanya’ya çalışmaya gitmiş vatandaşlarımızın, dördüncü- beşinci nesilleri Türkçeyi konuşamayacaktır, zamanla bunlar kendini Türk kökenli Müslüman, daha ileri tarihlerde Alman Müslümanları olarak adlandıracaklardır. Kavramların ve kuşatıcı bakış açılarının önemi işte burada ortaya çıkacaktır. Kavramların, kuşatıcı ve ilmi temele dayanması gereği, geleceğin dünyasında Türkiye’nin tarihi yerini almasına imkân sağlayacaktır. Bu nedenle “İstanbul Düşünce Enstitüsü” olarak başkanlık sistemine dayalı bir anayasa yaptık, Türkiye’nin dünyanın en ileri medeniyetini kurması için çekici (karizmatik) bir düzen inşa etmesinin yol ve metotlarını araştırdık. Kurulacak düzen, tarihi devamlılığı temsil edecek, eskinin (Osmanlı’nın) bir tekrarı olmayacak, aksine o sistemin hatalarından arınmış, çağı kuşatan yep yeni bir sistem olacaktır. Bütün insanlığı cezp edecektir, çekici bir ideoloji kuracaktır.

İdeolojiler hakikati kısmen ifade ederler ve tarihseldir, kimi zaman gelir tamamen yanlış anlayışı temsil ederler, zamanla kaybolup giderler. Hâlbuki din bir ideoloji değildir, Yüce Allah ile ve kâinatın bekasıyla ilgilidir. Din doğru anlaşılmak ve Yüce Allah’ın zatı ve sıfatlarının ne olduğunu bilmekten başlayarak hakikat temelinde değerler manzumesi üretmek suretiyle kadim, değişmez bir muhtevaya sahiptir. Çünkü bütün varlık ve olgular Yüce Allah’ın varlığı ile kaimdir. Hakiki varlık odur, değişmez varlık odur, tek gerçek odur, her şeye gücü yeten odur, her türlü yaratmayı bilen odur. Bir takım modalar veya gelip geçici ideolojiler uğruna onun hakikat varlığını terk etmek, idrak edememek, en büyük sapkınlıktır; bunların muvaffakiyet şansı yoktur, ona dayanmayan her ideoloji çöküşe geçer. Tarihte Moğolların durumu, günümüzde SSCB’nin çöküşü, Komünist ideolojinin büyük zulümlere, katliamlara rağmen ayakta kalamaması bunun açık delilidir. [Bu ideoloji ile devam etmeye çalışırsa Çin’de şişen bir balon gibi patlayıp çökecektir.]

Bu nedenle diyoruz ki “Türkiye kadim ideolojiye, hakikat temelli ideolojiye, tarihi rolüne, milli İslami kimliğine dönmek zorundadır.” Çünkü beka için temel şart budur.  

Batı uygarlığı ne merhametlidir, ne de insancıldır, dinlere saygısı olmayan, kendini üstün gören kibir medeniyetidir. Hangi medeniyet kibre kapılırsa helak olur. Çünkü kibir, önce kendi nefsine zulümdür, kim kibre kapılırsa, aynı anda çöküş başlar, bu nedenle Batı medeniyeti çekiciliğini yitirmiş yıkım medeniyeti haline gelmiştir. Onun yerine kaim olacak büyük medeniyet projesini milletimiz inşa edecektir. Beklenen medeniyet budur, beklenen ahlak budur, beklenen adalet nizamı budur, insanlığa öncülük edecek değerler manzumesini biz üreteceğiz. Bunu başarmak için cesaretle hareket etmek, bağımsız kararlar almak, batı medeniyetini öncü ve üstün görmemek, (batının üstünlüğünü ret etmek) peşin hükümlerden arınmak, (yani ilmi düşünmek) insanlığı topyekûn kurtarmak için kurucu medeniyet olarak hareket etmek gereklidir. Cesaret, hayal, hedef, büyük güç olmaya adanmak, yumuşak (Yunus Emre Enstitüleri- Türk Alevi İslam kültürünün değerlerinden istifade etmek) ve sert gücü yerinde ve ölçülü kullanmak bu hareketin temel araçlarıdır.

Sonuç kısmına geçmeden, kısa bir dış politika değerlendirmesi yapıp analize son vereceğiz.

Son iki asırdan beri küresel hâkimiyet Batı dünyasının eline geçmiştir. Bu hakimiyetini okyanusları kontrol altına alarak, Akdeniz’de hakimiyet tesis edilerek sağlanmıştır. Bu hakimiyet dünya ticaretinin kontrol altına alınmasıyla devam etmiş, küresel finans ağı, ödeme sistemi dolarizasyon ve SWİFT sistemiyle yep yeni hakimiyet araçları üzerinden teminat altına alınmıştır.  ll. Dünya Savaşı’na kadar küresel sisteme liderlik eden İngiltere bu rolünü, ABD’ye kaptırmış, Amerika Birleşik Devletleri de, bu rolü insanlığa huzur getirecek bir mantıkla başaramamıştır. ABD, çıkar adını verdiği müdahale gerekçeleriyle/araçlarıyla, haklı-haksız, mantıklı-mantıksız, orantılı-orantısız ve adaletsiz güç kullanarak büyük cinayetler işlemiştir. Kendisine atfedilen düzen kurucu vasfını, güvenirliliğini kaybetmiş ve çöküşe geçmiştir. Soğuk Savaş döneminde ABD, AB, SSCB büyük güç merkezleridir, öteki ülkelerin toplamı Üçüncü Dünya adı verilen bir topluluk yapısı içinde sınırlı bir etkiye sahiptir. 1980’lerde Çin’in gelişmesiyle[3] (3) birlikte küresel güç dengeleri değişmeye başlamış, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, ABD dünyanın tek hegamon gücü haline gelmiştir. Bu üstünlük, l.-ll. Körfez Harekâtıyla devam etmiş, Afganistan’a yapılan haksız müdahale ve Irak, Suriye ve Afganistan’da Amerikan askerlerinin yüz kızartıcı cinayetleri ile devam etmiş, İsrail’in Filistin’de yürüttüğü cinayet ve insan hakları ihlallerini örtbas etmesi sebebiyle meşruiyetini kaybettirmiştir. Afganistan işgalinin, ABD için başarısızlıkla sonuçlandığı aşikârdır. Amerika’nın sözde ‘ulus inşa etme’ iddiası 20 yıllık işgale rağmen fiyaskoyla sonuçlandı.

 Şu anda ABD meşruiyetini ve gücünü kaybeden, küresel inandırıcılığını yok eden bir yola sürüklenmiştir. Her ne kadar sürdürülen küresel ekonomik düzenin kilit aktörü ABD olsa da artık aslanın dişlerinin döküldüğü, kuyruğunun titrediği, ölüm vaktinin yaklaştığı görülmektedir.

ABD’nin, sözde küresel bir imparatorluk olarak, ayakta kalmasını “sürekli savaş” hali içinde olmasına bağlı olduğunu savunan, dış politika şahinlerinin savaşların sebebiyet verdiği insan kayıplarıyla ilgilenmedikleri biliniyor, onların kafasına göre bu kayıplar sadece bir sayıdır, kayıttan düşülmesi gereken malzeme gibi bir şeydir, insan değildir. Başarı için, plânın gerçekleşmesi için her yol mübahtır.

İngiliz-Amerikan tarihçi Niall Ferguson’a göre: Tayvan’ı kaybetmek tüm Asya’da ve Hint-Pasifikler bölgesindeki Amerikan hâkimiyetinin sonu olarak görülecektir. 22 Mart tarihinde  “Bloomberg.com”da yayınlanan makalesinde Ferguson, 1956’da Süveyş Harekâtı, “İngiliz İmparatorluğu” için hangi önemdeyse, Tayvan’ın kaybetmekte ABD için aynı sonuçları doğuracaktır, dedi.

ABD’nin küresel rolü ve liderliğinin devamı için yahut da nasıl bir hal tarzı icra edileceğine dair 5 senaryo hazırlanmıştır: 1. “Demokrasi(ler) Rönesansı” senaryosu veya tiyatrosunun yutturulmaya devam ettirileceğine dair bir inanç, bu yolla ABD hegemonyasının devam ettirileceğine dair bir takım tezler ileri sürülmektedir. 2. durum Çin’in sürekli büyümesi ile dünyanın kontrol edilemez noktalara doğru sürüklenmesi ihtimali; burada Çin’in küresel rol üstlenecek irade, askeri kapasite ve kaynaktan yoksun olması, ABD’nin küresel rolünün devam edeceğine dair inancını korumasına sebep olmaktadır. 3. İhtimal; “Rekabet Hâlinde Bir Arada Yaşama” senaryosu, bu senaryo tıpkı Soğuk Savaş Döneminde olduğu gibi rekabet halinde ve işbirliği içerisinde sürdürülecektir. 4. İhtimal “Kompartımanlara Bölünmüş veya Bloklara Ayrılmış Dünya” Senaryosudur. 5. İhtimal ise “Çatışma ve Seferberlik” senaryosudur.

Birinci. İkinci ve üçüncü senaryoya göre; ABD’nin “bekasını” ancak “Batı bloğu” veya “küresel koalisyonun” bir parçası olarak koruyabildiği görülmektedir. Acaba, gelecekte Amerika topyekûn batı dünyasını 20. Yüzyılda olduğu gibi arkasından sürükleyebilecek midir? Birleşik Krallık, II. Dünya Savaşı’ndan ve Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana, cari küresel düzenin, statükonun savunulması için mücadele etti. Ancak bundan sonra ‘savunmaya’ yeterli gücü olacak mıdır? ABD’nin yerini almak üzere yeni bir teşebbüste bulunacak mıdır?

Karl Rove’a atfedilen bir alıntıyı hatırlatmak istiyorum. “Gerçekliğe dayalı-toplum” kavramıyla ilgili olarak bir gazeteciyle yaptığı açıklama sırasında, Rove şunları söylemişti: “Dünya artık böyle çalışmıyor. Şimdi biz bir imparatorluğuz ve harekete geçtiğimiz zaman kendi gerçekliğimizi yaratıyoruz, siz bu gerçekliği analiz ettiğiniz sırada, biz bir daha harekete geçerek yeni gerçeklikler yaratıyoruz; onları da analiz edebilirsiniz. Biz tarihin aktörleriyiz… siz ise, ancak bizim yaptıklarımızı analiz edersiniz.”

Karl Rove daha önce yaptığı analizlerde aynen şunu söylemişti: “Biz, insanlığı istediğimiz şeye inandırmaya ve bu inancı tekrar tekrar değiştirmeye muktediriz.” Bizce ABD düşüşe geçmiştir, artık bu böyle olmayacaktır. ABD gittikçe gücünü yitirecek, muhtemelen birkaç parçaya bölünecek orta seviyede bir güç merkezi haline gelecektir. Karl Rove, bir daha böyle şımarıkça demeç vermeye cesaret edemeyecektir.
                Türkiye açısından geleceğin dünyası, ABD’nin hazırladığı senaryonun 4. ve 5. maddesine göre işleyeceği görülmektedir.
Dünya’da blokların: ABD, AB, İngiltere, Çin, Rusya, İslam Dünyası olarak yeniden teşekkül edeceği görülmektedir. Bunun yanında Hindistan, Brezilya gibi ülkeler tali güç merkezi de ortaya çıkabilir, ancak insanlığın kaderini etkileyecek büyük roller elde edecekleri beklenmemelidir.

İslam dünyasının parçalanmış olduğu ve birlikte hareket etmediği için 19. Yüzyılın başlarından beri güç merkezi olmaktan çıkartılmıştır.

Türkiye için; Türk Birliği, İslam Birliği, Ortadoğu Birliği gibi ittifak seçenekleri mevcuttur. Giderek Batı ile ittifak içinde devam etmek ihtiyacı azalmaktadır. Bu ihtiyaç, Batının Türkiye’ye karşı aldığı düşmanca kararlar neticesinde giderek zayıflamaktadır. F-35 hadisesi, S-400’lerin alınmasına karşı ABD’nin CATSA Yaptırımlarını yürürlüğe koyması, Türkiye ekonomisini yıkmakla tehdit etmesi, Ermeni Soykırımı’nı tanıma kararı, ittifak-müttefik ilişkilerini giderek zayıflatarak çökerteceği görülmektedir. Türkiye’nin ayrı bir yol takip edeceği ve çıkış yolu bulacağı tabiidir. Türkiye’nin birbirine zıt olmayan, birbirini tamamlayıcı birçok çıkış yolu mevcuttur. Yeni bir dünya kurulur Türkiye oradan yerini alır sözünün tecelli edeceği zaman gelmiştir. Burada yeni bir dünya kurulur, ifadesinde belirtilen “düzeni;” başkaları kurar, bizde oradaki yerimizi alırız mantığı ile değil, yeni bir dünya kuracağız, orada şerefli yerimizi alacağız fikri ile hareket etmek lazımdır.

Dünyada büyük güç olmanın yolunu ve stratejik dönüşümü sağlayan faktörler şu şekilde sıralanabilir; 1) Nüfus artışı-göç, nüfus yapısı, istihdam seviyesi, teşkilatlanma kabiliyeti, verimlilik, 2) Askeri güç-askeri endüstriyel kapasite, 3) Sanayinin kendi kendine yeterliliği-teknolojide öncülük-ARGE, 4) Gıda bakımından kendi kendine yeterlilik, tarım-hayvancılık, 5) Yeterli büyüklükte nüfus-ölçek büyüklükte arazi, 6) Manevi yapı –din-ideoloji, ahlak, eğitim seviyesi, 7) Yönetimin kalitesi, hedeflerde devamlılığı, liderlik, bilgi üretme, istihbarat ve haber alma kapasitesi, 8) Ekonomide, finansmanda yeterlilik ve otarşi

İleriki yazılarımızda bu faktörleri ayrı ayrı inceleyerek hedeflerin neler olması gerektiğini ortaya koyacağız. Büyük Türkiye, dünyaya lider Türkiye fikrine adanmış, sorumluluk sahibi nesiller yetiştirilirse, esas dönüşüm, esas kültür iktidarı bu olacaktır.

ABD’nin dünya liderliği sorgulanma sürecine girmiştir. Kurduğu düzen alternatif yapılarla çöküşe geçecektir. Kendileri söylüyorlar: Ankara ve Tahran gibi büyük oyuncuların- Amerika’dan hayır geleceğine dair ümidi yok. ‘Olursa olur’ noktasındalar.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Çin basınına yaptığı, “Dolara alternatif uluslararası para birimleri ile işlem yapmalıyız. Batı kontrollü uluslararası ödeme sistemlerinin kullanımından uzaklaşmalıyız.”, sözü giderek ciddi arayışları başlatmıştır.

SWİFT sistemine karşı ilk denemenin, “Kuşak-Yol, Orta Koridor” hattında uygulanma ihtimali artmaktadır, Rusya ve Türkiye buna yakındır…”, değerlendirmesini yapıyorlar.

Türkiye NATO içinde kalarak, bağımsız hareket etme kararırındadır, bu durum ABD’yi idare eden İsrail lobisini çok rahatsız etmektedir, Türkiye’yi kıpırdamaz hale getirmek için, Suriye’nin Kuzeyi, G. Kıbrıs, Malta, Dedeağaç, Bulgaristan, Gürcistan ve Romanya’da Amerikan üsleri açıyorlar. Bunun iki amacı var: Rusya’nın Akdeniz’e inmesinin önünü kesmek, Türkiye ve İran’ı bloke ederek, ayrı ayrı dağıtmak.

İsrail lobisi, Fransa üzerinden İran’da İslam Devrimini (1979 Humeyni) yaptırarak, İslam içi çatışmalarında kullanmak üzere mezhep bölünmesini derinleştirmiş, bu çatışmalara kaynak sağlamak için İran ideolojik olarak tahrik edilmiş, kontrolden kaçmasını önlemek için ekonomik olarak kuşatılmıştır. Böylece; İran, Irak-Suriye-Lübnan-Yemen-Afganistan iç savaşlarına dâhil edilerek İslam içi çatışma hızlandırılmıştır. İsrail lobisi, iç savaşlarda İran’ı ahmak oyun kuklacısı olarak patozlama kullanmaktadır. 1982 tarihinde İsrail’in benimsediği Oded Yinon Plânı’nın 21 sayfasını değil sadece ilk 3 sayfasını okuyan şuurlu bir Müslüman zat bu oyuna asla gelmez, İslam içi birleşmenin, hasmın oyununa gelmemenin yollarını arar. Bu nedenle, Türkiye’nin, İran’la bütünleşmenin, sınırları ortadan kaldırmanın yollarını araması, bu plânı iflas ettirmesi lazımdır. Anadolu Ajansı’nın bildirdiğine göre; 7-5-2021 tarihinde Hamaney, şöyle bir demeç verdi: "Siyonistler, Filistin’i ilk günden terörist üssüne çevirdiler. İsrail bir ülke değil, terör üssüdür. O yüzden ona karşı savaşmak herkesin görevidir." Evet, bu söz çok güzel, ancak uygulamada İslam içi çatışmanın tarafıysanız, onun ateşi ve barutuysanız, bu söz hiçbir mana ifade etmez. Mezhepçi yayılmayı ve çatışmayı benimserseniz, İsrail’e hizmet etmekten başka bir şey yapmazsınız!

                Fransa, EKOWAS ülkelerindeki sömürge düzeninin idamesi ve varlığının devam etmesi için var gücü ile çalışıyor, elinden çıkmaması için terör faaliyetlerini, BOKO Haram, Eş Şebab gibi terör yapılarını destekliyor, kabile çatışmalarını tahrik ediyor, halkı birbirine düşürerek zayıflatıyor Kuzey ve Batı Afrika’daki varlığını pekiştiriyor.  Nijerya Devlet Başkanı Buhari, çıkmış, terör faaliyetlerine karşı Fransa’dan yardım istiyor. Buhari’nin boğulmaktan kurtulmak için yılana sarılması şaşkınlığın/dalâletin ta kendisidir. Zanzibar’ın güneyinde, Madagaskar’ın kuzeyinde yer alan Mayyote Adası’nda Fransa’nın ne işi var?  200 seneden beri işgal altında tutuyor[4]. (4) Nijer, Nijerya, Gine, Gana, Senegal, Liberya, Benin, Fildişi Sahili, Siere Lone, Togo, Gambiya, Burkino Faso gibi Ekowas ülkeleri ve Tunus, Cezayir, Fas, Moritanya, Mali, Çad, gibi Orta ve Kuzey Afrika ülkeleri; Fransa tarafından iki asırdan beri sömürülüyorlar. Türkiye bu ülkelere askeri eğitim yardımı yaparak, kendi ürettiği silahlarla silahlandırarak, bu ülkelerin Fransız boyunduruğundan çıkmalarını başlatmalıdır. Makron’un Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndererek soytarılık yapmasına uzun vadeli, plânla, şuurla ve azimle karşılık verilmelidir. Türkiye, EKOWAS Ülkeleri’nin ticari ortağı olduğu zaman ihracat patlaması yaşayacaktır. Artacak Afrika nüfusu Türk sanayini büyütecektir.

Türkiye, Rusya’da İslam’ın yayılışını her türlü vasıta ile desteklemelidir. Türkiye, 18.-19. Yüzyılda olduğu gibi Ruslarla çatışma ve rekabet yerine, işbirliği, karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşama felsefesi üzerinden saha bölüşümü yapmalıdır. İstanbul Düşünce Enstitüsü, bu düşüncemizin nasıl olacağını/olması gerektiğini daha sonraki yazılarda yayınlayacaktır.

Nüfus artış-azalış istatistikleri ve tahminlerinde görüldüğü üzere, önümüzdeki dönemde Balkanlar boşalıyor. Oralarda Müslüman nüfusun artması için her türlü destek verilmeli, Arnavutluk, Kosova ve Bosna ile savunma işbirliği antlaşmaları imzalanarak, bu ülkelerin orduları Türkiye tarafından teşkilatlandırılmalı, askeri eğitim yardımları hızlandırılmalıdır.

Türkiye’nin büyük açılım yapabilmesi için öncelikle şu ülkelerle arasındaki sınırlar kaldırılmalıdır. Bunlar öncelikle; Suriye-Irak, Bulgaristan Gürcistan-Azerbaycan’dır.

Atatürk’ün Hatay’ın Anavatana katılmasından önce söylediği gibi “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz.” fikrinden hareketle, Türkiye’nin boğazlarını sıkan Ege Adaları ve Girit’in Anavatan’a katılması için çabaların yoğunlaştırılması gerektiğini değerlendiriyoruz.

Önümüzdeki yüzyılda demografik dönüşüm Türkiye’ye yeni ufuklar açacaktır, bundan istifade etmek için Türkiye’nin nüfusunun artırılması ve Balkanlara yeniden yerleştirilmesinin plânları şimdiden hazırlanmalı, siyaset üstü-partiler üstü bir mantıkla yürürlüğe konmalıdır.

Türkiye, Suriye-Irak- Ürdün-Somali-Sudan-Yemen-Cubuti-Kuveyt-Tunus-Cezayir-Libya-Nijerya-Mali gibi ülkelerde askeri üsler kurmalı, bu ülkelere askeri eğitim yardımı yapmalı, yönetici kadroyu korumalı, eğitim ve doktrin bakımından kendine benzemelerini sağlamalıdır.

İSTANBUL DÜŞÜNCE ENSTİTÜSÜ (İDE)

Türkiye’nin büyük güç merkezi olacağına inanmaktadır. Bu inancını milli kültürümüzün büyüklüğünden, Anadolu insanının büyük medeniyet kuruculuğundan almaktadır. Bu üstünlüğün kıyamete kadar sürdürmesi gerektiğini savunmaktadır. Yeni bir maneviyat gücü ile silkinip yeryüzüne şeytani bir düzen getirmeye çalışan, illuminati’leri, İsrail lobilerini, Mason localarını yerle yeksan edecektir[5]. (5)

Türkiye’nin müstakbel tercihi artık yerleşik kutuplar arasında olmayacaktır, Türkiye kendine has bir yol ve bağımsız politika takip edecektir. Dünyanın hiçbir meselesinden uzak kalmayacaktır. Uzak- yakın demeden dünyanın neresinde olursa olsun, bulunması gereken yerde bulunacaktır. Yumuşak ve sert güç unsurlarını cesaretle kullanacaktır.

İstanbul Düşünce Enstitüsü olarak yeni Anayasa yaparak Türkiye’nin çağlar üzerinden aşarak, insanlığa liderlik etmesi gerektiği fikrinden hareketle 2017 tarihinde TBMM Başkanlığına sunduk. Yeni bir sivil anayasa yapımının ele alındığı bu günlerde İDE’nin yaptığı anayasa taslağının arşivlerden indirilip değerlendirilmesi gerektiğini saygı ile arz ederiz.


 

 

 

 

 

 

 

[1] (1) Mars’ta uçan helikopteri NASA’da çalışan bir Filistinli genç yaptı.

 

[2] (2)Nüfus meselesiyle ilgili gelişmeler internet ortamında rahatlıkla izlenmektedir: Aşağıda anlatılan satırlar dünyanın gidişatıyla ilgili olup, Türkiye’nin büyük güç olmasına alan açmaktadır. https://www.worldometers.info/tr/

Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Programının (UNDP) Raporları:

Tarihi gelişmeye bakıldığında dünya nüfusu 2 bin yıl önce 300 milyon, 1600 yılında 600 milyon iken, 1804’te 1 milyara, 1927’de 2 milyara, 1961’de 3 milyara, 1971’de 4 milyara ulaştı. Nüfustaki hızlı artış 1987’de 5 milyarı bularak devam etti ve dünya nüfusu 1999’da 6 milyar, 2011’de ise 7 milyar oldu. Özellikle 1950’den sonra hızlanan artışın etkisiyle dünya nüfusu son dönemde yaklaşık 12 yılda bir 1 milyar artıyor.

Anadolu Ajansı’nın bildirdiğine göre: Dünya nüfusu, 2100 tarihinde 11,2 milyar olacaktır. BM tahminlerine göre, 7,8 milyarlık dünya nüfusu 2100 yılında 11,2 milyara çıkacak. Hindistan 5 yıl sonra dünyanın en kalabalık ülkesi haline gelecek, en fazla nüfus artışının Afrika'da olması bekleniyor. Afrika’da şu anda 1,2 milyar kişi yaşarken bu sayının gelecek 50 yıl içinde 3,1 milyara, 2100 yılına kadar ise 4,3 milyara kadar çıkacağı tahmin edildi. Asya ve Avrupa'da ise nüfus azalacak, Hindistan’ın nüfusu Çin'i geçecek. Çin nüfusunun 2100 yılında 1 milyara düşeceği, Hindistan’da nüfusun 1,6 milyarı geçeceği öngörülüyor. 2100 yılında dünya nüfusunun 9,9 milyarının gelişmekte olan ülkelerde, 1,2 milyarının ise gelişmiş ülkelerde yaşayacağı tahmin ediliyor. Avrupa’nın nüfusunun giderek azalacağı beklentisi bulunuyor. BM, dünya nüfus artışına tesiri olan sebebin doğurganlık oranlarındaki yükseliş değil, ortalama ömrün artması olacağına işaret etti. Dünyada ortalama ömrün artması ile 2100 yılına kadar 80 yaş üstü kişilerin oranı yüzde 1,7’den yüzde 8,4’e çıkacağı tahmin ediliyor.

Avrupa'da nüfus daralması yaşanacak; Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Macaristan, Japonya, Letonya, Litvanya, Moldova, Romanya, Sırbistan ve Ukrayna da dahil olmak üzere, 2050 yılına kadar bazı ülkelerin nüfusunun yüzde 15'ten fazla azalacağı tahmin ediliyor.

Türkiye için doğurganlık oranını 1,79 hesaplayan uzmanlar, bu sayının 80 yıl sonra 1,34’e gerileyeceğini tahmin ediyor. 

ABD’nin Seattle kentinde yer alan Washington Üniversitesi Sağlık Ölçüm ve Değerlendirme Enstitüsü (Institute for Health Metrics and Evaluation) tahminlerine göre: Anne-baba başına düşen çocuk sayısını açıklayan küresel doğurganlık oranının 1950’deki 4,7 seviyesinden, 2017’de 2,4 çocuğa düştüğünü belirtmiştir. Araştırmaya göre 2100 yılında bu sayı, 1,7 olacak. Türkiye, nüfus miktarında zirveyi 2068’de görecek, en fazla göç alan ülke olacak…  Nüfus artışının giderek yavaşlaması ve durup gerilemesi meselesi yeni problemlere yol açacaktır: Nüfus azalırsa vergileri kim ödeyecek? İşgücü nereden temin edilecek, talep artışı çökecek mi? Çalışan sınıfın azalmasına, küresel ekonominin bir tehditle karşı karşıya kalmasına sebep olacak, sürekli büyüme modern insanlık tarihinde ilk defa durmuş olacak. Bu durum hayat standartlarının gerilemesine, emekli maaşlarının ve sağlık masraflarının karşılanmasında zorluklar çıkarabilir. Hatta çalışan sayısını korumak için emeklilik şartları da zorlaşabilir. Sağlık Ölçüm ve Değerlendirme Enstitüsü Direktörü ve araştırmanın yöneticisi Christopher Murray, 23 ülkenin nüfusu yüzde 50’den fazla azalacak, Japonya, Portekiz, Güney Kore, Tayland, İtalya ve İspanya’nın da olduğu 23 ülkenin nüfusu yüzde 50’den fazla azalacak, 128 milyon kişiyle 2017’de zirve seviyesini gören Japonya’nın 2100’de 53 milyona düşmesi bekleniyor.  Aynı zaman aralığında İtalyan nüfusunun ise 61 milyondan 28 milyona gerileyeceği öngörülüyor. Bütün kıtalarda Afrika asıllı nüfusun artacağı, dolayısıyla “ırkçılıkla” mücadelenin önem kazanacağını değerlendirildi. 2100 tarihinde Nijerya, 791 milyon insanla dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olacak. 2017’de dünyada nüfusu 681 milyon olan beş yaş altı çocuk sayısı, 2100’de 401 milyona gerileyecek, 80 yaş üstü nüfus ise aynı sürede 141 milyondan 866 milyona çıkacaktır. 

 

 

 

 

 

.

 

 

 

 

 

[3] (3) Çin, Küresel Sermayenin Hegelci bir ürünüdür. Küresel sermaye/Yahudi sermayesi l. Dünya Savaşı’na kadar İngiltere’de üslenmişti, 1900 başlarından itibaren yumurtalara tek sepete koymamak politikasının bir sonucu olarak ABD’ye sermaye kaydırmaya başladı, İngiltere’den çekilmemek kaydıyla ABD’yi dünya lideri yaptı. 1970’lerden itibaren ABD’ye güvenmemek ve sermayeyi küreselleştirmek için kaynaklarını Çin’e kaydırmaya karar verdi. 1980’lere gelindiğinde Çin liderleriyle anlaşarak, Çin’i Dünya Ticaret Örgütü’ne aldılar. (DTÖ), yatırımları Çin’e kaydırdılar. Çin’i ABD’ye rakip bir güç olarak dünya sahnesine sürdüler.

 

[4] (4) Bu adalar (Zanzibar, Mayyote Adası, Seyşeller) 1870’li yıllara kadar, Osmanlıya bağlı Umman Sultanlığı topraklarıydı.

[5] (5) Tapınak Şovalyeleri, Gül-Haç Kardeşliği, Bnai Brith, Trilateral Komisyon, Bilderberg Council on Foreign Relations-CFR Kuru Kafalar ve Kemikler-SBS Bohemian Grove, IMF, Evangelistler, Opus Dei Gladio

Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.

Diğer Yazıları

SEÇİM SONUÇLARI ANALİZİ
SERGEY VİKTOROVİÇ LAVROV’UN ANKARA ZİYARETİ ORTAK BASIN TOPLANTISI
İSRAİL’İN 2023 GAZZE SALDIRISI
FİNLANDİYA’NIN NATO’YA GİRİŞİ
DEPREMLER SENTETİK OLARAK YAPILABİLİR Mİ? HAARP TEKNOLOJİLERİ DOĞRU MU? MARAŞ DEPREMİNDE BÖYLE BİR ŞÜPHE VAR MI? -1-
DEPREMLER SENTETİK OLARAK YAPILABİLİR Mİ? HAARP TEKNOLOJİLERİ DOĞRU MU? MARAŞ DEPREMİNDE BÖYLE BİR ŞÜPHE VAR MI?
DEPREM NOTLARI
BEYDABADAN BİR HİKÂYE:
DEPREM TESPİTLERİ
BÜYÜK YALAN!.. ÇÖKTÜ!..
Kamu Diplomasisi ve Yumuşak Güç Hakkında
Bu Kirli Savaşın Arkasında Kimler Var?
Rus Milli Güvenlik Doktrinindeki Gelişme Ve Rusya’nın Yeniden İmparatorluk Kurma Hevesi
RUSYA FEDERASYONU MÜSLÜMANLARINA BİLDİRİ
RUS YAYILMACILIĞI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI
PUTİN’İN NÜKLEER FİYASKOSU YA DA BLÖFÜ
RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİ MESELESİNE GİRİŞ (İngilizce Tercümeli)
İHRACATTAKİ ARTIŞ
MODERNİZMİN ÇÖKÜŞÜ
GELENEKSEL TIP VE PİLPUT MUCİZESİ -II-
GELENEKSEL TIP VE PİLPUT MUCİZESİ -I-
BÜYÜK FRANSIZ İHTİLÂLI - YAKOBİZM-JAKOBENLER
İngiliz İstihbaratının Büyüme Modelleri - İngiliz İstihbaratçıları Hakkında Son Notlar-Vll-
İngiliz İstihbaratının Büyüme Modelleri - İstihbaratlar Savaşı Hakkında İngilizce Notlar -Vl-
İngiliz İstihbaratının Büyüme Modelleri - Büyük Arabistan Projesi -V-
İngiliz İstihbaratının Büyüme Projeleri & Arnavutluk
Batının Tasarladığı Büyüme Projeleri Ve İttihat Terakki Örneği
Batının Kurgusu Ve Zihniyet Yapısı İstihbaratı Nasıl Etkiliyor?
İstihbaratın Anlamı ve Batı Düşüncesi
Yapay Zekâ Meselesi
Cinayet Şebekesi İsrail, Filistin'de Gazze'de Ne Yapıyor?
Ermeni Soykırım Meselesi
Montrö Boğazlar Sözleşmesi Üzerinden Siyaseti Yönlendirme-Yanıltma
Irak ve Suriye’de Sınır Düzeltmesi Nasıl Olmalıdır?
Irak-Suriye Hudut Sorunu
Gara Operasyonu Türkiye’nin Güney Hudutları Meselesi
Irak ve Suriye Hudutları Meselesine Giriş
Gazetecilik Sorunları, Basın Kartı, İnternet Medyası vs.
Covid-19 Dönemi ve Sonrasında İstihbarat
Doğu Türkistan Meselesi
Dağlık Karabağ'da Kapsamlı Bir Antlaşma Nasıl Olacaktır? Nasıl Olmalıdır?
Dağlık Karabağ Barışı
ABD Seçimlerini Eşekler mi? Yoksa!.. Filler mi Kazanır?
Azerbaycan Ermenistan Savaşı
Türk Yunan Savaşını Kim Çıkaracak? Nasıl Sonuçlanacak?
Yunanistan ve Adalar Meselesi Yahut; "Aslanı Kediye Boğdurmak"
Beyrut Limanı'na Yapılan Sabotaj “İsrail Ve Hizbullah Bu İşin Neresinde?”- “Lübnan’ın Geleceği”
Beyrut Limanına Yapılan Sabotaj -III-
Beyrut Limanına Yapılan Sabotaj -II-
BEYRUT LİMANI’NA YAPILAN SABOTAJ İSRAİL VE MOSSAD İŞİ Mİ?
Kazakiztan'ın Bağımsızlığı ve Yükselişi
ABD’NİN BÖLÜNME İŞİNİ KİM YAPACAK? -I-
ABD Nasıl Bölünecek? Kaç Parçaya Bölünecek, Bu İşi Kim Yapacak?
ABD Nasıl Bölünecek?
ABD Bölünme Tehdidi Altında -IV-
ABD Bölünme Tehdidi Altında -V-
ABD Bölünme Tehdidi Altında -III-
ABD Devlet Felsefesinin Çürümüşlüğü ve Devlet İçi Çatışmanın Derinleşmesi Meselesi -II-
ABD Olayları - Halka Yönelik Polis Zulmü -I-
BNC Medya Haber Yazarı SUAT GÜN Kimdir ?