Doğumları ve ölümleri aynı anda içinde barındıran dünya, nefes aldığımız günden beri bizleri yıllandırırken, kendisi hep yeniliklerle merhaba der varlığa. Bizler de bu yeniliklerin ihtişamıyla bakarken yaşama, hiç gitmiyor gibi hissederiz kendimizi, bir saniyemizi bile durduramıyor olsak da. Dünyanın mecnunu iken, gözlerimiz ufka bakmakta çok zorlanmakta. İnsan, güneşe ne kadar odaklanırsa başka şeyleri görmekte bir o kadar zorlanır ya, dünya da bize sunduklarıyla aynen öyle gözlerimizi kamaştırmakta.
Günler yenilendikçe, biz yenilmekteyiz, günlerin takvim yaprakları gibi birer birer elimizden düşmesine. Adına doğum günü, yıl dönümü gibi anlamlar yüklediğimiz ne kadar açık mesaj varsa, o kadar kapalı bir idrak ile eğlenerek kutluyoruz, hiç gitmeyecek gibi günler, adeta. Oysa günler, süratle birbirini kovalıyor. Dünya, bizi de hiç fark etmeden, yavaş yavaş uğurluyor. Durum böyle iken insanlık neyi kutluyor?
Halden keyif almak, yaşanan her ne var ise kabulde olmak, içsel bir huzura sahip olmak, inancın göstergesidir. Ancak hali geride bırakırken, gaflet içinde sarhoş olmak, kendini oyalamaktan başka bir şey değildir. Öyle birini düşünün ki kayıplar vermiş acılar içinde, bırakın beni uyumak istiyorum diyor, uyanınca düzelmeyeceğini bilse de. Uyku anlık bir tesellidir uyuyan göze, uyanınca gerçekler dile gelir, en acımasız hali ile. Ondan mıdır tasavvuf ehli “uyan ey gözlerim gafletten uyan, uyan uykusu çok gözlerim uyan” der. Uyanalım ki bilelim bize kalanla, bizden giden nasıl seyreder.
Kalanı bilmeyen, gideni de bilmez. Cehalet karanlıktır, görmek istemeyen hiç kimseye gerçekleri göstermez. İnsan, aldanıştadır. Cehalet karanlığında elden gideni, kazanmışçasına alkışlamaktadır. Gafleti farkındalığa çevirecek yegâne eylem ise şüphesiz ki uyanıştır. Sabaha uyanır gibi hakikate uyanmak. Gözlerini açıp yataktan kalkar gibi gözlerini istikbale aralamak, gölgelere takılmadan asıllara kucak açmak.
Hal böyle olunca yeni bir yıla girerken de düşünmemiz gerekenler farklı olmalı, düşünme yetisini kullanmayanlarla. Duygu ve dürtülerin savurduğu rüzgârla uçuşanlar değil; akıl, mantık ve kalp şuuruyla ayağını sabitleyenler, ebedi olanı, kaybolup gidecek olana tercih ederler. Ondan geriye saymakla, on saniye öncesi ve sonrası farkın hiçbir şeyi değiştirmediğini gördüğünde, gözündeki o karanlık perde aralanacak belki de.
İnsan acizliğine bakmayı bırakıp da rakamları suçlar, nasıl bir gafletse? Rakamların ne suçu var yahu, bırak onlara da kin gütme. Zaten bu çirkinlikler değil mi insanı, insanlığından eden bu devirde. Doğanın doğallığını yok eden de, fıtratı bozmak için savaş veren de, başta kendi cinsi olmak üzere tüm yaratılmışlara zarar veren de adına insan denilen insafsız, değil de ne? Öyle ya bazılarına göre tüm suç 2020 denilen tarihte. Gitsin de nasıl giderse gitsin diyeni mi ararsınız, yoksa 2020 yılına lanet okuyanları mı? 2020, geçtiğimiz zaman tünellerinden sadece bir 365 günlük yol idi. Sorun belki de geçtiğimiz yolu, kendimizin bilmekti. Biz öylesine sahiplendik ki, yol da biziz yolcu da kime ne, dercesine meydan okuduk her şeye. Ve sonunda bize ait olmayan şeylerle yüzleşmek, çok zor geldi hepimize.
|
||
|