ABD’de 3 Kasım'da yapılan Başkanlık seçimlerinde muhafazakar kesimin çoğunlukta olduğu Cumhuriyetçilerin adayı Trump ve liberal demokratların adayı Biden ile çekişmeli geçen seçim süreci sonrası 306 delegeyle Biden resmi olmayan sonuçlara göre galibiyet kazandı. Trump seçim sonuçlarına itiraz etti ve seçim sonuçlarını protesto etmek ve Başkan Trump'a destek vermek için Washington'da yüz binlerce kişinin katıldığı belirtilen gösteriler sonrasında sokaklar karıştı. ABD Başkanı Donald Trump'ın yüz binlerce destekçisi, ABD seçimlerinde seçmen sahtekarlığı iddialarını protesto için Washington DC'de sokaklara döküldü. Dövizler ve bayraklar taşıyan göstericiler sloganlar atarak oyların yeniden sayılmasını istedi. Bu noktaya nasıl gelindiğini analiz edebilmek için önce ABD seçim sistemini açıklamak gerekir.
1792 yılından beri Kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen Salı gününde yapılan ABD başkanlık seçimlerinde seçmenler aslında doğrudan doğruya başkan ve başkan yardımcısını seçmezler. Her eyaletten seçmenler, eyaletlerini “seçiciler kurulu” adı verilen bir kurultayda temsil edecek üyeleri seçerler. 'Electoral Collage' denilen seçiciler kurulu, Senato ve Temsilciler Meclisinin toplam üye sayısı olan 538 delegeden oluşuyor. Delegele sayısı 270'e ulaşan başkan adayı seçimin de galibi oluyor. Seçimlerden sonra bu seçiciler kurulu toplanarak başkan ve başkan yardımcısı seçimini gerçekleştirir. Bir anlamda Amerikalı seçmen, sandığa gittiğinde doğrudan yeni başkanı ve yardımcısını değil, bu ikiliyi seçecek olan seçiciler kurulu delegelerine oy veriyor. Dolayısıyla seçimin sonucunda, bir başkan adayının aldığı oy sayısı değil, kazandığı delege sayısı belirleyici oluyor. 2016 seçimlerinde Hillary Clinton, Trump'tan yaklaşık 3 milyon daha fazla oy almasına rağmen 304 delegeyle Trump, seçimi kazanmıştı. Her eyaletin seçiciler kurulundaki üye sayısı o eyaletin Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin toplamına eşittir. Buna göre her eyalette delege sayısı farklıdır. Delegelerin dağılımı eyaletlerin nüfusuna oranla belirleniyor. California eyaleti 40 milyon nüfusuyla 55 delegeyle temsil edilirken nüfusu 1 milyon veya altındaki eyaletler ise 3 delege ile temsil ediliyor. En fazla delegeye sahip ilk 3 eyalet sırasıyla Kaliforniya, Teksas ve New York iken, 3'er delege ile en az temsilcinin seçildiği eyaletler ise Alaska, Delaware, Montana, Kuzey Dakota, Güney Dakota, Vermont ve Wyoming. Seçimlerde en fazla seçim sonuçlarını değiştiren Ohio, Iowa, İndiana, Michigan gibi eyaletler 'Swing' 'salıncak eyalet' arasında yer alır. Adaylar da kampanyaları boyunca, kazanacaklarına kesin gözüyle baktıkları bölgeler yerine bu eyaletlerdeki seçmenin desteğini kazanmaya yoğunlaşıyor. Başkanlık seçiminin sonuçları seçimden sonraki Ocak ayında tarafından onaylanır. Seçimlerin sonucu konusunda bir anlaşmazlık çıkması halinde bu anlaşmazlığı ABD Kongresi çözümler. Seçimi kazanan başkan ve başkan yardımcısı seçimden sonraki ilk 20 Ocak günü öğle saatinde görevi devralır. Seçimlerde ayrıca Senato'nun üçte biri ile Temsilciler Meclisi üyelerinin tamamı da belirlenecek. Senato'ya seçilen üyelerin görev süresi 6 yıl sürüyor. Her iki yılda bir üyelerin 3'te biri yenileniyor. Temsilciler Meclisi içinse seçimler 2 yılda bir düzenleniyor. Başkanlık seçimlerinden iki yıl sonra yapılan Temsilciler Meclisi seçimleri, o dönem görevde olan hükümet için de bir sınav niteliğini taşıyor. Şimdiki durumda Cumhuriyetçiler çoğunluktayken bu yıl demokratlara geçecek.
ABD seçimlerinin ilk defa bu kadar uluslararası sistemin gözleminde olma nedenleri arasında Trump’ın ABD’de bugüne kadar gelen devlet başkanları arasında sıra dışı olması, Dünya Sağlık Örgütü, AB, NATO gibi uluslararası örgütler karşıtı, Çin karşıtı, İslamofobik söylemleri, ırkçı ve Müslüman karşıtı faaliyetleri, ABD’nin yalnızca beyaz Amerikalılardan oluştuğu, ülke yönetiminin ticari bir şirket yönetilir gibi yönetilmesi gerektiği şeklindeki ifadeleri gelebilir. Özellikle son dönemde gelişen Afro-Amerikalılara karşı ırkçı hareketler sonucu ülke geneline yayılan olaylar, yağmalar ve Trump’a karşı gelişen nefret söylemleri seçimlerde Biden’ın delege sayısını arttırmasında etkili oldu denebilir. Trump’ın seçim sonuçlarına itiraz edeceği ve olayları halkın protestolarına götüreceği de seçimin başında belliydi.
Demokrat Partinin adayı hukukçu Biden, altı defa Senato'ya seçilmiş, Obama Dönemi Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunan eski tecrübeli bir siyasetçi. ABD-Rusya Yeni Başlangıç antlaşmasını kabul etme çabasında önemli bir isim olan Biden Libya’ya yapılan askeri müdahaleyi desteklemişti. 2011'de Irak'taki Amerikan birliklerinin geri çekilmesiyle yeni Irak politikasının hazırlanması için çaba gösterdi. Biden Orta Doğu politikasında ABD lehine son derece etkili politikaları ile iş adamı geçmişi olan Trump’a göre diplomasiyi ve savaş sanatını fazlasıyla iyi bilen bir demokrat. Liberal demokrasi söylemleriyle özellikle California gibi ABD Ermeni ve Yahudi lobilerinin etkili olduğu eyaletlerde seçmen kitlesi geniş bir aday. San Francisco'nun ilk kadın bölge savcısı olan Senator, Başsavcı ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris ilk siyah ve Asya kökenli kadın olarak Biden’ın seçim kampanyasında öne çıkan bir isim olarak dikkat çekmekte. Özellikle Ermeni soykırımı iddialarıyla Türkiye karşıtlığıyla tanınmakta olan Harris’i, Biden’ın yardımcısı olarak seçmesi ise Türkiye politikasının temel çerçevesini göstermesi ve özelikle sonraki dönemde başkanlığa hazırlamasının da nedenleri arasında gelebilir.
ABD’nin zaman zaman Obama gibi demokratlar zaman Bush gibi cumhuriyetçilerin başa gelmesi ABD’nin iç politikasını değiştirse de dış politikasını değiştirmez. İster soft power (yumuşak güç) ister hard power (sert güç) sistem değişmez. Bu durumda ister Trump ister Biden gelsin ABD’nin Orta Doğu planları ve stratejileri değişmez, gerek Suriye, gerek Libya, gerek İsrail, gerekse Kıbrıs- Doğu Akdeniz hedefleri aynıdır.
Türkiye ile Batı dünyası arasındaki ilişkiler halen gergin. Ege, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak, Libya ve en son olarak da Azerbaycan-Ermenistan meselesi gibi çeşitli konularda Türkiye yalnız bırakılmış durumda. ABD’de son dönemde Türkiye ile olan ilişkilerde S400, CAATSA Yasası (diye bilinen mevzuat, Rusya’dan askeri malzeme alan ülkelere ABD Başkanı’nın kararıyla yaptırım uygulanmasını öngörüyor), Halk Bankası, YPG, PYD, PKK, ekonomik yaptırım tehditi, Ermeni soykırım iddiaları gibi daha pasif bir politika güdülürken, kim çıkarsa çıksın işler rayına oturduktan sonra, Türkiye'yi baskı altına alacakları muhakkak
Biden Türkiye’ye özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eleştirel bakan iki defa özür dileyen ama sonuçta Türkiye karşıtlığı görüşlerini değiştirmeyen bir siyasetçi olarak Obama dönemi faaliyetlerin tamamlayıcısı olarak devam eder.
Biden, Ermeni soykırımı iddialarına siyasi hayatının başından beri destek veren, sahip çıkan bir siyasetçi ve bu yüzden Kamala Harris’i başkan yardımcısı olarak seçti.
Seçildiği eyalette Ermeni-Rum-Yahudi azınlığın olması dolayısıyla Türk-Yunan meselesinde özellikle Kıbrıs konusunda Yunan tezlerine sahip çıkmıştır. Doğu Akdeniz konusunda da Türkiye karşıtı söylemlerde bulunmuştur.
Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Ermeni yanlısı tutum sergileyerek Türkiye’nin Azerbaycan’ın yanında olmasını eleştirmiştir.
ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesinin Suriyeli Kürtlere ihanet olarak nitelendiren Biden özellikle bölgedeki terör örgütlerine desteğini sürdürücü bir tavır sergileyecektir.
Bütün bu açılardan Biden’ın iktidara gelmesinin Türkiye açısından olumlu sonuçları olmamakla beraber Trump’ın aksine NATO destekleyici tutumuyla Türkiye’ye açıkça karşı bir harekat yapılmasına da eleştirel bakmasına neden olacaktır. Türkiye NATO üyesidir ve ABD bunu göz önüne alacaktır. Ancak Türkiye’yi eksen karşıtı bir dış politika konumunda zorlayıcı diplomasi de uygulanabilir. Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik önemini kavrayan tecrübeli bir siyasetçi olarak Biden iktidara geldiğinde tüm karşıt düşüncelerine rağmen ABD’nin hem Türkiye ve hem bölgesel çıkarları gereği Türkiye’nin bölgede etkinliğini de göz önüne alarak, Başkan Erdoğan ile uzlaşma ve çalışma zemini arayacaktır.
Biden’ın iktidara gelmesi uluslararası meselenin geleceği açısından da belirleyici olacaktır. Uluslararası politika, küresel strateji ve uluslararası örgütler açısından daha dengeli, daha istikrarlı, görece kurallı ve Trump'a göre daha yapıcı görünen ABD çıkar odaklı fonksiyonel liberal demokrasi, açık diplomasi uygulayacağı kanaatindeyim. ABD’nin İran’la nükleer anlaşmaya yeniden dönmesi gibi birtakım uygulamalarla, Çin ile işbirliği bu dönemde görülebilir.
Trump döneminde ABD’nin içine kapanma eğiliminin daha güçlü hissedildiği, özgürlüklerin kısıtlandığı, Avrupa’ya ve NATO’ya yönelik taahhütlerinin zayıfladığı bu sebeple Transatlantik işbirliğinin kurumsal olarak gerilediği, temelinde uluslararası sistemdeki çözülmenin hızlandığı bir dünya olmuştur. Trump döneminde Kudüs’ün başkent yapılması, İran’a yaptırım uygulanması, 15 Temmuz 2016 Fetö darbe girişimi sonrası Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iadesinin gerçekleşmemesi, 2018 yılında rahip Brunson’ın serbest bırakılması isteği, bu anlaşmazlıkta ABD yönetiminin Türk ekonomisine zarar vermesi Türkiye’yi ekonomik olarak baskılaması, Trump yönetiminin Suriye'de PKK-PYD ve YPG'ye verdiği destek, Pompeo'nun Doğu Akdeniz konusunda Kıbrıs Rum kesiminin yanında yer alması gibi gelişmeler yaşandı. Bunun yanı sıra Türkiye’ye S-400’ler nedeniyle yaptırım kararları ve tehditkar tutum, 2019’da Erdoğan’a diplomasi dilinden uzak yazılan nezaketsiz mektup, önceden parası ödenen F35 ve Patriotların verilmemesi gibi son derece aleyhte uygulamaların olduğu bir dönemdi. Fırat’ın doğusunda PKK/YPG’nin kontrolünde bir özerk Kürt yönetim yapılanması Trump döneminde iyice kurumsallaşmıştır. ABD’nin Fırat’ın doğusundaki politikasını PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG üzerine inşa etmiş olması, Demokrat Başkan Barack Obama’nın döneminde başlamış olsa da, Trump döneminde aynen devam edip ivme kazanmış bir resmi stratejidir. Trump Fırat’ın doğusunda petrol kuyularının kontrolünü de YPG’ye vermiştir. Bölgedeki petrolün çıkarılıp satılması için ABD şirketleri devreye sokulmuştur. Fırat’ın doğusundaki bu politika Biden döneminde de sürdürülecektir. Trump döneminde ABD Doğu Akdeniz’in doğalgaz kaynaklarının paylaşımına ilişkin Türkiye’yi dışlayan bütün örgütlenmelere dahil olduğunu, ABD’nin Türkiye ile Yunanistan karşısındaki geleneksel denge politikasından Yunanistan lehine feragât ettiğini de unutmamamız gerekir. Ancak Trump’ın Türkiye destekleyici birtakım faaliyetlerini de belirtmemiz gerekir. Örneğin Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda Suriye topraklarından içeri girmesine ABD açısından mutabakatını bildirmesi ‘Barış Pınarı’ harekâtının önünü açması, S-400 yaptırımlarının ötelenmesi Trump, yasaya rağmen bu yaptırımları devreye sokmaması. ‘Barış Pınarı Harekatı’ nedeniyle hazırlanan bir yaptırım tasarısının da Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato’da ötelenmesi gibi konuları emsal gösterebiliriz.
Özetle ABD ile Türkiye arasında gerek ikili ve gerekse bölgesel konularda ekonomik, siyasi vb. pek çok konu Türkiye'nin istediği biçimde sonuçlandırılamadı. Bazı olumlu adımlar atıldı. Ancak geneline bakıldığında son derece tehditkar tutum sürdürüldü. Hatta Trump'ın, “Türkiye’yi ekonomik olarak yaptırımlarla mahvederim” şeklinde bir açıklaması da henüz gündemden düşmeyen bir konudur. Bütün bu konular bilinirken ABD Türkiye ilişkilerinde ister Trump ister Biden olsun ikili ilişkilerde ABD risk potansiyeli yüksek bir döneme girileceğini söyleyebiliriz. Yalnızca iki aday arasındaki fark Trump’ın alışılagelmiş ABD başkanlarından farklı diplomasi karşıtı söylemleri ve ne yapılacağını bilmeyen her gün farklı bir açıklama yapma özelliği Biden ile birlikte geleneksel ABD diplomasi ve dış politika çizgisine ulaşır. Ancak kim gelirse gelsin sonuç değişmez. ABD çıkarları önceliklidir. Kim kazanırsa kazansın Türkiye Amerika ilişkilerini birçok sorunların girift olduğu son derece zor ve karmaşık bir dönem bekliyor. Ancak Türkiye’nin ABD ile yaşanan tüm bu olumsuzluklara rağmen bölgede önemli aktör olmanın verdiği cesaret ve haklı mücadele ile sürdürdüğü rasyonel tavır, Avrasya bölgesinde Rusya gibi diğer aktörlerle geliştireceği siyasi, askeri, ekonomik temelli ilişkiler, geliştirdiği yerli ve milli stratejiler Türkiye’nin dış politikadaki etkinliğini arttıracaktır. Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya, Suriye örneğinde olduğu gibi geri adım atmayan etkin siyasetini belirleyici hale getirecektir. Türkiye’nin Batı dünyasında yalnızlaştırılması bir avantaja dönüşecek aynı Kıbrıs Harekatı döneminde olduğu gibi alternatif başarılı politikalar üretmesini sağlayacaktır.
|
||
|