Coşkun bir şelalenin önünde ayakta durmak ne kadar güçse, öylesine taşkın bir şelale var ki içimde, adeta kelimeler devrilmekte.
Düşüncem mi daha hızlı, kelimelerim mi bilmediğim için, yüreğim sendelemekte.
Dur desem durmayan, konuş desem konuşamayan, bir “ben” var içimde.
Nereye meyletsem bitmeyen bir enerjinin, büyülü ikliminde savruluyorum, kalbim deli divane.
Düşen kelimelerim ayağa kalkar mı bilmesem de, bir ümitle yazmak istiyorum sadece.
Tutsanıza elimden firari kelimeler, beni de götürün gideceğiniz yere.
Siz düşerseniz ben nasıl giderim, bilmediğim menzile? Zira ben, en şaşkın bir demde, bıraktım kendimi, ellerinize.
Denizin üstünde en ağır yükler, nasıl hafifse, ben de öylesine sonsuz bir güvenle yüzmek istiyorum, bu coşkun şelalenin seyrinde.
Bir kuş tüyüne binen ruhum, yol alıyor kimsesiz bir menzilin özlemi ile.
Ve ruhuma dokunan sesler, cevabı olmayan bir bilmece gibi zihnimi delmekteler.
Cismim, suyun üstünde seyahat ederken, hücrelerim sanki susuzluktan ölmekteler.
Keşke, suya temas eden cismime söz geçse de, bir yudum da hücrelerim nasiplenseler.
Söylesenize bu sessizlikte, ruhumu delen sesler de neyin nesiler? Bu defa kulağımdan değil, kalbimden girmekteler.
Sakin bir yol gibi akan sularda giden ruhum, bindiğin tüyün hafifliğinden mi hız alıyorsun?
Ah hasretini bana kilitleyen menzil, neden ben hızlandıkça benden kaçıyorsun?
Sahi menzil neydi, neresiydi? Bu denli özledikçe vuslat kokuyor. Bu vuslatın ihtişamı ile karşıma yepyeni bir BEN çıkıyor…
Menzil vuslatın ta kendisi, vuslata varmaksa yolun bitişi!
|
||
|