BEYRUT LİMANI’NA YAPILAN SABOTAJ-ll
“İsrail Ve Hizbullah Bu İşin Neresinde?”- “Lübnan’ın Geleceği”
Bu yazıdan sonra yayınlayacağımız Lübnan’da sorular, sorunlar isimli makalede bu patlamanın yanlış karar, tedbirsizlik ve ihmalden meydana gelmediğini düpedüz sabotaj olduğunu patlayıcı teknolojisi üzerinden izah etmeye çalışacağız.
İsrail yaptığı işi üslenebilir mi? Neden üslenemez? İsrail ile ciddi bir dostluk kurulabilir, iş birliği yapılabilir mi? Beyrut patlaması Türkiye İsrail ilişkilerini nasıl etkiler? İsrail ile iş yapılabilir mi?
Bunları da değerlendireceğiz
Büyük İsrail projesinin gerçekleşmesi için İslam içi çatışmanın şiddetlenmesi, Müslümanların birbirini boğazlaması gerekiyor. Bunun için Langley (CİA Merkezi), NSA, Jinsa ve Telaviv’de yapılan planlarda öncelikle Müslümanların birbiriyle çatışacak gruplara ayrılması, bunların ideolojik olarak radikal hale getirilmesi gerektiği tespit edildi. İslam içi çatışmanın üç temel elemanı vardır. Şiilik, Sünnilik, Selefilik…
İslam’da cihat kavramının içinin boşaltılması, radikal (uzlaşmasız-sürekli ihtilaf eden-mutabakat kurulamayacak kadar anlayışsız ) çatışma kavramının sürekli hale getirilmesi, kin ve intikam duygularının tahrik edilmesi, İslam’ın Harici yorumunun bütün çatışan gruplarca benimsenmesi üzerinde ilmi, sosyolojik, ideolojik, istihbarı çalışmalar yapıldı. Müslümanlar nasıl birbirine düşürülecek, nasıl kazananı olmayan bir savaşa tutuşturulacak bu konular hassas bir şekilde ayrıntılı olarak hazırlandı. CİA ve Mossad’ın öncülüğünde; Boko Haram, El Şebbab, İşid-Deaş, Hizbullah, El Kaide vs gibi örgütler kuruldu ve sahaya sürüldü. Bu işlerin başlangıcı bizzat kendilerinin müttefiki olan İran’ın rejimini değiştiren devrim yapılarak, radikal Şiilik ekseninde taraf olmasını temin edecek Humeyni inkılâbı olmuştur. Böylece çatışacak taraflardan biri devlet seviyesinde teşkil edilmiştir. Öteki devletin Türkiye olmasını çok arzu etmişlerdir, İran ile savaştırmayı gönülden istemişlerdir ancak bu mümkün olmamıştır. Onun yerine BAE, S. Arabistan gibi işgal ettikleri devletleri kullanmaya mecbur kalmışlardır. İslam içi çatışma hikâyesinin temeli budur.
Lübnan iç savaşı, Marunî (Hıristiyan), Şii Emel-Hizbullah, Sünni ve Filistinli Mülteciler şeklindeki tarafları teşkil edilmiş “maç” daha doğrusu iç savaş başlatılmıştır. O tarihlerde 2-2,5 milyon olan Lübnan nüfusunun 200 bini öldürülmüştür, yani her 10 kişiden biri hunharca öldürülmüştür… Çocuğunuzu ekmek almak için sokağa gönderiyorsunuz, nerede kaldı diye aramaya çıkıyorsunuz çocuğun cesedini görür görmez, sizi de vuruyorlar, arkanızdan sizi aramaya gelen oğlunuzu kızınızı da vuruyorlar böyle acımasız böyle bir kahpe savaş…
Bunun tahrikçisi, fitne fesat merkezi kim? İsrail…
4 Ağustos'ta patlayıcı maddelerin bulunduğu 12 numaralı depoda önce yangın çıkmış ardından tüm Beyrut'u sarsan çok güçlü patlama meydana gelmiş (miş) bunların hepsi hikâye… Amonyum nitrat bir azot gübresidir, tarım ürünleri satan dükkânlarda, bakkallarda çuvallar içinde satılır, kolay kolay patlamaz, çabuk yanmaz, ıslandımı hiç yanmaz, çünkü o bir gübredir.
Kuvvetli patlayıcıların pek çoğu; kapalı bir sistemde olmadıkları veya bir şok tesirine maruz kalmazlarsa tutuşturuldukları zaman, patlamazlar sadece yanarlar.
Beyrut'taki Patlama Tarihteki En Büyük Nükleer Olmayan Patlamalardan Biri:
3,5 büyüklüğünde deprem etkisi yapan patlama çevreye ağır hasar verdi. Patlama 2 kilometrelik alanda ağır hasara yol açarken başta liman olmak üzere çevre bölgelerde de büyük yıkıma neden oldu.
Peki, bu gübre, bu madde hakikaten kazaen, ihmalen, tedbirsizlik sonucu yansa idi böyle bir hasar meydana getirebilir miydi? Asla getirmezdi, getiremezdi!
Amonyum Nitrat daha doğrusu gübre ile ilgili olarak teknik uzmanlar şunu söylüyor: Amonyum nitrat, farklı maddelerle güçlendirilerek hazırlanırsa nükleer bombalardan dahi daha güçlü patlamalara sebebiyet verebilir.
Peki, bu patlama nasıl olmuştur? Patlama sonucu mantar oluşumu, önce gübrenin patlama (tutuşma) ısısına gelmesi için havai fişeklerin patlatılması, havadan bir füze ile vurulması (bazı videolarda bu görüntü var) deniz altından ne yaptıklarını bilmiyoruz, böyle bir olayın kaza olmasına imkân ihtimal verir mi?
Bu işin arkasında İsrail olduğunun anlaşılmasından sonra Lübnan’da İsrail’e karşı husumet yükseldi, İsrail Savunma Bakanı çıktı dedi ki Lübnan ile savaşa hazırız(!)
Şimdi bu olaydan sonra medyada çıkan haberlere bakın!
İran Dini Lideri Ali Hamaney bile İsrail'i suçlamadı.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 16 Şubat 2016’da “İsrail’i Hayfa Limanı’ndaki amonyum hangarlarıyla tehdit ettiği konuşma ortaya çıktı”.
Hariri babasının mezarı başında, "Dün Beyrut'u öldürdüler”. Dedi.
Kim öldürdü? Fesadın kaynağı kim? Bu patlama sonrası yüreği yananlar kim, zil takıp göbek atanlar kim?
İsrailli Gazeteci Eli Levi de radyodan yaptığı açıklamada, “Beyrut’ta yaşananları izleyenler burada, bunların Hayfa’da da olabileceğini anlar.” dedi.
İsrail Çevre Koruma Bakanı Gila Gamliel, yaptığı açıklamada, “Bizim Hayfa limanındaki tehlikeli kimyasal maddeleri kaldırmamız lazım.” dedi.
Jerusalem Post'a göre, 2017 yılı itibarıyla Hayfa limanında 12 bin ton amonyak bulunuyor.
Bunları söylemelerinin manası ne? Olay yeri incelemeleri ve teknik raporların hazırlanmasından sonra esas suçlu şeksiz şüphesiz ortaya çıkacak, onlar karşılık vermeden tedbir alalım:
Patlamada hasar gören Orient Queen yolcu gemisi battı. Geminin sahibi iş adamı Meri Ebu Meri, yaptığı yazılı açıklamada, "Beyrut Limanı'nda demirli Orient Queen gemisi maalesef dün Beyrut'taki patlamada büyük hasar görmüş ve kurtarma çabalarının sonuçsuz kalması sonucu batmıştır."
Bu patlamanın denizden ve deniz altından da tahrik edildiğini göstermektedir.
Patlama nedeniyle hükümet binası ve Muhammed el-Emin Camisi'nde büyük hasar oluştu.
Netenyahu 2018 de aynı yeri göstererek orada Hizbullah’ın füze ürettiğini ve vuracaklarını söylemişti, şimdi "kaza" denilerek yok edildi.
Neticede Hizbullah patlayıcı madde yapımında kullanacağı bir maddeyi neden patlatsın? Belki Hizbullah orada Amonyum gübresi olduğunu patlamadan sonra öğrenmişdir.
Şunu söylemek istiyorum: Bu patlama tipik bir İsrail işi, İsrail-Mossad tipi sabotajdır. Rahmetli Mahir Kaynak Hocamızın söylediği gibi meseleyi değerlendirirsek; bu olay kimin işine yaramıştır? Muhtemel şüpheli kimdir? 6 seneden beri durduk yere duran, patlamayan, rutubet çekip patlama kabiliyetini yitirmiş bir gübre, teknik bir işlem yapılmadan patlayabilir mi sorusunu sorduğunuzda zaten olay kendiliğinden aydınlanıyor.
[1][1]Yıldırım Orduları, Bağdad’ın elden çıkmasından sonra Bağdad’ı geri almak amacıyla 24 Haziran 1917’de kurulmuştu. 1917 sonbaharında Yıldırım Orduları, harekât hedefini İngilizlerin Filistin’e yaptığı yığınak sonucu, Bağdad’dan Filistin cephesine yöneltti. 7. Ordu, III. Kolordu ve Galiçya’da bulunan XV. Kolordu’dan mürekkep bir şekilde kuruldu. 11 Haziran 1917’de 19. Tümen Galiçya’dan, 20 Haziran’da 50. Tümen Makedonya’dan hareket etti. 1 Temmuz’dan itibaren 24. Tümen, 8 Ağustos’da 20. Tümen Galiçya’dan yola çıktı. Bütün bu birlikler Haydarpaşa’dan Halep’e gönderildi. Liman von Sanders hatıralarında Haydarpaşa’da yaşanan trafiği “1917 yılında, bütün zorluklara rağmen Anadolu demiryollarının bu kadar birliği Suriye’ye taşıyabilmesi hayrete değer” şeklinde ifade eder.
[2][2] Mensubiyet şuurunun temeli sadakat ve adanmaktır. Onlar Türkiye’ye ve Türklere sadakat duyuyor mu?
[3][3] O zamanki Yahudiler Kıbrıs’ı Kudüs’e atlama noktası, Akdeniz ticaretinin kilidi olarak görüyorlardı. Buraya yerleşirlerse İsrail devletini kurmak için atlama tahtası olarak kullanacaklardır. 1878’de Londra’ya hükmeden Yahudi sermayesi ilk iş olarak Kıbrıs’ı Osmanlı’nın elinden aldırdı.
[4][4] Facebook’da “Dikiyorum, aşılıyorum, üretiyorum” diye bir grup var. Birisi biber dikmiş; bir sarmaşık çıkmış biberleri kurutmaya başlamış, ne yapacağım diye soruyor: Biri de cevap veriyor; O “Asalak Sarmaşıktır.” Dokunduğu bitkinin özsuyunu emerek yaşar, aynen ABD ve Avrupa ülkelerinin gittiği yere demokrasi götürdüğü gibidir.
[5][5] Cundi; Osmanlı’nın Hıristiyanlara yönelik adaletini, şöyle dile getirdi: "Osmanlılar döneminde Hıristiyan bir kadın, dinine hakaret ettiği ve ziynet eşyasını gasp ettiği gerekçesiyle eşine dava açar. Osmanlı mahkemesi, tanıkların şahitlik yapmasından sonra Hıristiyan eşinin dinine hakaret eden kocayı falakaya yatırarak cezalandırmıştır. Dolayısıyla Osmanlı, din ve mezhep ayırımı yapmadan adalet sağlıyordu."Osmanlı'nın, Lübnan'daki farklı din ve mezheplerden oluşan toplum yapısını ayakta tutan fermanlar çıkardığını kaydetti.
|
||
|