Benim Eleştirim, Neyi Eleştirdiğini Bilmeyenleredir
Çok enteresan duygular uçuşuyor havada. Ayın on dördü gibi parlayan umutlarla ayın esamesi bile görünmeyen karanlık bir arafta. Kimsesiz ve mahsun duygular var sevinçler arasında. Bir yanımız yeniden feth olunan Ayasofya tadında, en yoğun coşkularla kalplerimiz duada. Bir yanımızsa hala, soğuk bir kış aralığında kalmış gibi kapıda. Hangisine yaklaşsak diğerine uzaklaşıyoruz, güneşe bir milim yaklaşsa kavrulan, bir milim uzaklaşsa buz tutacak olan, dünya tadında.
Artık dış dünyayı görmeyen, tefekkürü bilmeyen, mucizelere şahitlik edemeyen insanoğlu kendisine de yabancılaşmaya başladı, etraf ben kimim diye bile sormayanlarla dolu. Adına gaflet denilen bir sıkıntı ile sislenmiş gözler, ya bir duman olur yokluğa gider ya da ateşin içinde yanar da sönmeyi bekler. Duman olanlar bilmez hangi yokluğa sürüklendiğini; çünkü gaflet gözleri kör eder, yokluğa gidenler ise yeniden doğuyorum zanneder. Varlık düşünmeyi gerektirirken o hep düşünmemeyi tercih eder. Kendisini düşünmez, ef’alini bilmez, niye geldiğini merak etmez, neden yaşadığını bilmez. Bütün bu bilinmezliklerin karanlığında aydınlandığına inanacak kadar yabancıdır varlığına. Aman Allah’ım bir de kafa tutmaz mı ateşte varlığını eritip, ruhuna şekil veren tasavvuf insanına. Suçlamaz mı küstahça varlık okumalarında derinleşenleri, cahil yaftasıyla. Üç beş satır ezberler de konuşurken derin görünmek için, sonsuzluk deryasında derinleşmek için belleğinde Kur’an-ı taşıyanlara ezberci der geçer.
Yanılır ki o ateşte bir ebedi huzur için.
Dünyanın serabına aşkla koşanlar ebediyeti nereden bilsin?
Neydi dünya, ukbanın yanında? Güneşe mum ışığını tercih etmek kadar orantısız bir kıyasla, ille de yokluk diye haykıran bir güruh koşuyor seraba aşkla. Olmayana giden, neden koştuğunu bilmeyen, ısrarla güneşe arkasını dönerek mum alevinde ısınmayı bekleyen bu yokluk bedevisi, asırlardır gelen neslin, korkarım ki en cahili… Neden mi ? Çünkü bilmediğini bilmek zannedecek kadar, kuru bir inadın esiri. Bir de en büyük handikabımız o ki artık insan, insanlığın düşmanı gibi. İşte buz kesen yanımızla, aysız kalan karanlığımız tam da burası. Dünyaya son durak nazarıyla bakan insan, erdemini yitirdiğinden beri, insani konuşmalar da bu duraktan son gemisini gönderdi. Birbirini anlamak için değil aklındakini savunmak için, lisanını kullanan ama çoğu zaman anlaşamayanlar bunun en büyük göstergesi. Misal şu pandemi dönemi; malum canla başla hayatını tehlikeye atarcasına çalışan sağlıkçılar ve eğitim için gece gündüz yorulanlar varken, evinde oturup sadece eleştirmek için eleştiren bir kitle var. Hatta sosyal medyada çekirdek çitleyen giflerle yapılan yersiz tartışmalara, gülenler var. Elbetteki eleştiri güzeldir ancak geliştirdiği sürece. Yanlışa muhakkak ki yanlış denilmelidir, insaf çerçevesinde. Benim eleştirim sadece neyi eleştirdiğini dahi bilmeyenlere. Birileri okul açılsın deyince eleştirenlerle, okullar bir süre daha uzaktan devam etsin deyince eleştirenlerin aynı kişiler olması, en büyük sıkıntı. Bu denklemleri ortaya koymak için kafa yoranlara, sadece aklına gelen ilk ithamla böyle olmaz diyenlerin var mıdır sahici bir yol haritası? Biraz insaf biraz iz’an eminim ki çözecektir bu kargaşayı. Zaten bilinen bir gerçektir insanoğlunun bu kavgası. Birileri çok çalışır, en çok da çalışmayanlar tarafından dışlanır. Birileri başarır, hep başaramayanlar tarafından suçlanır. Oysa İnsan sorunun değil, çözümün bir parçası olduğu sürece insandır.
|
||||||||
|